Nurettin Huyut'un Ali Katıöz ile yaptığı röportaj-2
RisaleHaber
* İstanbul İlim Kültür Vakfının yurt dışında düzenlediği Bediüzzaman eksenli sempozyumlar oluyor siz de o sempozyumlara katılıyorsunuz. Her defasında bir tebliğ de sunuyorsunuz. Biraz da onlardan bahseder misiniz?
Evet, İstanbul İlim Kültür Vakfı düzenliyor, zaman zaman Risale-i Nur Araştırma Merkezi düzenliyor. Çoğu zaman da ortaklaşa düzenliyorlar. Fas’da veya Malezya’da en son Mısır’da düzenlendi. Sempozyumlar bulunduğu ülkedeki bir kuruluş aracılığı ve desteği ile düzenlenir. Yani, bahsettiğim vakıf ile araştırma merkezi tek başına bu işi yapmıyor. O ülkelerdeki bir kuruluşla ortaklaşa yürütüyorlar. Bu kuruluşlar da genellikle üniversiteler oluyor. Biz de onlarla sürekli dirsek teması içindeyiz, her konuda destek olmaya çalışıyoruz.
* Geçtiğimiz yıllarda yurt dışında çok sayıda sempozyum düzenlendi. İsterseniz en son katıldığınız iki sempozyumu, Fas ve Mısır sempozyumlarını konuşalım. Zaten bu ikisi anlatılınca diğerlerindeki atmosfer de bu sayede anlaşılmış olacaktır...
Fas’da yapılan sempozyumlardan beşine katıldım. Özellikle Fas’a istekle gidiyorum. Çünkü Fas, Risale-i Nur Hizmetlerinin İslam Aleminde merkezi olmuş gibi bir halde. Fas, Risale-i Nurların çok okunduğu bir yerdir.
Bu son sempozyum, Fas’ın Kazablanka kentinde bulunan 2. Hasan Üniversitesinin ev sahipliğinde yapıldı. Konusu:“Üstad Bediüzzaman Said Nursi ve Ahmet bin Acibe’ye göre Kur’an Tefsir Metotları” idi. Bugüne kadar katıldığım sempozyumların en seviyelisi, en ilmi sempozyumuydu diyebilirim. Zaten hemen hemen hepsi Üstadın tefsir metodunu dile getirdi.
Üstadın Tefsir Metodu bu güne kadar ilim erbabı tarafından incelenmiş değildi. Orada gerçek anlamıyla masaya yatırıldı. 15 kişilik ilim heyetinden 12 si Üstadı ele almıştı. Tebliğlerini böyle hazırlayıp sunmuşlardı. Diğer üçü ise Hem Üstad’dan hem Ahmet bin Acibe’den hazırlanmıştı ki Ahmet bin Acibe Fas’ta iki yüz yıl önce yaşamış çok büyük Alimlerinden biridir. İşari tefsir üzerine sekiz ciltlik bir tefsir yazmıştır. Bu zatın neslinden biri olan Halit bin Acibe de heyet içindeydi. O bile Hz. Üstad’dan konuştu.
Özellikle İşarat-ü-i İ’caz ile Mesnevi-i Nuriye’de tefsir kaidelerini ve belagat kanunlarını Üstad’ın nasıl kullanmış olduğunu oradaki ilim erbabının dilinden dinlemiş olduk.
* Bu sempozyumda sizin de bir tebliğiniz olmuştu değil mi?
Evet, ben her gittiğim sempozyuma mutlaka bir tebliğ ile katılıyorum. Ama mesele biz değiliz, amacımız dünyadaki ilim adamlarını konuşturmak, biz zaten devamlı konuşuyoruz. Fakat yine de her defasında ilgisiz kalmıyoruz, tebliğimiz ilgi çekiyor. Cenab-ı Allah bir nimet ihsan etmiş, onu sunmazsak mesul oluruz diye düşündüğümüzden… Yoksa ben zaten akademisyen değilim. İlkokuldan sonra eğitime ara vermiş Arapça medrese eğitimi almış biriyim.
