Geçen bir toplantıdaydım. İyi niyetlerinden şüphe etmeyeceğim insanlar elini kolunu sıvamış, hayırlı hizmetler ifâ etmek için yol haritalarından bahsediyorlardı. Baktım konuşmacılar uzun uzun misyonerlik tehlikesinden bahsettiler.
"Müsade edilmemeliydi...
"Cezalandırılmalıydılar...
"Bu düpedüz Müslüman mahallesinde salyangoz satmak idi...
Bir de rakamlar, istatistikler ve bölgelere göre tespit edilen sonuçları aktarıyordu hatipler.
En çok Hristiyan misyonerlere kananlar Afrika ülkeleri gibi açlıktan, çaresizlikten kırılan Müslümanlar oluyorlardı. Buna karşın Avrupa'da ise Müslümanlaşma artmakta idi.
Ancak acı olan ise, Doğu'da on bin kadar insanın mahkemelere başvurarak kimlikteki din hanesindeki İslam ibaresini değiştirmesi olmuş.
Konuşmak istedim ancak misafir olmak ve toplantının akışının cevaz vermemesi yüzünden mümkün olmadı. Düşüncelerimi aktaramadım.
***
Kendimize değerlerimize inancımıza itimadımız tam olmalıdır.
Misyoner bir söylese, biz bin söyleriz. Dinimizin hak ve hakikat olduğunu bilsek, binlerle delil ve kanaate medar bürhanı idrak edebilsek sorun yok...
Buyursun gelsin misyonerlerin alayı.
İşte Kur'an ve işte mahz-ı hak olan iman ve İslamiyet...
Ama eğer biz zaten çürük halka isek, dine, imana gabi, maneviyat kaynakları kurumuş bedbaht kimseler isek, misyonere ne hacet; hatta şeytana ne hacet?..
Maazalalah zaten boylamışızdır uçurumlara...
***
Yani şunu ifade edelim; Müslümanların dinlerini tam öğrenmeleri ve yaşamaları halinde misyonerlerin bir halt etmesi mümkün değildir.
Ya Müslüman olup dönerler ya da teslim-i silah ederek gerisin geriye kaçarlar.
Çünkü hakiki bir Mümine hangi misyoner ne anlatabilir, ne yapabilir?
Tarih boyunca İslamiyeti seçen sair dinlerin mensupları, araştırarak, sorgulayarak bu tercihte bulunduklarını ilân etmişlerdir. Ama tarih hiçbir Müslümanın araştırarak, sorgulayarak sair bir dine girdiğini gösteremez. Müslüman aileden gelip, gaflete, dalalete düçar olanlar ya inanç zayıflığına düşmüşlerdir ya da inkarcı olmuşlardır. Ancak başka dine yâr olmamışlardır.
Bediüzzaman Said Nursi bu hakikatı şöyle serdeder:
"Hem zaman-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize bildirmiyor ki; bir müslüman muhakeme-i akliyesiyle başka bir dini, İslâmiyet'e tercih etmiş olsun ve delil ile başka bir dine dâhil olmuş olsun. Dinden çıkanlar var, o başka mes'ele.. taklid ise, ehemmiyetsizdir. Halbuki edyan-ı saire müntesibleri mutlaka fevc fevc, muhakeme-i akliye ile ve bürhan-ı kat'î ile daire-i İslâmiyet'e dâhil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz, doğru İslâmiyet'i ve İslâmiyet'e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dâhil olacaklardır. (Tarihçe i Hayat s.83)
***
Üç beş Avrupalı'nın ya da Koreli'nin heyecanlı bir inanmışlıkla ve biraz da akçeli destekle Müslüman mahallesinde yapabileceği etki ne olabilir?
Yıllardır misyonerlik haberlerini mevsim be mevsim okuruz.
Yok merdiven altı kiliseler..
Yok parkta, bahçede grup sohbetleri...
Zayıf halka Müslümanlar için endişeleniyorsanız bir parça haklı olduğununuzu varsayalım.
O zaman buyrun kardeşim...
Madem sorumluluğunu ikrar ettin...
Vazifene hemen başla.
İşin başından aşkındır;
Söylenme; aydınlan-aydınlat!..
***
Misyonerleri cezalandırma ya da kovma işine gelince...
Ben buna karşıyım arkadaş...
Sen de çalış...
Onunla karşılaştığında "manevi cihad"ın gereği olarak ilmen ve aklen iknâ et; onun da ebedi hayatını kurtar.
Hem de onun ülkesine git, hak dini anlat; sen de dininin misyoneri ol!..
Avrupa ülkelerinde, Amerika'da bunu yapan kardeşlerimiz, kuruluşlarımız var. Kiliselerin camiye çevrildiği, minarelerin yükseldiği haberlerini aşkla şevkle izliyoruz.
