Miracın zamanı bizim klasik zaman anlayışımızdan farklı, dünya saati ile birkaç saattir. Bediüzzaman “binler seneler hükmünde vüsati, genişliği ve ihatası ve uzunluğu vardır” diyor. Bu koca evrende dünyanın beka alemi ile ilişkisidir miraç. Peygamberimiz (asm) buradan beka alemine giriyor. Garip şey beka aleminin birkaç dakikası, bu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir. Ebedi hayata gideceğiz diyoruz amma ebedi hayatın birkaç dakikası dünyanın binler senesini içine alıyor. Sadece birkaç dakikası binler seneyi içine alıyor. Sadece birkaç dakikası, dünyada uzun yaşamak için insanlar seferber olmuşlar, halbuki beka aleminin sadece birkaç dakikası binler seneyi içine alıyor, bunu nasıl anlayalım. Ebedi yaşama nasıl bir şey buradan bir dürbünle ona bakabiliriz. Bütün meselenin ebedi hayatı kazanmak olmasının sadece bu boyutu, diğer konular farklı insanlar, mekanlar orada nasıl olacak ya hayvanlar ve bitkiler? Kurgu ile nasıl insanın bu küçük aklının ihata edemeyeceği bir büyüklük ortaya çıkıyor.
Resulullah nasıl beka aleminde binler senelik bir seyahat yapmış? Bizim aklımız bunu nasıl alsın? Bin değil binler sene hükmünde vüsati, genişliği, ihatası var. Ne kadar geniş bir zamanda dolaşmış, herhalde gördüklerinin hepsini anlatmamış. Ya anlatsaydı üç saate binler senelik seyir, gariplik, hayret. İşimiz dünyanın peşine koşmak nerden ebedi zamanı anlayalım. Bütün ömrü cihat için at sırtında geçen sahabeler, Osmanlı asakiri anlamışlar bunu. Bediüzzaman zamanı hizmet için kullanma konusunda genişliğe dikkat çeker “biliniz ki elinizden kaçmasın“ diyor.
İdraki maali bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.
“Miracın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs’ati ve ihatası ve uzunluğu vardır. Çünkü, O, Miraç yolunda beka âlemine girdi. Beka âleminin birkaç dakikası, şu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir.”
Bu uhrevi zamanın genişliği konusunda evliyalar arasında zamanın açılması hadisesi vardır. Allah o evliyalara zamanı açıyor, büyüklüğüne göre kısa dünyevi zaman içinde büyük zamana sığan işler yapıyorlar.
”Hem şu hakikate bina edilen beyne’l-evliya kesretle vuku bulmuş olan bast-ı zaman hadiseleridir. Bazı evliya bir dakikada bir günlük işi görmüş, bazıları bir saatte bir sene vazifesini yapmış, bazıları bir dakikada bir hatme-i Kur’âniyeyi okumuş olduklarını rivayet edip ihbar ediyorlar.”
İbadetlerimizin kısa zaman süreleri ahirete ebedi aleme yansıması ile ne kadar büyük bir uhrevi dünya kazanıyoruz, var kıyas eyle. Kısa bir ibadet süresini timsahtan kaçar gibi bitirip kaçmak, sabahlara kadar ibadet eden büyük velilerin, Resulullahın secdede uzun süre kalmasından Hz. Aişe’nin endişeye kapılması nasıl zamanı farkı algıladıkları görünmektedir.
Ayın parçalanması yeryüzü ahalisine gösterilmiş. Miraç da gökyüzü ahalisine “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nasıl ki arz ahâlisine inşikak-ı kamer mucizesini göstermiş; öyle de, semâvat ahalisine Miraç mucize-i ekberini göstermiştir. İşte, Miraç denilen şu mucize-i âzamı, Otuz Birinci Söz olan Miraç Risalesine havale ederiz. Çünkü o risale, o mucize-i kübrâyı, ne kadar nuranî ve âli ve doğru olduğunu kati bürhanlarla, hattâ mülhidlere karşı da ispat etmiştir.”