O da eğitim sayılır. Çünkü eskiden üniversiteler onlardı. Yani, o kadar sıkı bir eğitim almış olan bir kişinin bence akademisyen sayılması gerekir diye düşünüyorum.
Doğru zaten 1965’e kadar icazetler üniversite diplomasına muadil sayılıyordu, ama daha sonra şartlar değişti.
* Fas’ta yaptığınız sempozyuma ilgi duyanlar genelde hangi kesimlerdi, halk kesimleri mi yoksa ulema kesimi miydi?
Fas da Risale-i Nurun yayılması İlim adamları arasında başladı, özellikle doçent ve profesör seviyesindeki ilim adamlarının ilk defa dikkatini çekti. Hatta ben bir tebliğimde onlara dedim, bizde bir tabir var “tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” diye burada bu tam tahakkuk etmiş. Oysa bizde tabandan gelişerek üst seviyeye ulaşmış bulunuyor. Hatta hala 28 Şubatın da etkisiyle Üniversitelerin her hangi birinde böyle bir sempozyum yapmak mümkün değil.
Oysa Fas’ta bugüne kadar 10’u uluslararası olmak kaydıyla 13 adet sempozyum düzenlendi. 13 sempozyumun 13’ü de üniversitelerde yapıldı. Üniversite talebesi ve hocalardan oluşan bir ordu adeta bu işle ilgileniyor. 2007 yılında Türkiye’de “Adalet Sempozyumu” yapıldığında Fas’tan kırk kişi bu sempozyumu takip etmek üzere gelmişti. Hepsi de kendi imkanları ile gelmişti. Bizler sadece misafir etmeye çalıştık. O nedenle orada ilim erbabı arasında büyük ilgi var. Hizmetler hayli ilerlemiş.
Burada bir tespiti dile getirmek istiyorum. Dünyada en çok kitap okuyan Fas ulemasıdır. İlmi konularda derinlik bakımından Mısır’dan hayli ileridir. Belagat ilminde, Arap edebiyatı, mantık ilminde büyük Alimler hep oradan çıkmış. Mesela bunlardan biri İmam-ı Şatıbi Hazretleriyle başlayan makasıd-ı Kur’aniye ilmi Üstadla devam etmiş ki, biz bu konuyu önceki sempozyumda ele almıştık.
* Mısır’a gelelim isterseniz. Orada neler yaptınız, gitme amacınız sadece sempozyum muydu? Yoksa başka etkinlikler de var mıydı?
Musade ederseniz Mısır’a geçmeden önce Fas’ta yapılan sunumların bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Belki siz daha önce özet sunumları yayınlamışsınızdır ama anlatacaklarım önemli…
Benimelal kentinden bir ilim adamı vardı. Kazablanka’ya 250 km mesafede bir şehirde diye tahmin ediyorum. Said Şabbar ismindeki bir profesör, değerli bir ilim adamı İstanbul’da çok kaliteli bir tebliğ sunmuştu, geldiğinde yanında bir de ilim adamı getirmişti.
Bunun tebliği benim çok ilgimi ve dikkatimi çekmişti, hatta İhsan Kasım Essalihi de aynı şeyi söylemişti. Onun söylemiş olduğu bir söz çok hoşuma gitmişti. “Ehl-i Tasavvuf akla küsmüştü ama Bediüzzaman geldi ve ehl-i tasavvufu akılla barıştırdı, Ehl-i kelam da kalbini ihmal etmiş ehl-i kelamı da kalple buluşturdu.” demişti.
Yine, mesela dedi ki “Bediüzzaman Hazretleri mantıkta Aristo’yu geçmiştir.” demişti. Tabii bunları söylerken delillendirerek, uzunca izahını yapmıştı.
