“Ey iman edenler! Hepiniz birlikte barış ve selamete girin de (ahkâm-ı Şer’iyyenin tamamına itaat edin) şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır.”(1)
“Şüphesiz Allah katında hak din İslâmdır.”(2)
“Kim hangi millete benzemeye çalışırsa, onlardan sayılır.” (3)
Yukarıda mealini verdiğimiz âyetlerin ve hadis-i şerifin mâna penceresinden meseleye bakacak olursak, insanın fikrî hayatına,inancına ve yaşantısına tesir eden en önemli etkenin “Din” olduğu anlaşılır.
Allah’ın, insanlığın hayatını düzene koymak, her anını ve tüm yaşantısını kuşatmak amacıyla gönderdiği son ve mükemmel din olan İslâm’ın, müslümanın hayat karelerinin tamamına bir takım ölçüler ve kıstaslar getirdiği muhakkaktır. Müslümana düşen bu ölçülere riâyet etmektir. Zira Müslümanlık kuru bir iddia ve ideoloji değil, insanlığın kurtuluş ve saâdet yolunu gösteren İlâhî bir harita ve pusula mesâbesindedir. Ve Cenab-ı Hak, İslâm’ın dışındaki bir dini ve yolu kabul etmediğini bildirmektedir.(4)
Üstad Said Nursî’nin ifadesiyle;
“Şeytanın ve onun şerik ve muînleri olan ehl-i dalâletin şerrinden ancak şeriat-ı Muhammediye (a.s.m.) ile âmil ve sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) ile mütemessik olmakla kurtulmak imkânı olduğunu” (5) bilip anlaması insanı kurtarabilir ancak.
Yüce Rabbimiz, bir insanın içinde iki kalp yaratmadığını (6) beyan buyurarak, dini başka, dünyası başka insanların içinde bulundukları anlaşılmaz çıkmazı net bir şekilde nazara vermektedir.
İslâm’ın kişi hayatındaki tartışılmaz üstünlüğü mü, yoksa yanlış tercihlere yönelmesi mi? Allah ve Resûlünün Cadde-i kübrası mı, şeytânî yanılgıların ve yandaşlarının oyuncağı olmak mıdır tercihimiz?
Bilindiği gibi, dünyaya gönderilen ilk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâma, Allah tarafından vahyedilen sahîfelerde, insanlara gerekli olan dîn ve dünyaya âit bilgiler bulunuyordu. Zaman ve takvîmle alakalı bilgiler de,insanlık tarafından ilk kez bu sahîfelerden öğrenilmiştir.
Târihler “Hicrî (Kamerî, Şemsî)”, “Rûmî”, “Mîlâdî” gibi isimlerle adlandırılmıştır. Takvîm için değer taşıyan önemli bir olay “Târih başı/başlangıcı” olarak ele alınmaktadır. Yanlış bir tarzda Hıristiyanlıkta bu başlangıç, Îsâ aleyhisselâmın doğduğu gün zannedilen tarihtir. Doğduğu yıla sıfır, öncesine “Mîlâttan önce”, sonrasına da “Mîlâttan sonra” denilmiştir.
İslâmiyette, hicrî ayların dışında, güneş yılının yani (mîlâdî senenin) ayları içinde, mîlâdî takvîme göre kutlanan herhangi önemli ve mübârek bir gün, değerli bir zaman dilimi yoktur. Hıdırellez, Mihricân, Nevrûz gibi bazı milletlerce önemsenen günlerin hakikatte İslâm’da yeri yoktur.
Noel günü ve gecesi de böyledir. Dînimizdeki, mübârek günler ve geceler hep hicrî-kamerî aylara göre düzenlenmiş ve belirlenmiştir.
Hz.İsa’nın doğumu da tam olarak bilinmemektedir. Aralık ayının 21’inde, 25’inde veya Ocak ayının 6’sında yahut başka bir gün olduğu düşünüldüğü gibi, bugünkü mîlâdî senenin beş sene fazla olduğu, çeşitli dillerdeki kitaplarda yer almaktadır.
Hıristiyan âleminin, “Noel” kutlamaları, Roma İmparatorlarından Kostantin ile başlar.
şunu hemen ifâde etmek gerekir ki, Hıristiyanların kutladıkları “Noel”in bir uydurmadan ibâret olduğu, hattâ bazı Hıristiyan teşkilatlarının da artık “Noel”i bir “hurâfe” olarak kabul ettikleri, dünya basınındaki haberleden anlaşılmaktadır.
