Geçmişten bugüne toplum hayatımızda kadının anneliği, onun varoluşsal kimliğini şekillendiren, kendisine ayrıcalıklı bir değer atfeden ve farklı sorumluluklar yükleyen bir rol olarak belirginleşir. Merhamet, şefkat, hoşgörü, fedakârlık gibi manevi değerlerin yanı sıra kültürel mirasın muhteviyatı da büyük oranda anne kanalıyla topluma yayılır ve genişleme bulur.
Toplumumuzun yakın tarihte birlikte geçirdiği medeniyet değişimi serencamını kadın ve anne üzerinden okumaya çalışmak oldukça anlamlıdır. İslamiyet’le beslenerek mayalanan bir medeniyet dairesinden tahrip edilmiş bir Hristiyanlık zemini üzerine temellenen Batı medeniyetine meyletme hadisesi, toplum hayatını hemen her veçhede etkilemiştir. Batılı hayat üslubu ve felsefesine doğru yönelen ve gittikçe şiddetlenen eğilim (hatta taklit), en belirgin hâliyle kadın üzerinde tecessüm eder.
Yenileşme sürecinin sorunları ve yeni toplumun nitelikleri tartışılırken kadın, öncelikle aile kurumu ve annelikle ilişkilendirilerek söz konusu edilir. Modernleşme seyrinde kadının annelik hüviyeti, geleneksel yapımızdaki berraklığı kadar belirgin görünmemeye başlar. Ayrıca toplumsal çözülmenin, annelik konum ve olgusunun inanç aynamızdaki ve kültürel belleğimizdeki kutsiyetini bir anlamda tahfif ettiği de görülmektedir. Bunun alt yapısında İslamiyet’le tekâmül eden geleneksel muhteviyatın, kendi inanç iklimine bigâne bir hayat telakkisi ile çatışması okunur. Zira örfümüzde annelik makamının İslami çağrışım ve atıflarla örüldüğü; Batılılaşma sürecinin yıkımından bu makamın da maalesef nasiplendiği açıktır.
Tanzimat döneminde başlayan kadına ait tartışma ve sorgulamalar bugünkü hayat üslubunu şekillendirmeye başlar. Bugün kadının duruşu, konumu ve sorumlulukları bir hayli değişmiş görünmesine rağmen bu yöndeki zihnî karmaşa ve tartışmaların sona ermediği, birçok meselenin açıklık kazanmadığı malumdur.
Kadının annelik vazifesinin yanında maddi yükümlülükler de üstlenmesi ve bunun aileye bakan yansımaları farklı yönlerden değerlendirilebilir. Bunun en belirgin tesir alanlarından biri de şüphesiz çocuklardır. Annelerin çalışma hayatına dâhil olması, malum ki bu esnada çocuklarla başkalarının ilgilenmesini gerektirir. Aileden birileri, akraba ya da bakıcılar… Bilhassa uzun saatler süren yahut tam zamanlı çalışma koşullarında çocuğun anneden mahrum kaldığı ortadadır. Oysa annenin ilgisi, şefkati ve hatta eğitiminin yeri doldurulamaz bir öneme haiz olduğu konusunda hemen herkes hemfikirdir. O hâlde, hâlihazırda nesillerin bu telafisi güç boşlukla yetiştiğini itiraf etmek gerekmez mi?
Bu ehemmiyetli meselenin kimsenin vicdanına, maddi yeterliliğine ya da kararına bırakılmaması yerinde bir uygulama olmaz mıydı acaba? Hani bilhassa 0-5 yaş arası çocuğu olan annelerin uzun saatler çalışmalarının önüne geçilse, gerekli düzenleme ve destekler sağlansa ne olur? Ruhsal ve bedensel açıdan daha güçlü çocuklar yetiştirebilmek, çocukların manevi donanımlarını arttırarak daha kuvvetli ve yetkin nesillerin duasına durmak için… Düşünelim ki, her masum yavrunun annenin müşfik sinesine olan ihtiyacı emniyette olsa…