Miraç, yükseliş, ilâhî huzura çıkış ve manevi terakki ve ruhen tekâmül anlamında bir kelimedir. Dil bilimcileri lügat anlamı olarak “merdiven” demişlerdir. Mü’minler için iman ve namazla manen terakki etmek demek olan miraç peygamberimiz (sav) için hem maddi hem de manevi terakki ve tekâmülün, Allah'a yaklaşmanın ve bu fani âlem-i şahadetten âlem-i melekûta ve huzur-u ilâhiye yükselmektir.
Miraç peygamberimizin (sav) hicretten bir sene önce Recep ayının 27. gecesi Mescid-i Haram’dan (Mekke) Mescid-i Aksa’ya (Kudüs) gece gitmesi, oradan da göklere yükselmesi, oradan da “Sidre-i Müntehâ”ya ve Arşı, Kürsiyi geçerek, “Mâ-Sivâyı” arkada bırakarak “Huzur-u İlâhiye” çıkmasıdır.
Miraç ayrıca dünyada işlenen hayırlı ve şerli amellerin, sevap ve günahların ahretteki neticelerini, cennet ve cehennemdeki meyvelerini ve sonuçlarını ümmetine haber vermesi için peygamberimize gösterilmesidir. Allah’ın mülkünün ve melekûtunun gösterilmesi hadisesidir.
Miraç, peygamberimizin (sav) göklerde bulunan meleklere peygamberimizin gösterdiği en büyük mucizesi ve insanoğlunun Allah katındaki derecesinin üstünlüğünün ispatlanması hadisesidir.
Nitekim yüce Allah İsra Suresinin başında “Ayetlerimizden bir kısmını göstermek için kulunu bir gecede Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksaya seyahat ettiren Allah her türlü noksanlıklardan münezzehtir” (İsra, 17:1) buyrularak bütün bunlar anlatılmak istenir. Bu ayette şüphesiz O işitendir ve görendir” buyrularak peygamberimizin (sav) gözünü ve kulağına işaret edilmiş ve bu mucizenin bedenle, kulakla ve gözle beraber olduğuna ima ve işaret edilmiştir. Şayet bu bir rüya veya ruhânî bir seyahat olmuş olsaydı o zaman mucize olmazdı. Zira bu gibi rüyaları ve hayalî yolculukları ve ruhânî seyirleri her insan yapabilir. Müşriklerin de inkârına gerek kalmazdı. Hz. Ebubekir’i (ra) “Sıddıklar” makamına çıkaran ancak böyle bir mucizenin varlığına tereddütsüz inanmış olması ve böylece iman bakımından bütün sahabelere tefevvuk etmiş olmasıdır.
Miracın ikinci yolculuğu olan göklere yükselmesi ise Necm Suresinde detaylı olarak anlatılmaktadır. Bu surede yüce Allah “O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm, 53:7-18) Bu ayetlerde geçen “Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı” “Sidre-i Müntehâ” “Cennetü’l-Me’vâ” “Ufuk-u Â’la” “Kâb-ı Kavseyn” “Ayetü’l-Kübra” “Allah kuluna vahyedeceğini vayhetti” ifadelerini açtığımız zaman miraç mucizesinin göklerdeki seyri ve şekli anlaşılır.
Peygamberimiz (sav) Allah'ın ayetlerini, cennet ve cehennemi, yedi kat semaları gözüyle görüp kulağı ile oradakilerin seslerini işittikten sonra mâsivayı arkasına alıp kâb-ı kavseyn makamına yükselir ve burada da en büyük mucize olan “Cemalullahı” gözleri ile gördü. Bu müşahede ümmetinin cennette “Rü’yete mazhariyetinin” delili olmuştur. Nitekim bu durumu veliyy-i kâmil Süleyman Çelebi “Mevlid”inde “Âşikâre gördü Rabbü’l-İzzeti / Âhirette öyle görür ümmeti” mısraları ile en veciz bir şekilde ifade eder.
Miracın meyvesi ve ümmete hediyesi olarak da Yüce Allah'ın katından “Beş vakit namaz” farz kılınmıştır ki bu namaz insanın manevi terakkisinin miracıdır. Peygamberimizin ruh ve bedenle olan miracı ümmetin namazı ile ruhen ve manen terakkisini sağlamaktadır. Namaz bütün mahlukatın Allah'a olan itaat ve ibadetlerinin özü, hülâsası ve mecmuunun hakikatlerini taşıyan insana has ibadetidir.