Miraçtan döndükten sonra Kureyş olayı garipsemiş. Onları anlatır Peygamberimiz (asm). ”Yalnız, mucize-i Miracın mukaddimesi olan Beytü’l-Makdis seyahati ve sabahleyin Kureyş kavmi ondan Beytü’l-Makdisin tarifatını istemesi üzerine hasıl olan bir mucizeyi bahsedeceğiz. Şöyle ki: Miraç gecesinin sabahında, miracını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzip etti. Dediler: "Eğer Beytü’l-Makdise gitmişsen, Beytü’l-Makdisin kapılarını ve duvarlarını ve ahvâlini bize tarif et." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman ediyor ki:
Yani, "Onların tekziplerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden, Cenâb-ı Hak, Beytü’l-Makdisi bana gösterdi. Ben de Beytü’l-Makdise bakıyorum, birer birer her şeyi tarif ediyordum." İşte, o vakit Kureyş baktılar ki, Beytü’l-Makdisten doğru ve tam haber veriyor.
Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş’e demiş ki: "Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm. Kafileniz yarın filân vakitte gelecek." Sonra o vakit kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat taahhur etmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikin tasdikiyle, güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yani, arz, onun sözünü doğru çıkarmak için, vazifesini, seyahatini bir saat tatil etmiştir ve o tatili güneşin sükûnetiyle göstermiştir.
İşte, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın birtek sözünün tasdiki için, koca arz vazifesini terk eder, koca güneş şahit olur. Böyle bir zâtı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın ne derece bedbaht olduğunu ve onu tasdik edip emrine
Semâ-i risâletin kamer-i münîri olan Hâtem-i Dîvân-ı Nübüvvet, nasıl ki mahbûbiyet derecesine çıkan ubûdiyétindeki velâyetin kerâmet-i uzmâsı ve mu’cize-i kübrâsı olan Mîrac ile, yani bir cism-i arzı semâvâtta gezdirmekle semâvâtın sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüçhâniyeti ve mahbûbiyeti gösterildi ve velâyetini isbat etti.”
Miraç Peygamberimizin keramet-i uzmasıdır, en büyük kerametidir. Keramet liyakat ve gayretle olduğu için, Mirac’ı elyak olduğunu oraya gelinceye kadar ki hayatı ile bihakkın kazanmıştır ki seçilmiştir.
Bediüzzaman çeşitli yollarla Allah’a yükselmenin yani miracın bütün tasavvuf, beşeri ve vahyi dinlerdeki seyrini ve usülünü anlatır. Bahis büyük bir ihata gerektiren izahlar ihtiva eder.
“Marifet-i Sani denilen kemalat arşına uzanan miraçların usulü dörttür. Birincisi: Tasfiye ve işraka müesses olan muhakkikin-i sufiyenin minhacıdır. (Sofilerin büyüklerinin, muhakkiklerinin yoludur, imam-ı Rabbani, Abdülkadir Geylani, Hazreti Mevlana gibi, bunlar irşada gelinceye kadar musibetler ve bedeni mümüreselerden sonra ihyaya başlamışlardır.)
İkincisi: İmkan ve hudüsa mebni mütekellimin tarikidir.
Bu iki asıl, çendan Kur’an’dan teşaub etmişlerdir. (Kur’an’dan şubelenmişlerdir.) Lakin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için uzunlaşmış ve müşkilleşmiş. Evhamdan masun kalmamışlar.
Üçüncüsü: şübehat-alüd hükema mesleğidir. (Filozofların şüphe dolu mesleğidir.)
Dördüncüsü ve en birincisi: Belagat-ı Kur’aniyenin ulvi mertebesini ilan etmekle beraber, cezalet cihetiyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı Kur’anidir.
Hem o arşa çıkmak için dört vesile vardır: İlham, talim, tasfiye, nazar-ı fikri.
