Son günlerde Milli Güvenlik Siyaset Belgesi meselesi yine gündemde.
Herhalde değişme zamanı geldi, yenisi hazırlanıyor ya da hazırlandı.
Gündeme yeniden gelişinin nedeni bu olsa gerek.
Bilebildiğim kadarıyla bu belge, meşhur tehdit sıralamasının resmi olarak yapıldığı belge.
Dönem dönem, konjonktüre göre, solculuk, bölücülük, irtica, azınlıklar vs. sıralamada öne geçerek ya da alt sıralara düşerek bu meşhur belgede tehdit unsurları olarak tanımlanıyorlar.
Belge doğal olarak bu tehditlerle nasıl mücadele edileceğini de yazıyordur herhalde.
Yeni hazırlanacak belgede de cemaatlerin artık önemli bir tehdit öğesi olarak takdim edilmeyeceğine yönelik basına sızan haberler daha şimdiden büyük bir tartışma yarattı.
CHP hemen, hiç gecikmeden, muhtemelen belgeyi de hiç görmeden, cemaatlerin resmi bir tehdit öğesi olarak sunulmamasını eleştirmeye başladı ve AK Parti’yi Cumhuriyet tarihinde irticayı resmen tehlike olarak görmeyen ilk iktidar partisi olarak suçladı.
Bu belge resmileştikten sonra Ana Muhalefet Partisi liderine veriliyor mu, gerçekten bilemiyorum ancak, son çıkışından sonra anladığım kadarıyla CHP bu tür bir belgenin mevcudiyetine değil de içeriğine itiraz ediyor.
Belge tartışmaları basına sızdığından itibaren iki ana kesim göze çarpıyor.
Birincisi bu belgenin geçmişte olduğu gibi hâlâ askerin gözetim ve denetiminde hazırlanmasını savunanlar.
İkinci ise daha sivil bir Milli Güvenlik Siyaset Belgesi isteyenler, yani bu belgenin hazırlanmasında siyasal iktidarın, TBMM’nin daha öne çıkmasını isteyenler.
Bu kamplaşmayı, zıtlaşmayı izledikçe Türkiye’nin içine düştüğü acıklı durum bir kez daha ortaya çıkıyor.
Her iki grup da Milli Güvenlik Siyaset Belgesi gibi bir belgenin mevcudiyetine karşı değiller ama tartışma bu belgenin hazırlanmasında kimin, askerin mi, sivilin mi ağır basacağı istikametinde şekilleniyor.
Etrafta “Yahi, böyle saçma sapan bir belgeye ne gerek var?” diyenlerin sayısı çok az.
Doğrudur, bu belge (MGSB) anayasal bir belgedir, Anayasa’da Milli Güvenlik Kurulu’nun görevleri sayılırken, bu belgenin hazırlanması da bir yoruma göre yerini almıştır.
Ancak, Anayasa’da ifadesini bulan her kurumu tartışılmaz kabul edersek durumumuz çok acıklı hale gelebilir.
Hukukçuların bu belgenin mevcudiyetine itiraz etmemesine de hep şaşmışımdır zira bu belge (MGSB) ceza kanunlarının suç saymadığı bazı pozisyon alışları, kurumları kimin, nasl saptadığı belirsiz bir milli güvenlik kavramına aykırı görebilmektedir.
Ceza kanunlarının asla suç saymadığı ama hikmeti kendilerinden menkul birilerinin milli güvenlik kavramına aykırı görebildikleri tavırlar üzerinden acaba Hrant Dink cinayetini, Malatya Zirve Kitabevi katliamını, 1 Mayıs 1977’yi, faili meçhul cinayetleri yeniden araştırmak mümkün müdür?
Anayasa değişiklik paketi içine bu tuhaf belgenin oluşturulmasına cevaz veren 118. maddenin ilgili paragrafı acaba sokulamaz mı idi?
Bu tuhaf belgeye ne gerek vardır?
Anayasa, kanunlar, ceza kanunları yeterli değil midirler?
Birileri benzer belgeler ABD’de, İngiltere’de de var diyorlar.
Bu ülkelerde olan tüm belgelere, sivil-asker ilişkilerini düzenleyen tüm yasalara da varlar mı acaba bu birileri?
Star