Nitekim, ABD’de yayınlanan 17 Aralık 1996 tarihli haftalık “Newsweek” dergisi bu iddiamızı destekler niteliktedir:
“Noel Baba bir hurâfeden ibârettir; gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Ticârî maksatlarla sonradan uydurulmuştur. Hediyelik eşyâ sektörüne milyonlarca dolar kazandıran Noel Baba, kapitalizmin oyuncağı olmuştur.”
Şu da bir gerçektir ki, aslı olsun ya da olmasın , günümüzde Hıristiyanlar “Noel”i dînî bir gerekçeyle, yani ibâdet niyetiyle ve kastıyla kutluyorlar. Bu açıdan, bir Müslümanın bu inançla ve kabulle veya taklit ve özenti ile Noel kutlamalarına katılması, değer verip benimsemesi asla düşünülemez.
Şurası da muhakkak ki, “Noel” ile “Yılbaşı” farklı şeylerdir. Yeni yıla girmiş olmayı tebrîk etmekte, hayırlı olmasını temennî ederek bir muhasebe ve tefekkürî bir değerlendirme yapamakta bir mahzûr yoktur. Yılbaşının diğer günlerden farklı bir tarafı da yoktur. Ve ortada kutlanacak bir şey de bulunmamaktadır.
Yoksa milletlerarası takvim başlangıcı olma fonksiyonundan başka bir özelliği olmayan yılbaşı ve Noel kutlamalarının dinimizde yeri yoktur.(7)
Resûlullah (s.a.v):”Sizden evvelkilerin kötü adetlerine karış karış, adım adm uyacaksınız ki, onlar kertenkele deliğine girseler, siz de arkalarından gireceksiniz” buyurdu.
“Ey Allah’ın Resûlü ! Onlar (dediğin) Yahudi ve Hristiyanlar mıdır ?” dedik.”Onlar değil de kim? Buyurdu. (8)
Kur’ân’ın nuruna ve talebeliğine baş koyup dini dünyaya satmayan bahtiyarlardan olmak varken;” Diğer gürûh ise, ehl-i küfür ve tuğyandır ki, nefis ve şeytana tâbi olup, yalnız hayat-ı dünyeviyeyi tanıyan hayvan gibi, belki daha aşağı sağır, dilsiz, dâllîn gürûhudur” (9) kategorisine dahil olmaktan Rabbim necip neslimizi ve gençliğimizi muhafaza buyursun.
“Hayır şer, güzel çirkin, nef' zarar, kemâl noksan, ziyâ zulmet, hidâyet dalâlet, nur nâr, İmân küfür, tâat isyan, havf muhabbet gibi âsârlarıyla, meyveleriyle, şu kâinatta, ezdâd, birbiriyle çarpışıyor, dâimâ tegayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor, başka bir âlemin mahsulatının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıd olan dalları ve neticeleri, ebede gidecek, temerküz edip birbirinden ayrılacak; o vakit, Cennet-Cehennem sûretinde tezâhür edecektir.” (10) ayrışmasında bizlere;faydanın, hidâyetin, nurun, imanın, tâatın, hayır ve güzelliklerin safında yer almayı nasip eylesin.
Yer yüzünde her gün yüzlerce Müslüman kanı akıtılırken, düşman canavar dişlerini müslümanın boğazına geçirmiş ve hançerini ciğerine saplamış, İslâm diyarları zulüm ve işkenceler altında inim inim inlerken, kanlı elleri, salyalı ağızlarıyla kutladıkları bir güne ve o gecede ateş lavları gibi semadan inen gazap ve musibetlere ortak olmak, böylece dâllîn güruhuna -Allah muhafaza- dahil olmak, Frenk mukallitliğiyle kendi asil değerlerini kaybetmenin sarhoşluğunu ve derin gafletini yaşamak, hamiyet ehline asla yakışmayacak bir davranış biçimidir. Bu, İslâm milliyetini hafife alma ve İslâm ümmetiyle alay etmek demektir. Cümle ehl-i imânın hak ve hukukuna tecâvüzdür, İlâhî gazapları celbetmeye bir vesiledir.
Çevremize, çoluk-çocuğumuza sahip çıkma zamanıdır.
Dipnotlar:
1-Bakara, 2/208
2-Al-i İmrân, 3/19
3-Tac, 1/63
4-Al-i İmran, 3/85
5-Barla Lâhikası, Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylinin Nihayeti.
6-Ahzâb, 33/4
7-M.Talu, Dini Meselelerimiz,1/169
8-Tac,1/63
9- B.Said Nursî,Sözler ,On Birinci Söz
10- A.g.y,Yirmi Dokuzuncu Söz