Prof. Dr. Ergün Yıldırım, bir Anadolu kasabasında yaşadıklarını, gözlemlerini anlattı. Orada verdiği "Aile ve Gençlik" seminerini, sabah namazını ve insanları anlatan Yıldırım, "Anadolu’yu ayakta tutan ve yaşatan ruh da bu" ded.
Yıldırım'ın Yeni Şafak'taki yazısı şöyle:
Anadolu’da bir kasaba. Asırların hikâyelerini tutuyor kucağında. Her insan ve her aile başka bir imparatorluk coğrafyasının hikâyesini taşıyor içinde. En fazla da Balkanlar. Belediye başkanı Balkanlardan savrulan ailesini anlatıyor. Bir araştırmacı Balkanlar üzerine yazdığı kitaplardan bahsediyor. Drina Köprüsü romanı diyorum. Sözü ağzımdan alarak bir çırpıda Sokullu Mehmet Paşa’nın yaptırdığı köprünün inşa hikâyesini ve romanın yazarından bahsediyor. Edebiyat, tarih ve sosyoloji muhabbeti iç içe geçiyor. Bir belediye başkanı makamında değil, bir üniversitenin akademisyenler lobisindeyiz sanki. Genç, entelektüel ve ilgili başkan sükûnetiyle merakını derinlerde sürdürüyor. Ara sıra katılıyor bize. Yardımcıları da öyle.
Akşam üstü orta yaşlı vakıf insanların vakfında gençliği konuşuyorum. Aile ve Gençlik başlığıyla başlıyorum konuşmama. Beytullah, bütün evlerin en evi diyorum. Alem yaratılmadan o yaratıldı diye devam ediyorum. İlk siret yazarı İbn Hişam’ın rivayetinden bir aile ontolojisi yapıyorum. Arkasından günümüzde aile gençlik araştırmalarının sosyolojisine geçiyorum. Pür dikkat dinliyor herkes. Konuşma bitince geride kalan 10- 15 kişi ile muhabbeti çaylarla demliyoruz.
Sabah bir başka güzel bu Anadolu kasabası. Sabah namazını yeni bir mahalle camisinde eda ediyoruz. Namazdan sonra ilçe müftüsü beni konuşmaya davet ediyor. Ne konuşayım diye içimden bir muhasebe yapıyorum. Vasat ümmet üzerinde duruyorum. Genç ve yaşlı yüzlerce insan meraklar içinde dinliyor. Kısa bir konuşmadan sonra çorbalarımızı içiyoruz caminin içinde. Diyanet’in güzel hizmetine şahitlik ediyoruz. Her hafta bir mahalle camisinde sabah namazından sonra çorba içiliyor. Hoş bir töresel ortam oluşuyor. Caminin müminlerin toplaştığı ve muhabbetleştiği yer olduğunu yaşıyor insan yeniden.
Bir mahallenin içinde yeni yapılan bir anaokulu’nu ve ilkokulu geziyoruz. Bizi gezdiren insanların umutları ve inançları yüzlerinde yansıyor. İlkokul bir sanat eseri gibi işlenmiş. Duvarlar, kapılar, lavabolar, sınıflar, atölye odaları, spor salanları, okuma yerleri… Bir anda Tanpınar’ın ifadesi aklıma geliyor: İnşaat değil, ibadet yapmışlar… Sanatı ve insanlığı üzerinde taşıyan bir ibadet. Çocuklar için bütün güzellikler bir sepet içinde toplanarak önlerine konmuş sanki. Bir irfan ve eğitim ziyafeti veriliyor.
Gökyüzü masmavi. Güneşin ışıkları güz ağaçlarında yansıyan güzellikleriyle insanı başka bir aleme çağırıyor. Bir kasabanın, bir son baharın ve bir vakıf ortamının insanlarıyla dolaşıyoruz. Kendilerini hizmete adayan insanlar bunlar. Emekli imamlar, öğretmenler, esnaftan tüccarlar… Anadolu’nun ruh sosyolojisi. Hizmetin ve Müslümanlığın bitmeyen dinamizmi. Yüzyıllardan beri sürüp gelen bir dinamizm bu. Anadolu’yu ayakta tutan ve yaşatan ruh da bu. İmanın ve aşkın nabzı, bu kasabaların derinliğinde akıp gelen bu nehirlerde atıyor. Küçük dünyalarında tevazuyla hizmet eden bilincin güzelliğine insanın büyük şehirle kazandığı soğukluğun yüzüyle çarpılıyor bir an.
Anadolu kasabasının bu aşkı, bu hizmeti ve bu imparatorluk coğrafyasına yayılan ruhu oldukça, bu memleket her zaman ayakta kalacak. Ne büyük fabrikalar, ne büyük medya kuruluşları ne de büyük siyasetler bir anlam taşıyor burada. Anadolu’yu ayakta tutan ruhun kökü, bu kasabanın sürüp gelen bilinç nehrinde saklı. Onu besleyen bu nehirdir. Bu nehir, ab-ı hayat suyu ile bu toprakları sulamaya devam edecek. Güzel fidanlar yeşerecek. Ağaçlar dallarında meyveye duracak. Güneş ışıklarıyla güz ağaçlarına vurdukça insanlar renklerin güzelliğinde akacak. Bilinç nehri aktıkça, ruh orada emzirecek.
Ziyafet ve zarafet Anadolu kasabasında yaşar. Çınarlar hala orada hayata tutunur. Hakanlar, “hakanlık” istemeden mücadele ederler. Müslümanlar kardeştir düsturu orada yaşar. Milli Görüş, Risale-i Nur, Nakşibendilik orada imanın kardeşliğinde buluşur. Bunların derin ırmakları hala akmaya devam eder.
Anadolu’yu var eden ve geleceğe taşıyan ruh, kasabalardaki bu tevazünün hizmete koşan insanları. Belki de büyük şehirde kalabalıklarla yaşayan, büyük siyasetler konuşan ve büyük teşkilatlarla çalışan bizlerin bu Anadolu ruh kasabalarına sık sık seyahate çıkması gerekir. Orada Anadolu’nun “ruh köklerinin” izleriyle tanışmalıyız.
Yazının tamamı için tıklayınız