İkinci meyvesi şirk koşmadan vefat edenlerin mutlaka cennete gireceği müjdesi ve saadet-i ebediyedir.
Üçüncü meyvesi Bakara Suresi son ayetleridir ki bunda inananlar için iman esaslarını ve Allah'a yakınlaşmak için yapılacak en mükemmel dua ve istiğfarı içine almaktadır.
Dördüncü meyvesi ve hediyesi ise namaz kılan ve manevî bir mirac ile Allah'a kurbiyet kebeden mü’minlerin cennette “Rü’yete” Cemalullah’a mazhar olmasıdır. Dünyanın bin sene mesudane hayatı bir saat hayatına mukabil gelmeyen cennet hayatının ve cennet hayatının dahi bin senesi bir saat rü’yetine mukabil gelmeyen yüce Allah'ın bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i huzuruna girebilme müjdesi ve meyvesi peygamberimizin miracının sonuçlarıdır.
Peygamberimizin miraç mucizesi Mekke’liler için mucizeler silsilesinin başlangıcı olmuştur. Miracı anlatırken inanmayanlara gösterdiği pek çok mucizeleri vardır ki bunlar “Miraç” mucizesinin ne derece yüce ve önemli bir mucize olduğunu gösterir. Bunları sıralayacak olursak birincisi “İsra mucizesi” yani Kudüs’e bir aylık yolu kısa zamanda gidip gelmesidir. İkincisi, peygamberimizin (sav) Mescid-i aksa ile ilgili soruların tamamına karşısında duruyor gibi doğru cevaplar vermesidir. Üçüncüsü, yolda gelecek olan kervan ve kafilelerin ne zaman geleceğini söylemesi ve ayni zamanda Mekke’ye gelmeleridir.
Bütün bunlar Miraç gecesinin ne derece önemli olduğunu anlatmak için yeterlidir. Bu geceyi değerlendirmek için en değerli ve Allah katında en makbul olan şu gibi ibadetleri yapabiliriz:
Birincisi: Peygamberimizin (sav) miracını anlatan Bediüzzaman’ın Sözler Mecmuasının 31. Sözünü okumalıyız. Bu hem imanımızı artırır, hem en değerli ibadet olan “İman İlmi”ne ait ilmî ve yüksek bir ibadettir. İlim ibadet, ilimlerin şahı olan iman ilmi ilmî ibadetin şahıdır. Bir saat ilim öğrenmek ise bir yıllık nafile ibadetten daha hayırlıdır. 31. Söz ise hem iman, hem ilim, hem de tefekkürdür.
İkincisi: İbadetin bir başka çeşidi ise peygamberimize (sav) rahmet ve bizlere de şefaat vesilesi olan salavat getirmek ve peygamberimizi anmak ve anlamaya çalışmaktır. Salavat-ı Şerifeleri okuyarak bizi Allah'a yaklaştıracak olan peygamberimizi daha iyi anlamaya çalışmaktır. Bu manada içinde Kur’an, zikir, salâvat, dua ve miraciye bulunan Süleyman Çelebi hazretlerinin Mevlidini okuma ve dinlemek de bu manada güzel bir ibadettir. Bunun için mü’minlerin bir araya gelmesi hatta yemekli bir mevlid ile fakirleri ve çocukları sevindirmek, akrabaları bir araya getirmek de bu geceye anlam kazandıracak olan güzel bir ibadettir. Allah bu gibi ibadet ve amellerimizden dolayı bizlere rahmet eder ve bizler ancak bu şekilde Allah'ın rahmetini celb ederiz.
Üçüncüsü: Bu gecede Cebrail’in (as) peygamberimizi Kudüs’e ve oradan da göklere yükselttiği zaman peygamberimize bir misafir olarak ikramı bir bardak süt olmuştur. Peygamberimiz (sav) yüce Allah'ın bir ikramı olarak Cebrail’den (as) bir bardak süt alıp “Bismillah” diyerek içmiştir. Bu sünneti ihya için biz de evimizde süt bulundurarak misafirlerimize ve aile efradımıza “Teberrük” için ikram etmeliyiz. Bunda büyük hikmet olmazsa elbette peygamberimize (sav) bu süt ikram edilmezdi. Peygamberimiz (sav) sütü tercih edince Cebrail (as) “Sen fıtratı tercih ettin” buyurmuştur. Bunun manasını iyi düşünmek ve bu sünneti ihya etmek gerekir.