Yine mesela Belagatın dahilerinden Abdulkadir Cürcani Hazretleri var. Üstad Hazretleri ona çok itibar etmiştir. İşarat-ü-l İ’caz da bir, bir buçuk sayfa kadar onun eserinden ezber olarak alıntı yapmış. Ondan bahsederek “Abdulkadir Cürcani; Kur’an’daki belagatı i’caziyeyi tek bir ayete indirebilmiştir. Bu bile ilim adamları arasında çok dikkat çekmiştir. Ama Bediüzzaman Hazretleri kelimelere kadar indirmiştir. Hem “Arap müfessirleri belagat-ı Kur’aniyeyi, Kur’anın nazmını okuyanlar ancak zevkedebilirler, belagat nazımdan çıkar bunu ancak Arap edipleri anlayabilir.” diyorlardı. Fakat Bediüzzaman Hazretleri, Nazım ile manayı birleştirerek Arapçayı bilmeyenlere de bildirerek Kur’anın belagatını tattırmıştır.” demişti. Hatta biri ona latife suretinde bir şey söyledi. “İşte” dedi “sen Bediüzzaman’ı bu kadar methetmekle selefi incitiyorsun.” O da “hayır ben onları incitmiyorum, gerçi Üstad “ben onların talebesiyim” demiş ama bana göre bugün talebe hocayı geçmiştir.” diyerek geri adım atmamıştı.
Buna benzer çok güzel tespitler... Bunlardan bir tanesi ki, benim tebliğim de onun etrafında dönüyordu; “Kainat kitabıyla Kur’anı, Kur’an ile de kainat kitabını okuma” konusu ön plana çıkmıştı. Yani, kısacası ilmi seviyesi gayet yüksek konuları ise daha çok imani mevzulara yönelikti. Zaten tebliğlerin özetini RisaleHaber yayınlamıştı, orada da görülüyordur.
* Mısır'daki organizasyon da Fas'daki gibi miydi?
Mısır Fas’tan biraz farklı idi. Orada hizmette üç yeni gelişme vardı.
Bunlardan biri 5 katlı, içinde 50 civarında öğrencinin kalabileceği bir Medrese-i Nuriyenin açılışı idi: Muhteşem bir açılış oldu. Mülk bir dershane… Orada birçok dershane var ama bu da yeni ve büyükçe bir bina olduğundan önemliydi. Hem yeri de merkezi bir bölgeydi. Türkiye’den 100 kişiye yakın insan vardı orada, mükemmel bir gece oldu.
İkincisi: Uluslar arası sempozyum vardı. Sempozyum Keşf’ül Arabi otelinde yapıldı, yani izci oteli, izcilik anlamında tarihi bir geçmişi de var.
Üçüncü etkinlik ise Kahire Kitap Fuarı idi. Bu kadar büyük ve bu kadar geniş bir kitap fuarının olacağını tahmin etmiyordum. Bu kadar fakr-u zarurete rağmen insanların bu kadar kitap düşkünü olabileceğini hiç zannetmiyordum. Fuara girmek bile büyük bir bekleyiş ve çaba gerektiriyordu. Uzun kuyruklar oluşturmuşlardı.
* Biz İslam dünyasını ilmi yönden biraz geri zannediyorduk. Sizin anlattıklarınıza bakılırsa ilim seviyeleri gayet yüksek…
Evet, çok büyük ilgi vardı. İçeri girmek için küçük bir ücret ödüyorsun buna rağmen uzun kuyruklar vardı, izdiham yaşanıyordu. İçerisi tıklım tıklım dolu ve çok büyük… Bir günde iki günde gezemezsiniz, o kadar büyük.
İşte orada Abdülkerim kardeşin nezaretinde büyük bir stant da onlar açmışlardı. Bu standı Sözler Yayınevi açmıştı. Zaten kitapları da orada basıyorlar. Kitaplara büyük ilgi vardı takım takım külliyat satılıyordu. Yani, İslam dünyası artık Risale-i Nurları okuyor. Bunun altını çizmek lazım.
