Miracın Sırrı

Himmet UÇ

Miracın Sırr-ı Lüzumu Mirac bahsinin, birinci esasını oluşturuyor. Miraca neden lüzum görülmüştür, neden Allah en mümtaz resülünü uzun bir seyahatla yanına çağırmıştır, neden her veli kendi kalbinde muvaffak olduğu münacaata koca bir peygamber uzun bir seyehattan sonra muvaffak oluyor? Miraca yükselmek gibi yüksek bir gayeye varmak için bütün bir ömrünü en ince ölçülerle yaşayıp miraca yükselme payesini elde etmek için gayreti azime ile çalışmış, sonra sabır şiken bir seyahatla semaya çıkmış ta ki Allah ile buluşsun.

Buradaki paradoksu Bediüzzaman sırr-ı gamız olarak niteliyor. Bu gamız kelimesi antika bir kelime öyle her yerde kullanılmaz. Yazar kelimeyi en uygun yerinde kullanmış, bu kadar dili harika kullanan bir insanın üstüne tonlarca cüruf yığılmış Allah’ım neden? Neden hala o cürufların altında o da biz de en belalı zulümleri görüyoruz? Neden Allah’ım bu kadar harika anlatım ustasını itilmiş kakılmış bir insan gibi yüz yıldır kıymeti bilinmez bir meta gibi oraya buraya çalıp itmenin hikmeti nedir? Nedir bunun sırrı gamızı Allah’ım. Büyük insanlar böyle mi Allah’ım? Kucağında İsa ile gelen Meryem’e “Meryem sen ve ailen iffetli idi nerden bu fiili işledin” sorunca o gariban “bir de kundaktaki çocuğa sorun” demiş. Nedir bunun sırrı gamızı? Çocuk konuşmuş sırrı gamızı açıklamış.

Bir çölün ortasında baba ölmüş bir de orada dadının yanında anne ölmüş Peygamberi Zişan daha sabi orada anasız ve babasız olmayı bir anda yaşamış neden? Nedir bunun sırrı gamızı? Allah’ım nasıl dayanır bunlara bu harika mayalar, ateşe giren demir, oradan gürzün üstüne konur demirciler garibanın üstüne abanır yer misin yemez misin ondan sonra olacağı kapı kolu veya bir anahtar veya veya veya… Nedir bunun sırrı gamızı?

Nedir sırrı gamız, gamız kelimesi. Gamız, Develioğlu’nda “anlaşılması zor, kapalı, derinlik” demek. Abdullah Abi de bu manayı aynen almış, tasavvuf lügatinde gamze gözde insanı mest eden hareket. Çene ve yanaklardaki hafif çukur. Yan bakış, süzme anlamına geliyor.  Bir şair şöyle demiş;
Gamzen cefası aşıka aynı vefa gelir
Bimare iltifatı tabibin deva gelir.

Mana zaten gizli demektir çok zaman bir de gamız olunca daha derin anlam demek.  Bediüzzaman da veli ile peygamberin miracı arasındaki sırrı sırr-ı gamız olarak nitelemiş. Kelimede boğulmayınca mana da yol alınmaz. Gamz-ı ayneyn iki gözü kapatma manasına geliyor. Hz. Peygamber (asm) Hz. Ali’ye zikir telkin ederken gözlerini yummasını emretmişti. Nakşibendiye şeyhleri de mürid adayına zikir telkin ederken gözlerini yumdururlar. (Uludağ) Kapalılıkla gelişen bir mana var demek ki.

Bediüzzaman bu sırrı gamızı iki temsil ile fehme takrib etmek istiyor. Fehme takrib ne demek? Fehm anlama kudreti, yani herkes her meseleyi anlayamaz, fehminin anlayışının gücü yetmesi gerekir. Miracdaki sırrı gamızı anlamak için iki örnek veriyor.

Birinci örnek bir sultanın sıradan bir raiyetiyle konuşmasıdır, diğeri de idare ettiği ülkedeki muhit hakimiyeti ile, saltanat-ı uzma, büyük denetleyici sıfatıyla, hilafet-i kübra, umumi hakimiyeti gereği emirlerini etrafa yaymak ve teşhir etmek gayesiyle, o işlerle alakadar bir elçisi ile veya memuru ile konuşmasıdır. Bu konuşma onun haşmetini gösterir, hususi değil umumi bir fermandır.

Bu iki örneği Allah’a nisbet ederek anlatır. Daha sade bir anlatımla bir devlet adamının herhangi bir insanla konuşması diğeri de devleti temsilen bütün yönettiği ahali ile konuşmasıdır. Allah bir kulu ile de konuşur, emirlerini neşreden ve temsili hüviyeti olan peygamberi ile de halkı tebliğ etmek istediği konularda konuşur. Bediüzzaman Allah’ı her anlattığı uluhiyet konularında farklı şekillerde tavsif eder, burada da aynı şekilde üç değişik ifade ile anlatır.

