SEVGİLİ abi aşağıdaki parça yazım itibarıyle 7 yıl önce yazılmış, baskı itibarıyle 5 yıl önce yayınlanmıştır. Nesil yayınları Çamdağı Ülkesi, s 151 vd. Rüzgara göre yön değiştirmediğimin isbatıdır. İstersen yayınlayabilirsin.
Üçüncü Meclis
Meclistekiler:
Molla Hünkar
Esrar Dede
Şeyh Galip
Çamdağı elçisi
Kalem Sahibi
Bir gün söz elçisi geldi. “Hakkında büyük suçlamalar var yüce divana verildin” dedi.
Yaka paça huzura çıkarıldım. Bir divan kurulmuştu. Molla Hünkar’ın huzurunda edeple oturmuştu dava sahipleri. Yer öpüp ayakta durdum!
Önce Esrar Dede anlattı:
“Destursuz bağa girmiş Hünkar’ım! Ne hatır gözetmiş ne gönül!
Galip Dede’min Hüsn ü Aşk’ını keyfince talan etmiş. Ne manasını anlamış ne dilini çözmüş. Ne vezine uymuş, ne kafiye görmüş.
Kendini anka yerine koymuş, haddini aşan zirvelerde kalem oynatmış.
Aşk, bu acemi satırlarda ölmüş, Hüsn’ün güzelliğinden eser kalmamış!
Bu eseri okuyan yola çıktığına pişman olur. Aşk konağı ebediyyen ıssız kalır. Hüsn’ü böyle görenler ona aşık mı olur?
Ez cümle “suçun cezası amelin cinsinden verilir.” Bu kelam hırsızının dilinin kesilmesini talep ediyorum!”
Sonra Çamdağı elçisi ayağa kalktı. Şöyle anlattı
“Bu zat kapımızda yetişti. Yıllarca ekmeğimizi yedi. Suyumuzu içti. Bilmedik hangi sevdaya düştü. Eline bir kalem almış, boyunu aşan deryaya dalmış. Ağaç olmadan meyve vereyim der, daha başağı dolmadan harman kurayım der!
Eline aldığı Zülfikar’dır, zar değil,
Zülfikar Ali’den başkasına yar değil
Aşk kılıcı ile oyun oynanılmaz. Oyuna alışan bir daha aşka soyunmaz.
Üstadımızın yüce sarayını keyfince bozmuş, ince nakışlar hep heba olmuş, inciler saçılmış, mücevherler cama dönmüş,
Has bahçenin haremini yerle bir etmiş, yerine sönük bir kulübe dikmiş. İnce manaları yok saymış, büyük satırlara kör kalmış,
Ne huzur bırakmış alemde, ne kendinde huzur kalmış.
Ona yaraşan sadakattir, huzurdur. Alemi aydınlatan nur bu nurdur.
Nuh tufanı var inmesin gemiden.
Bu dev dalgalar nerde, nerde bu küçük yelken?
Sanmasın bu zulmetin gerisinde abıhayat var.
Nur deryası sonunda kalın zulmet var.
Nurun her sözü ilahi ilham, bu garibin hevesi, acemi ve ham. Bu meyveleri nasıl taşır kuru bir çubuk, ölüden ölü doğar nerede diri kelam. Varlık davasına düşerse kesilir selam.
Sözün özü Esrar Dede’m doğru söyler. Elinden alınsın kalem, başına çalınsın eser!
Söz Sultanı Rum Hünkarı kalem sahibine işaret etti. “Nedir bu işin aslı, bu ne cür’et! Söz mülkü sahipsiz midir! Nerede kaldı büyüğe hürmet?”
Kalem dile geldi:
“Suçunu itiraf eden affa müstahak olur. Büyüklerin sofrasında adet budur.
Bu yolda selefim Galip Dedem söyler:
‘Esrarını Mesneviden aldım
Çaldımsa mîri malı çaldım.’
Miri malı bütün beşere yeter. Güneşi bölüşmeğe hacet var mıdır? Havayı suyu sakınmak olacak kar mıdır?
Siz aşkı gökte yıldız olarak bıraktınız. Gök kubbeye eliniz değdi, dünyaya oradan baktınız. Hüsn, haremde bir sultandı devrinizde. Aşk anılsa huzur doğardı evinizde. Ulu Hünkarım şu hale bak hele, Hüsn sokağa düştü girmez eve.