Onların kamuoyunun, düzenlerinin bu hususta sergiledikleri müsait ortamı görmezden gelerek karşıt tavır talep etmek ne kadar akıl kârıdır?
Onların faaliyetleri bizimkilerin manevi gayretlerinin hukukî ve örfî dayanaklarıdır.
Sonra ilginçtir ekseriyetle, hakiki dindarların misyonerleri tehdit görme alışkanlıkları yok. Genel olarak dinî değerlerle barışık olmayanlar bunu dillendiriyorlar.
En çarpıcı örnek ise, Anasol hükümetleri döneminde Rahşan Ecevit tarafından bunun dile getirilmesi olmuştu. Kur'an kurslarını hedef alan, hafızlık eğitimlerini kısıtlayan, imam hatip ve başörtüsü gibi ne kadar dini değer varsa bunlara acımasızca düşmanlık eden 28 Şubat hükümetlerinin först leydisi Rahşan Ecevit, "misyonerlik tehlikesi günden güne artıyor" diye endişe-hahiş beyanlar veriyordu.
Halbuki samimiysen din ile diyanet ile barış ve cinayetlerinizden vazgeç. Aksi halde bu gözyaşların sahte. Nitekim rimellerin aktığı kirpiklerin döküldüğü tez zamanda anlaşılacaktı.
***
Misyonerlerin faaliyetinden bana ne?
Kendi faaliyetime bakayım. Ben ne yapıyorum? Şuurum ne kadar, beynim ve idrakim ne kadar?
Ve en önemlisi kal dilimle, hal dilim birbiriyle uyumlu mudur?
Ben iman ve irfan hamuruyla yoğrulursam, kardeş, müttehid ve hakiki mü'min bir edâyla hayattâr olabilirsem...
Değil misyonerler; dünyanın tüm nemrutları, firavunları, tağutları korksun titresin!..
Hepsine yeterim evvelallah...
Değilsem; zaten bitmişim tükenmişim;
Misyoner bahane...
***
Dünyanın küçüldüğü, ilmin ve felsefenin başını alıp gittiği, internetin hiçbir malumat ve ahvali gizli bırakmadığı bir devri yaşıyoruz.
Televizyondan, sosyal medyadan, tüketim çılgınlıklarından ve dayatılan yaşam trendlerinden âlâ misyoner mi var Allah aşkına?..
Küresel emperyalizmden ve film seyreder gibi izlediğimiz ve maalesef gün geçtikçe kanıksadığımız kan ve barut ile boğuşan perişan İslam dünyasındaki vaziyetten daha acı bir hal mi var Allah aşkına?
Bunları görmeyeceğiz de elinde İncil yazan kitaplarla dolaşan üç beş saftirik Koreli'ye bakacağız öyle mi?
Oysa asıl misyonerler hem de şeytanın misyonerleri evde, işte, okulda, çarşıda...
Onları alt etmeye, etkisiz yapmaya bakmak lazım.
Öbürü üfürükten tayyare gibi birşey...
***
İnsan fıtraten medeni ve güzel bir biçimde yaratılmış. Tüm insanların temel meselesi dünyada esenlikle mutlulukla yaşamak ve sıfır sorunla yaşamaktır.
Vicdanı bozulmamış hiçbir insan başka bir insanın acı çekmesinden mutlu olmaz; Elinden gelse sıkıntısını gidermek ister.
Hakikat bir olmasına rağmen insanlar değişik sebeplerle bir olan hakikatı bine çıkarmışlardır.
Uzaklaştıkça, kirlendikçe küçük çıkarlarını iflah olmayan egosunu herşeyin üstünde tutanlar bugünkü dünyanın faturasına imza atanlardır.
Ama dedik ya hakikat artık gizlenmiyor. Herşey alenen cereyan ediyor. Ve samimi olmayan çağrılar, deva olmayan tiryaklar tescil olunmuştur.
İslamiyet tüm cemaliyle temayüz etmekte ve hakikatleri güneş gibi her tarafı tenvir edecektir. Zaman ihtiyarlandıkça gençleşen Kur'an hükümleriyle cihanşümül mesajıyla daha çok konuşmaktadır.
Yorulan ve her zehri ilaç diye yutmaktan perişan olan insan ancak Kur'anla buluştuğunda sahici mutluluğu yaşayacağını farkedecektir. Ve bunun gereğini yapacaktır.
Mesaja ulaşmayı engelleme veya bilgiyi karartmaya habis ruhların gücü artık yetmeyecektir.
Yani enseyi karartmayacağız. Son söz yine Bediüzzaman'ın olsun:
"Hasıl-ı kelâm:
Biz Kur'an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek.
Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar." (Hutbe i Şamiye)