Allah;
Şu kainat halıkı/ kainatın yaratıcısı.

Maliki’ül mülki vel melekut/eşyanın maddi ve manevi yönünün maliki, zahirini de batınını da, insanın vücudunu da, ruhsal dünyasını da, gördüğümüz fiziki alemi de, görmediğimiz göremediğimiz maveranın da sahibi.

Bediüzzaman Allah’ı bize belki 200 değişik tavsifi cümle ile anlattı. Bütün isimlerin alemi olan Allah’ı söyleyip onun şemsiyesi olduğu anlamları bilmemek işte bizim nesil. Onun içim Allah’ı bilmek varlığını bilmenin gayrısıdır, demişler. Abdülhak Hamit‘in şiirinde Allah diye bir araştırma yapmış Kaya Bilgegil hocam rahmetli. Onu Isparta’da öğrenciye okutayım dedim, kargodan gelmiş bizim din düşmanı çevre yazıyı geri göndermiş ittifak üyesi garabetler.

Hakim-i Ezel ve Ebed/Hâkim-i ezel ve ebed, iki zamanın bizim zamanımızın iki boyutuna hükmeden bir Allah. Biz ezel ve ebed var bir de ikisine hâkim manzar-ı ala diyor ona Bediüzzaman.

Bediüzzaman’ın Allah’ı anlatımlarından haberi olmayan ahirette anlar neyi kaybettiğini. Bediüzzaman’ın dilinden Allah diye bir koca kitap çıkar ortaya. Temennilerle olmaz bu iş, adamdan iş isterler iş. Çalışma, başkasına ısmarla, ne kolay değil mi? Bediüzzaman’la ilgili yayınları çatısının altında toplayan bir yayın ve entelektüel kuruluş yok, sempozyum var ya. Herkes ayda elli lira verse büyük bir yayınevi olur, değil mi? Bir editoryal ekip yok mu çıkanları gözden geçirsin, neler lazım onları tasarlasın.

Bu bahis velayet ile risaletin farkını anlatıyor, çünkü risaletin kudsi vazifelerinin içinde Miraç ile gidip Allah’a mülaki olmak. Allah nebisini resulünü, hem kendine dönük hem de insanlara dönük vazifelerle donatması için böyle bir ulvi seyir ve tavzif gereklidir.

Resulullahın velayeti ile risaletini birlikte anlatır, birbiri içinde. “Bütün kainatta cilveleri tezahür eden Esma-yı Hüsna’yı birden ayine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle Cenab-ı Hak tacelli-i zatiyle ve Esma-i Hüsnanın azami mertebede nev-i insanın manen en azam bir ferdine  tecelle–i azam tezahür  eder ki  bu tezahür ve tecelli Mirac-ı Ahmedinin sırrıdır ki (asm) O‘nun velayeti risaletine mebde olur.“

Peygamberimiz hem velayet hem  de risaleti miraç hakikatı içinde yaşamıştır. “Mirac ise Velayet-i Ahmediye’nin asm keramet-i kübrası  ve mertebe-i ulyası  olduğundan  risalet mertebesine inkılap etmiş. (çalışkanlığı ile temayüz etmiş bir talebenin yükselip sınıfı yönetim adına temsil makamına gelmesi gibi )

Mirac’ın batını velayettir, halktan Hakka gitmiş, Zahiri Mirac risalettir, Hak’tan halka geliyor . Velayet kurbiyet mertebesinde süluktur. Çok meratibin tayyına ve bir derece zamana  muhtaçtır. Nur-ı azam olan risalet ise  akrebiyet-i ilahiyetin inkişafı sırrına  muhtaçtır. Nur-ı Azam olan risalet ise akrebiyet-i ilahiyenin inkişafı sırrına bakar ki bir an-ı seylale kafidir. Onun için hadiste denilmiş “ Bir anda dönmüş gelmiş”  velayet de kendi tırmanıyor bir çok meşakkat ama Hak’tan halka gelirken o bir anda gönderir.Risalet bu .  Çok mertebeyi geçmesi gerekir bir derece zamana muhtaçtır. Bir veli kırk yılda istenilen yere gelir, ama akrebiyet Allah’a ait bir icraat  bir çok zamanda geleni bir anda gönderir. Birincisinin hızı insana diğeri Allah’a aittir. Biri kurbiyet diğeri akrebiyet.

Burada kurbiyet ve akrebiyetin mebhas-ı nübüvette yeri de tavazzuh eder. Mirac’ın terminolojisi de Bediüzzaman sayesinde vardır bu ülkede, uyan ey mağrur ülema…

Mühlide hitabı ayrı bir bahis çünkü Bediüzzaman mülhide daha başka bir bakış ile yaklaşır onu ilhaddan kurtarmak için azami gayret eder.

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.