Şimdi bunu burada bırakıp açılışa dönelim isterseniz. Biz ilk bir-iki gün bu dershanede kaldık ama sempozyum başlayınca otele taşınmak zorunda kaldık. Çünkü onlarla beraber olmak gerekiyordu.
Açılışa başta, Abdülhalim Uveys olmak üzere birçok tanınmış sima katılmıştı. Abdulhalim Uveys: Bizim tüm sempozyumlarımıza tebliği ile katılmış, bize kol kanat germiş, büyük bir ilim adamıdır. Sonra, Muhammed Ebu Leyla diye bir bilim adamı geldi. Suriye’den, Mekke-i Mükerreme’den çok insanlar gelip katılmıştı.
Medresenin açılışını ben şöyle basitçe bir kurdele kesileceğini sanıyordum. Hâlbuki öyle değilmiş, kalabalık bir cemaatin önünde İhlas Risalesi okunarak yapıldı. Katılanların çoğunluğu Arap olduğu için eser Arapça okundu. Okunurken bir takım izahlar yapıldı onları daha ziyade ben tercüme ettim. Sungur Abi başta olmak üzere Abdullah Yeğin Abi, Fırıncı Abi vardı. Bazen Sungur Abi bir şeyler söyledi, Araplara tercüme ettik. Bazen Araplar bir şeyler söylüyordu bu defa Türklere tercüme ettik. Yani müstesna bir gün olmuştu.
Hatta Muhammed Ebu Leyla eskiden ehl-i tasavvuf ama şimdi iyi bir Nur Talebesi, Risale-i Nuru çok okuyan çok iyi anlayan bir profesör. İhlası okurken şöyle demişti; “Bu İhlas Risalesi “Feridül fi-nev’ihi” yani nevi şahsına münhasır bir eserdir. Bu sahada böyle bir eser yazılmamıştır.” Ayrıca, “Şöyle bir tespitte de bulunmak istiyorum,” dedikten sonra şöyle konuştu, “İhlası tasavvufla birleştirdiğimizde şöyle bir hakikat ortaya çıkıyor. Üstad “ihlas sırrı, ihlas sırrı” diyor ya işte o sır şudur. İnsanın kalbinde öyle bir köşe var ki, oraya şeytan müdahale edemez ve melek de oradakileri işitemez ki yazsın, işte orası tamamen Allah’a aittir. Zaten ihlaslı olmak demek Allah için olmak demektir.” diye bir yorum getirdi. Oradakilerin özellikle Sungur Abinin çok hoşuna gitti. Yani, çok özel şeyler yaşandı o gece diyebiliriz.
Şimdi de sempozyuma dönelim isterseniz. Sempozyumda, eski Ezher Rektörü Ahmet Ömer Haşim, İslam dünyasının mümtaz ilim simalarından biridir. Şu anda da Mısır Parlamentosunun Din İşleri Yüksek Kurulunun Başkanıdır. Ben onu ilk defa yakından görmüş oldum ama daha önce onu Mısır televizyonundan tanıyorum. Devamlı programlara katılır, aynı zamanda Mısırın Fetva eminidir. Çok saygın bir insandır ve takva bir zattır.
Orada sempozyumlar bir ilim adamının nezaretinde ve adıyla gerçekleştirilmektedir. Bu defaki de O’nun adıyla olmuştu. O nedenle geldi katıldı ve mükemmel bir açış konuşması yaptı. O kadar derin ilmine ve şöhretine rağmen konuşmasında: “Bir hususu belirtmek istiyorum” dedi “Said Nursi sadece sizin üstadınız değil o aynı zamanda Arapların ve Bütün İslam dünyasının hatta tüm dünyanın üstadıdır. Onun için kıymeti bilinmesi gerekir.” diyerek konuşmasına başladı.
Devam edecek...
Röportajın birinci bölümü: Hayatımın en acı olayı Bediüzzaman’ı görememek