Zorunlu bir yazı oldu.
MHP avukatının kasetlerle ilgili soruşturmayı yürüten savcılara ihbar ettiği kişiler arasında ismimin de yer alması üzerine bir şeyler yazmaya gerek duydum.
Oldum olası nefret ederim ihbar sözcüğünden.
İhbar ve muhbirlik...
Bende tiksintiyle karışık bir duyguya neden olur.
Bu nedenle suyunuz akmadığında ya da elektriğiniz kesildiğinde aramanız için sağa sola yazılan, "ALO İhbar" hatlarına da mesafeli dururum.
Bunda 12 Eylül'de darbecilerin dağıttığı, "Sorumlu vatandaş vatan hainlerini güvenlik güçlerine bildir" türünden bildirilerin etkisi olabilir.
Ama birini seçmek zorunda kalsam ihbarcı olmak yerine ihbar edilen olmayı tercih ederim.
Hakkımda suç duyurusunda bulunanlar oldu. Bazı muhbirlerin ihbarlarına da konu oldum.
Ergenekon sürecinde sayısını unuttuğum soruşturmalara uğradım.
Şener Eruygur'dan Mehmet Haberal'a, Doğu Perinçek'ten İlhan Cihaner'e kadar Silivri'de olan olmayan birçok Ergenekon sanığı suç duyurusundan, ceza davasına kadar her türlü yola başvurdular.
Saldıray Berk'le de davalarımız oldu, Levent Ersöz'le de mahkemeleştik.
"Mahkemeleştik" derken onlar beni dava etti. Yoksa kimse hakkında dava açmadım.
Ergenekoncuların önde gidenlerinden hakkımda dava açmayan kaldı mı bilmiyorum ama varsa açabilirler.
İklim Bayraktar olayı üzerine bu halkaya bir süre önce de Kemal Kılıçdaroğlu eklenmişti.
Cephede iki eksik kaldı. PKK-BDP çizgisi ve MHP.
İhbarla birlikte MHP'de halkaya eklendiğine göre, kare tamamlanmış demektir. Ayrıca açılan tazminat davalarını eğer kaybedersem yedi ceddim bir araya gelse ödeyemez.
Ne yapalım, dava adamı olalım dedik, davalık olduk.
Kimseye de yakınmadım bundan.
Çünkü yazıyorsam hesabını da vermeliyim.
Avukatım Mustafa İnal sağolsun...
İhbar işi ilk kez başıma geliyor.
Yazdıysam hesabını verebilmeliyim.
Öyle kelimelerin arkasına sığınıp kahpece pusu kurmak, 'aslında şunu demek istemiştim' gibi tevillere yönelmek, 'ben de sizdenim' türü yazılar yazıp yaltaklanmak benim işim olmaz.
MHP'yle ilgili kasetler 27 Nisan günü patlak verdi.
O günden bu yana ne yazdıysam, harfi harfine, kelimesi kelimesine, noktası noktasına ve hatta virgülüne kadar hepsinin arkasında duruyorum.
Bu olay dünya siyaset tarihinde ender rastlanacak türden bir olaydır. Bir gazetecinin buna kayıtsız kalması düşünülemez.
Ben de mesleğimin gereğini yaptım.
Bunu yaparken ahlak zabıtalığına soyunmadım, siyaset mühendisliğine girişmedim. Sadece gelişmelerin perde arkasına inip, okuyucularımızı bilgilendirmeye çalıştım.
Peki hiçbir şey yoktu da bu kadar insan niye istifa etti? Demek ki ortada gazetecilik mesleği açısından yazılması gereken bir durum var.
Yazılarım ortada.
Bu ülke demokratik hukuk devleti olacaksa önce bizler hukukun karşısında hesap vereceğimizi bilmeliyiz.
Davet edilirsem koşa koşa giderim savcılığa.
Çünkü orası Türkiye Cumhuriyeti'nin mahkemeleri ve onlar da onurlu Türk yargıçları...
Suç duyurusunda bulunan parti avukatı, iki yerde yanlış yapmış.
"AKP Sözcülüğü" ve "şantaj" gibi sıfatların yanına benim de ismimi yazmış.
Orada dur...
Benim adım o iki sıfatla yan yana gelmez.
MHP'yi kamuoyu karşısında küçük düşüren ahlaksızlıkları kim yaptı, bunları kim çekti, bunları şantaj malzemesi olarak kim kullandı diye merak ediyorsanız, bu soruşturmaya destek verin.
Yazılarımla, katıldığım TV programlarında yaptığım değerlendirmelerle bunların ortaya çıkarılması için gereken çabayı gösterdim.
Gazetecilik ne zaman şantaj oldu.
Şantaj gibi aşağılık bir lekeyi sürmeye kalkışanın alnını karışlarım.
Ayrıca ben gazeteciyim. Ne AKP'nin ne MHP'nin kimsenin sözcüsü olmadım, olmam da...
Güneydoğu'da PKK şiddetini yazıyorum. Bana, "Kandil" rumuzlu mesajlar atıyorlar.
Güneydoğu'dan arayan Yeni Şafak temsilcileri, "Batman, Şırnak yazılarından sonra bize parmak sallıyorlar" diyorlar.
Bir yanda Kandil, bir yanda MHP'liler.
Ağzı dualı, Alperen ruhlu ülkücülerle bir sorunum olmadı.
Özgürlükçü Kürt kardeşlerimle kucaklaştık her zaman.
Aynı safta namaza durduk.
Ancak, masum Türk ve Kürt kardeşlerimi temsil edemeyecek kadar ahlaki zafiyet içinde olanlar, beni hedef aldılar.
Hepinize meydan okuyorum.
İnandığım doğrular neyse yazacağım.
Aslında bunları yazmak istemiyordum.
Kasetler üzerinden mağduriyet oluşturup, "İnadına MHP" kampanyasını anlatmak istiyordum.
Ama tüm bunları değersiz kılan bir şey oldu.
Ölümün duvarına çarptım dün...
Habertürk muhabiri Beyhan Mutlu'nun geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdiğini öğrendim.
Genç meslektaşıma üzüldüm.
Ama bir süre sonra İstanbul İstihbarat Şefimiz Fuat Atik aradı.
"Bizim Beyhan" dedi.
O an ne yapacağımı şaşırdım.
Evlenince soyadı, "Mutlu" olmuş. Yeni Şafak'ta çalıştığı dönemde soyadı,'Yalçınkaya' idi...
Çok iyi bir insan olarak kalmış hafızamda.
Acısını paylaşmak üzere Habertürk binasına gittim.
Orada bir annenin acısına tanıklık ettim.
Beyhan'ın sandalyesinin arkasında asılı duran ceketini alıp sarıldı, "İpeğim, güzel kızım, bununla yatacağım ben" diyordu. Su içtiği bardağı yüzüne sürerken, çekmecesindeki defterini, masasındaki kalemini öpüp koklarken, gördüm onu.
Kızının cenazesinin arkasından, "Kızım şaka de" diye seslendi.
Ama ölümün şakası yoktu.
Ankara'ya gelince, selam göndermiş Beyhan...
Cenazesinde ilettiler bana...
Aleykümselam Beyhan...
Mekanın cennet olsun...
Yeni Şafak