Modernizm, Reformizm ve Tecdîd (I)

Misafir Kalem

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'ün yazısı

(23 Nisan 2019 tarihinde (Rotterdam İslam) üniversitemizde gerçekleşen "Modernizm, Reformizm ve Tecdid" başlıklı konferansta sunduğum tebliği parçalar halinde paylaşacağım.)

Söylemeye hâcet yokdur ki, konuyla alakalı bütün görüşlere, bir ilim adamı olarak saygı duyarım; ancak inanıyorum ki, Batılı ve İslam âlimlerinin bu konudaki izah ve beyânları arasında çok sayıda yanlış anlamalar bulunmaktadır. Bu yanlış anlamlara cehâleti de ekleyince, bunlar İslam hakkında peşin hükümlere dönüşürler ve o zaman bu mefhumların doğru anlaşılması için İslamın aslî kaynaklarına mürâcaat etmek hayatî hale gelir.

Bu makalede açıklayacağımız gibi, bir din olarak İslamiyet, elbette ki, tecdide müsâade eder; bu kelime yenileme diye tercüme yapılırken dikkat edilmelidir. Bu kelimeyi, yanlış anlamaları tashih, meseleleri asrın idrâkine göre açıklama diye açıklamak mümkün ise de reform yapma diye açıklama asla doğru değildir. Modernizm ve reformizm gibi yaklaşımlar, Batılı kavramlardır; mana ve muhtevâ açısından elbetteki farklıdırlar. Onların anladığı manada bu kavramlara İslamî terminolojide yer yoktur.

İslam ve modernizm, muasır din sosyolojisinde tartışma konusudur. Modernizm, üzerinde ittifak sağlanmış bir kavram olmaktan ziyâde, karışık ve çok farklı yönleri olan bir kavramdır ve maalesef bu asırda hem bazı Müslüman âlimlere ve hem de bazı İslamî yorumlara menfi etkisi görülmektedir. Bu yanlış kavramlardan biri İslamî Modernizm kavramıdır ki, hem 19. Ve 20 yüzyıllardaki Batılıları koloni hakimiyetlerinin sonucu ortaya çıkan bazı meydan okumalara ve hem de aynı yüzyıllarda İslam toplumlarının geri kalışı ve zayıflamasına alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Öncelikle Mısır ve Güney Asya’da İslam’da reform ve yeniden ictihâd iddialarıyla kendini göstermiştir. Mesela Jemal al-Din al-Afghani (1838–1897) ve Muhammed Abduh (1849–1905) gibi âlimler kendilerine reformist diyebilmişlerdir.[1]

19. yüzyıldan başlayarak, Muhammed ‘Abduh, Raşîd Rizâ ve benzerleri, İslam Hukukunu reforme etmeye teşebbüs etmişlerdir. Yaklaşımlar birbirinden farklıdır. Bazı düşünürler, bir tek mezhebe sarılmayı tenkid etmişler; İslamın temel müesseselerini korumakla beraber fıkh-ı mukaren adı altında mezheblerarası mukayeseli hukuku alternatif olarak sunmuşlardır. Diğer yaklaşımlar arasında, uygun bir çözüme ulaşabilmek için farklı mezheblerin görüşleri arasından asra en uygun olanını seçme hakkını müdafaa etmişlerdir ki, buna tehayyür yahut telfîk denmektedir.

Daha aşırı giden bazıları ise, mezheblerin ortaya koyduğu hukuk tamamen terkedilmelidir ve yeni bir İslam Hukuku ya yalnız Kur’an’ın metnine dayanarak yahut da sadece Mekke’de nâzil olan Kur’an âyetlerinden yeniden teşkil edilmelidir.[2] Bu aşırı görüşler çok az başarıya ulaşmış ve İslam âleminde gelişen hareketler hep bu fikirlerin karşısında durmayı tercih eylemiştir.

İslamî reformizm ise şu manalarda kullanılmış olabilmektedir:
1) İslâmî an’ane içinde kalarak İslamın yeniden ihyâsı.
2) İslamın esaslarıyla Batının modernizmini birleştirme şeklinde 19. Yüzyılda ortaya çıkan İslamî Modernizm.
3) İslamiyet içinde liberalizm yahut ilericilik ki, bu iki kavramla İslamiyeti barıştırma gayreti güden felsefî bir harekettir.

Tecdîd yenilemek demektir. Müceddid, konuyla alakalı Hadîse göre, asla sâdık kalarak İslamın meselelerini asrın idrakine anlatan demektir. Müceddid, sırât-ı müstakimden ayrılan İslam toplumunu, İslamın temel prensipleri ışığında yenide ihyâ eder. Tecdîd iki temel manayı taşımaktadır:
A) Birincisi, Kur’an ve Sünnet’in temel prensiplerine zarûrî dönüş.
B) İkincisi ise, bunlar açıklamak için, gereken gayret ve ictihâdı göstermek.
İslam âlimleri, müceddid ünvanın, Hadisden ilham alarak bir şeref ünvanı olarak görürler: “Yüce Allah her asırda Dinini tecdîd edecek birini mutlaka gönderecektir.”[3]

Şu hakikatı da unutmamalıyız;

"Mesail iki kısımdır:

Birisinde telahuk-u efkâr tesir eder. Belki ona mütevakkıftır. Nasılki maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için teavün lâzımdır.

Kısm-ı diğerîde esas itibariyle telahuk ve teavün tesirsizdir. Bin de, bir de birdir. Nasılki hariçte bir uçurum üzerinden atlamak veyahut bir dar yerden geçmekte küll ve küll-ü vâhid birdir. Teavün faide vermez.

Bu kıyasa binaen fünunun bir kısmı, büyük taşın kaldırılması gibi teavüne muhtaçtır. Bunların ekseri, ulûm-u maddiyedendir. Diğer bir kısmı, ikinci misale benzer. Tekemmülü def'î, yahut def'î gibi olur. Bu ise, ağlebi maneviyat veya ulûm-u İlahiyedendir. Lâkin eğer çendan telahuk-u efkâr bu kısm-ı saninin mahiyetini tağyir ve tekmil ve tezyid edemez ise de; bürhanların mesleklerine vuzuh ve zuhur ve kuvvet verir.”[4]

[1] Esposito, Jonh L. (2005). Islam: The Straight Path. Oxford University Press. sh. 115–116.
[2] ʿAbdullahi Ahmad An-Na‘im, Toward an Islamic Reformation Civil Liberties, Human Rights, and International Law, (Syracuse: Syracuse University Press, 1996); Krş. Salmi, Majul and Tanham, Islam and Conflict Resolution: Theories and Practices, sh. 103-7.
[3] This hadith was narrated by Abu Davud, Bayhaki, Hakim, Tabaraani, Ibn Adiyy and Khatib Baghdadi. The hadith scholars have a consensus on the authenticity of the hadith.
[4] Bediüzzaman Said Nursi, Mıuhâkemât, Envâr, sh. 17.

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.