Kurban bayramı sonrasında idrak ettiğimiz ilk Cuma namazında vazifeyi ifaya mecbur kaldık.
İçimizden geldiği gibi irticalen okuduğumuz hutbede aşağıda ifadesini bulan mânalar ve cümleler minberimizden gönüllere yansıyan hususlar olarak ifade edilmeye çalışılmıştır.
Ebed için yaratılan /ebede aday olan insan şu âleme imtihan /deneme ve tecrübe için gönderilmiştir.
Her an,mekân ve zamanda Rabbimize karşı sorumluluklarımız vardır.Bunlardan biri ve en önemlilerinden olan Kurban bayramında Hz.İbrahim ve Hz.İsmail (Aleyhimesselâm)in tâbi tutulduğu kurban sınavı ile karşı karışya kaldık ve inşallah bu imtihanı da başarı ile ifaya çalıştık.
İslâm ümmetine Allahın Nur Nebisi (A.S.M) tarafından hediye edilen iki mübarek ve mukaddes günün layıkiyle yaşanması ve yaşatılması adına verdiğimiz mücahedenin ve gayretin idrakinde olmalıyız.
Şayet bu bayramlar olmasaydı,âlem-i İslâm bugünkünden daha muzdarip ve perişan hâle düşecekti.Bütün sıkıntı,işkence,haksızlık,zulüm ve baskılara rağmen yüce Rabbimizin bahşettiği bu müstesna günlerin mânevi atmosferinde acılarımız azalmakta,sosyal hayatımız canlanmakta,barış ve sevgi odaklı davranışlarımız artmakta,yardımlaşma,kardeşlik ve dayanışma ruhu oldukça inkişaf etmektedir.
İşte böylesine yoğun duygularla idrak ettiğimiz bayramlarımızın kıymetini takdir ile Rabbimize hamd ve şükürlerimizi takdim sadedinde Ona daha yakın olmanın,insanlığa en faydalı ve tek kurtuluş reçetesi olan son ve tek dine sımsıkı sarılmanın şuur ve idrakini yakalayabilmenin azmini ve kararlılığını gösterebilmeliyiz.
Bu bayramlardır ki,tekbirlerimizi Arafattaki milyonların tekbirleriyle buluşturdu.Kâbe-ı muazzamanın etrafında nurdan halkalanmanın ve kenetlenmenin mesajını ruhlarımıza fısıldadı ve kalplerimizde derin inşirahlara yol açtı.
Bu bayram ki,Kâbe ağzıyla ve Arafat diliyle Arşa yükselen yakarış ve niyazlarımızı yüce katlara ulaşmasına vesile oldu.Böylesine yoğun ve tarifi imkânsız duyguları bizlere izn-i İlâhi ile yaşattı.
Bu; sulh,sükûn,silm ve barış elçisi Hz.Muhammed Aleyhissalâtü vesselâmın insanlığa ve onun hayatına kazandırdığı şeref ve itibarın,hak ve hukukun adıdır.Topyekün insanlığın şeref madalyasıdır.
İnsan onurunun,haysiyetinin en geniş ve müstesna anlamıyla hayat bulmasıdır.
Dünyamız bu İlâhî mesajdan yoksun olduğu zamanlarda dünya yüzündeki bütün devletler, monarşi ile idare edilmekteydi,krallık hüküm sürmekteydi.
-İnsanlar sınıflara ayrılmıştı.
-Hukukun temel prensipleri ayaklar altındaydı.
-Kölelik en vahşi bir biçimde uygulanıyordu. İnsan haysiyeti, ayaklar altına alınmıştı.
-İnsanlar ırklarına ve renklerine göre değişik muamelelere maruz kalıyor, soy-sop üstünlüğü, yegane üstünlük ölçüsü olarak kabul ediliyordu.
-Temel hak ve hürriyetlerin bahsi bile yoktu. Din ve vicdan hürriyeti, mülkiyet hakkı, mesken edinme hürriyeti, fikir hürriyeti gibi temel hak ve hürriyetlerin hiçbirisi, sıradan bir vatandaş için söz konusu dahi edilmezdi.
İşte dünya böylesine karanlık bir tablo çizerken,Kurânın eşsiz mesajı,tarihin en büyük inkılabını gerçekleştirmiştir.