Aşkı sorma onu söylemeğe dilim varmaz. Şimdi en çirkin amelin adı aşk oldu. Gitti kutsal mana içine çirkef doldu. Gölge oyunu artık boyalı camda oynanır. “En çirkin iş” şimdi canlı yayınlanır. Seyreder baba kız aynı evde, yüzler sadece boyanmışsa kızarır.
Adına aşk derler şimdi bunun,
Esrar Dedem, aşkı bir de sokaktan sorun.
Aşkı yıldızlar kadar yücelten sizdiniz.
Yıldız yıldız aşka name dizdiniz,
Aşkı yüceltmek için peşinize düştüm! Bir serçe bir kartalı taklit etse ne yapar. Ya atlar düşer bir yerde, ya yanlış yola sapar.
Aşk hazinesini Galip Dedem bulmuş bitirmiş. Eyvah ki koyduğu sandıklar unutulmuş yitilmiş. Dil hazinesini çalmış bu vatanı çalanlar.
Eski kelimeleri alıp gitmiş söz ustası sultanlar.
Yaptığınız saraylar kimsesiz kalmış, haramîler kutsal aşkı çalmış! Haddimi aştım Hüsn ü Aşk sarayına girdim. Gördüğüm cevherlere şaştım perişan düştüm. Çağırdım çığlık çığlığa halkı, Yine yıldızlarda gösterdim aşkı!
Aşk nedir herkes görsün istedim, gücüm yetse semaya çıkardı sesim.
Bir de Çamdağı elçisi var huzurda
Ne derse hak söyler, doğru eder, Nurun devrinde sözü, Nur elçisi söyler.
Güneşi çalmaya kudret mi yeter?
Onu hangi sema saklar, hangi beşer. Nurun sadası zemini çınlatsın, hangi şaşkın ona el uzatsın
Ne var ki kurt gövdenin içine gireli, on defa değişti gençliğin dili. Bilmezdik en zoru dille oynamakmış, milletin kaderi kelimelerde yanmakmış. Nur Üstadın bozduğu büyü, her gün farklı bir dilde tekrarlanır. Sihirbazlar elinde yine urganlar canlanır. Takılır milyonlar peşlerine, masum canlar aldanır. Cehenneme gitmişken “tabiat büyüsü” Nuru duymayan onu var sanır.
Her akşam renkli camlarda, “şehvet büyüsü”, “vahşet büyüsü” tekrarlanır.
Mekteplerde “maymun büyüsü” bozulmadı daha, “tesadüf büyüsü” her ağızda saklanır.
Kalplere ve kulaklara giden bütün kanallar büyücünün elinde. Nur yolcusu henüz kendi evinde. Bir çığlık atsam der kalem sahibi, kime duyursam. Kendi neyim var? Nurun malı çalsam çalmasam! Duymadık bir el uzanır mı? Görmedik bir göz bir büyüden uyanır mı?
Kıtalar aşan sesi, kendi evimize mi hapsettik
Kaç gönül fethettik, kaç ülke geçtik
Bir de özrüm var
Nur şehrinin mimarları bu sözleri açıklar. Vaaz kürsüsü dersler. Nice sözler havalarda uçar. Nurun tezgahında satılır nice şahsî söz. Kimi izaha mizah ta katar. Kendi efkarını onunla satar.
Oysa satıra düşen söz, elde kalır. Gerekirse sahibi mizana konur.
Bu yolda himmet varsa nurundur. Güzellikler onun, bendedir kusur, hüküm şimdi ehli huzurundur.
Dili kesilecekse önce kesilmeli gıybet ehlinin. Hüküm söz sultanına kaldı. Hünkarım ferman senin.
Nur kervanı yolda gider ben peşlerinde sekerim! Kurdu kuşu yolda bırakmak, adeti değildir ehli keremin.
Buyurdu Rum diyarının Söz Sultanı
Molla Hünkar:
Nar nuru yakmaz kuvvet verir.
Bir ateşe düşmüş bu, söze suret verir.
Ehli devlet himmet eder, gayret verir.
Nur her gönüle tükenmez bir servet verir.
İtirafı sadır olmuş hem de affı var.
Doğru sözün söylenilme hakkı var.
Hak, Hakk’ın mülküdür nasıl yerde kalır.
Hak sahibi hakkını elbet ukbada alır.
Sözün güzeli kısasıdır.
Bu kıssa ‘söz kısası’nın kıssasıdır.