Dördüncüsü: Bu mübarek gecede madem “Namaz” farz kılındı o halde bu geceye has olan on iki rekâtlık bir namazı kılmak büyük fazilettir. İki rekâtta bir selam vererek kılınacak olan bu namazın her rekâtında fatihadan sonra onar defa “İhlâs Suresi” okunur. Namaz bittikte sonra da “Bakıyat-ı Salihat” (Kehf, 18:46) olarak Kur’ân-ı Kerimde geçen ve İbrahim’in (as) miraçta peygamberimize (sav) tavsiye ettiği “Sübhanallahi ve’l-hamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber ve lâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyul azîm” tesbihini yüz defa okumalıdır. Bu tesbihler cennette baki meyveler veren “bakıyat-ı sâlhât” olarak anılan ve her namazdan sonra okunan çok kıymetli ve değerli tesbihlerdir. Kelimeleri namazın çekirdekleri hükmündedir. Bu sebeple her namazdan sonra 33’er defa okumak sünnettir.
Beşincisi: Kulluğun gereği kişinin aczini ve zafını, fakr ve ihtiyacını bilerek dergâh-ı ilâhiyeye iltica etmek, dua ve istiğfar ile kusurlarını itiraf ederek Allah’tan af ve mağfiret dilemektir. Bunun için en az yüz defa istiğfar duası okunarak Allah’tan af ve mağfiret istenmelidir.
Altıncısı: Nur Talebeleri bu geceye has olarak geceyi uyanık geçirmeli ve Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebelerine uyguladığı gibi, geceyi uyumadan geçirmeli ve Cevşenü’l-Kebirden “Faziletli Sureleri” “Cevşen-i Kebir” “Delâilu’l-Hayrat” ve “Münacatü’l-Kur’ân” gibi en faziletli bölümleri okuyarak bu geceyi değerlendirmelidir.
Yedincisi: Kur’ân-ı Kerim’den bilenler ve okuyanlar hatimlerini tamamlar ve duasını yaparlar. Hiç olmazsa Yasin, Fetih, Rahman, Tebareke ve Amme sureleri okunmalı veya en az bir cüz Kur’ân-ı Kerim okunarak bu gece ihya edilmelidir.
Sekizincisi: Bu mübarek gecede hiçbir şey yapmaya gücü yetmeyen ve işi gereği bu geceyi ihya etme fırsatı bulamayanlar hiç olmazsa Yatsı ve Sabah namazını camide cemaatle kılarak bu gecenin feyzinden istifade edebilirler. Zira peygamberimiz (sav) “Bir kimse yatsı ve sabah namazını cemaatle kılarsa bütün geceyi uyumadan ihya etmiş gibi sevaba mazhar olur” buyurmuşlardır.
Dokuzuncusu: Bu gece uyumadan ihya edenler sahur vaktinde Sahur yemeğini de yiyerek gündüzünü, yani Recep ayının 27. gününü oruçlu geçirirlerse peygamberimizin (sav) “Recebin 27 gecesini ihya eden ve gündüzünü oruçlu geçirenler yüz sene nafile ibadet sevabına ererler” müjdesine de ermiş olurlar.
Miracın değerini ve Allah kelamı olan Kur’ân-ı Kerimin önemini kavrayarak bu mübarek geceyi ihya etmek bir mü’min için bulunmaz bir fırsattır. Allah bu gecenin feyiz ve bereketinden bütün inananları faydalandırsın…
Not: Bazı yorumcuların Rü’yetullah konusunda İsra Suresinin 60. Ayetine dayanarak “Bu bir rü’yadır” (İsra, 17:60) demeleri “Reâ” yani görme fiilinden olduğu için bizatihi uyanık olarak görme olarak anlaşılmalıdır. Zira “O işitir ve görür” (İsra, 17:1) ayeti ve Necm Suresinde miracı anlatan “Onun gözü ne kaydı ne de şaştı. Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü” (Necm, 53:17-18) ayeti ile beraber ele alındığı zaman göz ile görme ve beden ile miraca çıkma olduğu anlaşılmaktadır. Bu husus önemli olduğu için burada belirtmekte yarar gördüm. (M. A. K.)