Mezar soygunculuğuna tepkisiz kalmak

Emrullah BEYTAR

Tunceli (Dersim) vakfından bir grup insanın başbakanla görüşmesi sırasında gündeme getirilen konulardan biriside; Said-i Nursi, Seyit Rıza ve Şeyh Sait başta olmak üzere mezarı bilinmeyen kişilerin mezarlarının nerede olduğunun tespit edilerek kamuoyuna açıklanması olmuştur. Medyadan öğrenebildiğimiz kadarıyla sayın başbakan Dersim'lilerin bu teklifine olumlu karşılık vermiştir. Seyit Rıza Elaziz'de ve Şeyh Sait Dıyarbekir'de idam edilirek mezarları gizlenmiş olmasına karşılık Said-i Nursi peygamberler memleketi olan Urfa'da ruhunu rahman'a teslim etmiş ve talebeleri ve sevenleri tarafından Urfa'da defnedilmiş olmasına rağmen mezar hırsızları tarafından bir gece yarısı operasyonla çalınarak mezarı bilinmeyen bir yere götürülmüştür. Mezarı bilinmeyen bu üç kişinin iradi ortak özelliklerinden birisi baskıcı ve militarist sisteme muhalif oluşları ve bu sisteme hayatları boyunca teslim olmamış olmaları olarak zikretmek mümkündür. İradeleri dışında oluşan ortak özellikleri ise üçünün de ümmetin yetim evlatları oluşları yani Kürt olmalarıdır.

Nursi, her fani gibi şüphesiz ölümü tadacaktı ve tattı da. Ama her faniler gibi bir fani değildi. Bu yüzden kendisine gün yüzü göstermediler. Bütün hayatı hapishanelerde, sürgünlerde ve harp meydanlarında geçti. Abdülhamit döneminde "delidir!" diye tımarhaneye ve akabinde hapishaneye atıldı. Meşrutiyet döneminde idamla yargılandı. Eza ve cefa ile karşılaştı. Cumhuriyet döneminde ise dünya kendisine zindan edildi. Memleket memleket sürüldü, hapishane ile dışarısı arasında mekik dokudu.

Düşündüklerinden dolayı yargılandı, yazdıklarından dolayı tutuklandı. Hapishanelerde insan muamelesi görmedi. Yaşlı haliyle tek başına yıllarca tecrit hücrelerinde gayr-i insani koşullarla yüzyüze bırakıldı. Kağıt ve kalemden mahrum bırakıldı soğuk tecrit hücrelerinde... Buna rağmen O, kese kâğıtları üzerinde yazmaya devam ederek Nur Risaleleri vücuda getirmek için gayret gösterdi ve bundan da muvaffak oldu.

Baskıcı, jakoben ve militarist sistem/rejim Nursi'den hep korktu. Bu yüzden yazdıklarını yasaklamakla kalmadıkları gibi Onu ve talebelerini mahkeme mahkeme gezdirerek onları ideallerinden vazgeçirmeye çalışmışlardır. Hapishaneler yığınla Nur talebeleriyle dolmasına rağmen Nursi tıpkı diğer kader ortakları gibi sisteme boyun eğmemiştir. Nursi; ölümün bir tebdil-i mekan ve aynı zamanda bir terhis teskeresi olduğuna inancı tamdı. Bu inancı, yüreğine ölüm korkusu ve dünya endişesinin girmesine mani olmuştur. Bu inanca ve imana sahip olan Nursi'nin hayatı sistemi korkuttuğu gibi yokluğuda rejimi korkutuyordu. Çünkü Nursi soğuk tecrit hücrelerinde ve gözaltı ortamlarında kibrit kutularına yazdıkları düşünceleriyle ve verdiği mücadelesi ile ölümsüzleşmişti. Arkasında mücadelesini sürdürecek yığınla insan ve her dönemde insanlara ilham ve bilinç aşılayacak Nur kitapları bırakmıştı.

1960 senesinin Mart ayında Sürgünde bulunduğu Isparta'dan Urfa'ya doğru hareket eden yaşlı ve hasta Nursi, Urfa'ya vardığında artık ölüm meleği ile tanışma vaktine inanmıştı. Devrin hükümeti, yaşlı ve hasta Nursi'nin Urfa seyahatini sakıncalı görmekteydi. Nursi'nin geldiği yere tekrar geri döndürülmesi için talimat üstüne talimat yağdırılıyordu. Ama artık talimatlarla yapılacak bir şey yoktur. "Mevtim hayatımdan ziyade bu dine hizmet edecek ve ölümüm başınıza bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacaktır" diyen Nursi peygamberler diyarında ruhunu teslim ederek rahmet-i rahmana kavuşur. On birlerce talebesi ve sevenleri tarafından Urfa'ya defnedilir.

1960 askeri darbesini gerçekleştirenler bir gece yarısından sonra askeri bir uçakla Urfa'ya gelerek Nursi'nin kabrini açıp cansız bedenini bilinmeyen bir yere götürerek mezar soygunculuğunuda yaptıklarını dünyaya ilan etmişlerdir.

Yanılmıyorsam 1992'lerde TBMM İnsan Hakları Komisyon üyesi Hasan Mezarcı, Said-i Nursi'nin cansız bedeninin kimler tarafından nereye götürüldüğünü araştırılması için bir önerge verdi. Mezarcı Cumhuriyet tarihi boyunca işlenen pek çok zulümlerden biri olan bu zulmün açıklığa kavuşturulmasını ve Nursi'ye "iade-i itiabar", hem de "iade-i kabir" yapılmasını talep etmiş ve ne yazık ki bu taleplerden hiçbiri karşılanmadığı gibi o tarihten bu yana da kimse bunu dillendirmemiştir. Aradan yirmi sene geçtikten sonra "iade-i kabir" ziyaretinde bulunanlar Seyit Rıza'nın torunları olmuştur.

Bu despot sistemin temsilcilerinin mezar soygunculuğuna ses çıkarmak zülme taraf anlamına gelecek ki neticesi ateş olduğu ilahi mesajla insanlar uyarılmaktadır. Modern mezar soyguncuların bu ahlaksızlıklarına ve zülmüne karşı en erdemli ve dik duruşu sergileyenler öncelikle nur talebeleri olması gerekirken ne acıdır ki bu soyguna sessiz ve tepkisiz kalarak bu soygunu meşrulaştırmışlardır. Nursi'nin mezarının belli olmamasını istediğine dair açık bir ifadeye rastlamış değilim. Velev ki böyle bir ifadenin varlığı ile mezar soygunculuğuna tepkisiz kalma arasında uzaktan ve yakında bir ilişki olmadığını sıradan insanlar dahi anlayabilmektedirler..."Zalimler için yaşasın cehennem"

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.