Nitekim, Hz. Peygamberin (a.s.m) Veda Haccı esnasındaki muazzam ve muhteşem konuşmasının (Veda Hutbesi) insan hakları açısından taşıdığı anlam ve içerdiği prensipler, bunun en açık misalidir.
Bu hutbe, M. 632 yılında 100.000'den fazla Müslümanın karşısında okunmuştur. Yani, İnsan hakları ile ilgili ilk yazılı metin kabul edilen 1789 İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesinden 1157 yıl önce...
İslâm,bu çok önemli dönüm noktasında ırk ve renk ayırımına son vermiştir
Yüce Allah Kurân-ı Kerimde insanları bir erkek ile bir dişiden yarattığını, sonra nüfus ve sayı arttıkça birbirleriyle kolayca tanışıp yardımlaşsınlar, ünsiyet ve ülfet etsinler diye onları kavim ve kabilelere, ırk ve milletlere ayırdığını beyan etmiştir.(1) Fikir ve vicdan hürriyeti konusunda en büyük değişimi gerçekleştirmiştir.
İslamiyet, kölelik müessesesini de ele almış,onu hukuki bir statüye kavuşturmuştur.
Hukukta Eşitlik ilkesini getirmiştir. İslamiyet bütün insanları hukuk önünde bir tarağın dişleri gibi eşit kabul etmiştir. Şahısların sosyal durumuna, soyuna ve ırkına göre imtiyazlı davranış biçimi gösterilmesine izin vermemiştir .
Fatih Sultan Mehmetin bir Rum mimarı ile, Hz. Alinin bir Yahudi ile, Selahaddin-i Eyyûbînin bir Ermeni ile hakim huzuruna çıkmaları bunun en çarpıcı örnekleridir
Hz. Ebu Bekirin, halife seçildiği zaman yaptığı konuşmasındaki şu cümleler de, bu açıdan dikkat çekicidir:
"İçinizden zayıf olanlar, haklarını alıncaya kadar benim nazarımda en kuvvetlidir; Kuvvetliler de ben onlardan başkalarının haklarını alıncaya kadar, benim yanımda en zayıf olanlardır."
Hayat hakkı, can, mal ve ırz/namusların tecavüzden korunma teminatı gibi hususlar da, Veda Hutbesinde Allah Resulü tarafından en güzel bir şekilde ortaya konulmuştur:
"İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, can, mal ve namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur."
Dalga dalga bütün zaman ve mekânlara yayılan şu evrensel mesajlara kulak verelim:
Ey insanlar! Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır. İnsanlar muhakkak ve muhakkak ırklarıyla övünmeyi bırakmalılar."(2)
"Sizin şu soyunuz-sopunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar)! Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine müsavi buğday taneleri gibisiniz Halbuki, hiç kimsenin kimseye din ve takva müstesna üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter."(3)
Savaş anında mutlaka uygulanması ve uyulması gereken ahlâkî prensipler ise hadislerde şu şekilde anlamını bulmaktadır:
1-Sadece muharebeyi teşvik eden ve muharebeye karışanlarla savaşılır.
2-Çocuklara zarar verilmez.
3-Kadınlara zarar verilmez.
4-Yaşlılara zarar verilmez.
5-Zulüm yapılmaz.
6-Şehirler harap edilmez.
7-kiliselerdeki rahiplere kesinlikle dokunulmaz.
8-Ekili alanlara zarar verilmez.
9-Ahde vefa gösterilir, anlaşmalara sadık kalınır.
10-Hayvanlara zarar verilmez.
İslâm, en net/açık bir biçimde ve kâmil mânada insanlığın bir daha erişemeyeceği insan hak ve özgürlüklerini düzenlemiş ve ilân etmiştir.
Başka beyanname ve sözleşmelerle mukayese edilmeyecek kadar ileri ve mükemmeldir.
Bundan dünya da etkilenmiş ve konuya eğilmeye başlamıştır.Bu amaçla İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi,Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 sayılı kararıyla ilan edilmiştir.
Ama,maalesef bu beyanneme de,akıtılan kanları durduramamış,göz yaşlarını dindirememiş,işkence ve baskılara çare olamamış,mazlum ve mağdur milletlerin iniltilerini ve baskı altında yaşamalarını önleyememiştir.
Gerçek bayramlara ve barış günlerine erişmek temennisiyle
Dipnotlar:
1-el-Hucurat, 13.
2-Sünen-i Ebu Davud, 4/331.
3-Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 4/158, İbnu Kesir, 4/128