Tarik-i Kur’ani iki nevidir. (Bu kısım büyük oranda Risale-i Nur mesleği ile miraca çıkmaktır.)
Birincisi: Delil-i inayet ve gayedir ki, menafi-i eşyayı tadat eden bütün ayat-ı Kur’aniye bu delili nesc ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kainatın nizam-ı ekmelinde itkan-ı san’at ve riayet-i mesalih ve hikemdir. (Kainatın büyük nizamında, mükemmel nizamında sanat inceliklerini görmek, Allah’a raptetmek, onun sayesindedir bu itkan ve sanat. Sonra bütün varlık maslahatlara göre yaratılmış ve o maslahatları ifa ederler. Hikem de yine varlığın birbiri ile iç içe ve bağımlı hikmetleri ve yaratılış galelerinin gözlemidir.) Bu ise, Saniin kast ve hikmetini ispat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. (Bütün bunlar yapılanların bir kast ile bir gayeyi düşünerek yapıldığını tesadüfün bu hikmetleri inşa etmesinin imkansızlığını anlatıyor.) Zira itkan ihtiyarsız olmaz. (Sanat incelikleri eşyanın geometri ve mizanı ancak Allah’ın ihtiyar etmesi ile olur.)
“Evet, nizamın şahitleri olan bütün fünun-u ekvan, (bütün gözleme dayalı bilimler nizamın şahididir, biyoloji, fizik, kimya, coğrafya, astronomi vb) mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış mesalih ve semeratı ve (varlıklar birbirine bağlı şekilde maslahatları gerçekleştirir, onlardan sonuçlar meyveler doğar) inkılabat-ı ahvalin katmer ve düğümleri içinde saklanmaz (bunlar tabii değişmeler denen tesadüflere bağlanmaz) hikem ve fevaidi göstermekle, Saniin kast ve hikmetine kat’i şehadet ediyorlar. (Hikmetler ve faydalar gösterilirse Sanatçı yaratanın kast ve hikmetine delildirler.) Ezcümle:
Fenn-i hayvanat, (zooloji) fenn-i nebatat, (biyoloji) iki yüz bini mütecaviz envaın büyük peder ve ademleri hükmünde olan mebdelerinin herbirinin hudüsuna şehadet ettiği gibi; mevhum ve itibari olan kavanin, kör ve şuursuz olan esbab-ı tabiiye ise (vehmi ve itibarı olan kanunlar ve şuursuz sebebler bunları yapamaz) bu kadar hayret-feza silsileler ve bu silsileleri teşkil eden ve efrad denilen dehşet-engiz birer makine-i acibe-i İlahiyenin icad ve inşasına adem-i kabiliyetleri cihetiyle herbir fert, herbir nevi müstakillen Sani-i Hakimin dest-i kudretinden çıktıklarını ilan ve izhar ediyorlar. (Bütün varlıklar bir ilahi makine gibidir, onların icadı bu sebeplere verilemez, sebepler hikmetleri düşünemez, kabiliyetleri yoktur.öyleki alttaki ayette bir kusur yoktur baksanda manası varlığın bu kadar düzenli yaratılışı eksiksiz oluşu, insanların kendi tesbitleri ile olmaz)
Kur’an-ı Kerim
İkinci delil-i Kur’ani: Delil-i ihtiradır. Hülasası:
Mahlükatın her nevine, her ferdine ve o nev’e ve o ferde mürettep olan asar-ı mahsusasını müntiç ve istidad-ı kemaline münasip bir vücudun verilmesidir. (Dairei imkanda daha güzel yoktur hükmünce her varlığa onun vazifesini tam ikmaline uygun vücud veriliyor, vücut bir tertipten geçiriliyor, bu da Allah’ın varığına yardımıdır, inayetidir.)
Bu bahis müstakil bir izahlar zincirini içine alır. Bediüzzaman’ın ihatasını gösteriyor.