İstanbul’da kapısına astığı “HER SUALE CEVAP VERİLİR” levhası ile hem ulemayı ve hem de mekteplileri münazaraya davet edip kendisi hiç sual sormadan suallerine noksansız olarak doğru cevap veren;
90 cilt kitabı ezberleyen ve ezberlediği bu kitapları üç ayda bir defa ezberden tekrarlayan;
İngilizlerin 600 kelime ile cevap istedikleri 6 soruya mazhar-ı takdir olmuş bir cevap veren;
Henüz 33 yaşındayken Şam’daki Câmi-i Emevî’de içerisinde 100 ehli ilimin bulunduğu yaklaşık 10 bin kişiye, Şam ulemasının ısrarıyla, Arapça olarak hutbe irad eden;
Arapçanın en mükemmel lügati olan Kamus-u Okyanus’u “Sin” harfine kadar kelimesi kelimesine ezberleyen;
20 yılda bitirilen kitapları 3 ayda öğrenen;
14 yaşında icâzet alıp, icâzet almaya yakın talebeleri tedris eden;
Ağabeyi Molla Abdullah tarafından 80 kitaptan imtihan edildikten ve aldığı cevaplardan sonra ağabeyine ders vermeye başlayan;
Medrese Hocası Molla Fethullah’ın sorduğu sorulara aldığı cevaplar karşısında hayrette kalarak “Zekâ ile hıfzın ifrat derecede bir kimsede tecemmuu nâdirdir” dediği;
Aynı Medrese Hocasının “Bizim medreseye gayet genç bir talebe geldi. Her ne sual ettimse bilâ-tevakkuf cevap verdi. Bu yaşta zekâsına ve ilmine ve fazlına hayran kaldım” diyerek methettiği;
Ömründe gördüğü ve işittiği ve merakını tahrik eden ve ona hoş gelen mânâları ve kelimeleri ve suretleri ve savtları unutmayan;
Mu’cizât-ı Ahmediye (a.s.m.) risalesi olan On Dokuzuncu Mektupta Peygamber Efendimizin (a.s.m.) 300 kadar mucizesini, yanından Kur’an-ı Kerimden başka kitap bulunmamasına rağmen ezberden günde iki-üç saat çalışmak kaydıyla mecmuunu 12 saatte telif eden;
Mısır Câmiü’l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahît Efendi’nin Üstad Bediüzzamanı ilzam etmek maksadıyla Arapça olarak sorduğu soruya Arapça olarak aldığı cevaptan sonra “Bu gençle münazara edilmez. Ben de aynı kanaatteyim. Fakat bu kadar veciz ve beliğâne bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman’a hastır” dediği;
İbn-i Sina gibi bir dâhi-yi hikmet bir zat ve ulemâ-i İslâm Haşir mevzusunda “haşir bir mesele-i nakliyedir. Delili nakildir. Akıl ile ona gidilmez” dediği halde, haşir meselesini akılla ispat eden Üstad Bediüzzaman Mesnevi-i Nuriye’de Katre Risalesinde “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim” diyor.
İlimde zirve böyle dâhi bir zatın “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim” demesinden, bize ders vereceği dört kelimenin ne kadar kıymetli ve gerekliği olduğunu anlıyorum.
Neydi o dört kelime?
“Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar’dır” diyor Üstad Bediüzzaman.
Biz burada “mânâ-yı harfî ve mânâ-yı ismî” kelimelerini anlamaya çalışacağız.
Mesela bir çiçeğe “ne kadar güzel bir çiçek” demek çiçeğe mânâ-yı ismî ile bakmaktır.
Aynı çiçeğe “ne kadar güzel yaratılmış bir çiçek” diyerek, çiçeği yaratan, hayat veren, süsleyen, renklendiren, içinde şifa gizleyen, neslinin devamı için içinde tohumcukları saklayan ve daha birçok Esmasıyla o çiçekte tecelli eden bir Allah’ın olduğunu bilmek, düşünmek, tefekkür etmek ve o nazar ile bakmak çiçeğe mânâ-yı harfî ile bakmaktır. Yani eserden Müessire; sanattan, Sanatkâra; mektuptan, Kâtibe intikal etmektir.
Söz gelimi:
Çiçekteki hayat Allah’ın HAYY ismini;
Çiçeğin baharda tekrar çıkması Allah’ın MUHYÎ ismini;
Çiçekteki güzellik Allah’ın CEMÎL ismini;
Çiçekteki süslemeler Allah’ın MÜZEYYÎN ismini;
Çiçekteki o harika renkler Allah’ın MÜLLEVVİN ismini;
Çiçeği tür yapan bütünleştirici özellikleri Allah’ın VÂHİD ismini;
Çiçeğin kendi türü içerisindeki farklılığı Allah’ın EHAD ismin;
Çiçeğin hastalıkların iyileşmesinde vesile olması Allah’ın ŞÂFÎ ismini;
Çiçeğin karnında gizlenmiş tohumcuklar Allah’ın HAFÎZ ismini;
Çiçeğin toprak içindeki tohumundan çatlayarak çıkması, tomurcuk haline gelmesi ve tomurcuğunun açılarak çiçek halini alması Allah’ın FETTAH ismini;
Çiçekten hayvan ve insanların beslenmesi Allah’ın REZZÂK ismini;
Çiçeğin kirli havayı alıp, temiz havayı vermesi Allah’ın KUDDÛS ismini;
Çiçeğin yaprak, gövde ve kökü ile bir arada kaim olması Allah’ın KAYYÛM ismini;
Çiçekte şifadan tut, rızka kadar bir sürü fayda takılması yanında güzel bir renk, güzel bir şekil ve güzel bir koku vermesiyle çiçeği ve çiçeği görecek insanı yaratan Allah’ın kullarını ne kadar çok sevdiğini anlar ve çiçekte Allah’ın VEDÛD ismini görürüz.
Biz, çiçeğe bu manalarla baktığımızda çiçeğe mânâ-yı harfî ile bakmış oluruz.
Yani, çiçeği yaratan, ona bu güzelliği ve bu faydaları takan biri olduğunu anlar ve görürüz. İşte bu anlama ve görme Allah hesabına olduğu için mânâ-yı harfî ile bakmış oluruz.
Üstad Bediüzzaman bu risalenin devamında: “Cenâb-ı Hakkın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfi ile ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismi ile ve esbab hesabına bakmak hatâdır.” diyor.
Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi, her şeye “mânâ-yı harfi” ile bakmalı; tüm mahlûkatın meydana gelmesinde yalnızca sebeplerin etkili olduğunu ifade eden, bir yaratıcının olduğunu ifade etmeyen, yani yaratıcıyı yok sayan ifadeler olan “mânâ-yı ismi” ifadelerinin ve bu tür bir bakışın hatâ olduğunu anlıyoruz.
Kastamonu’dayken yanına gelen lise talebelerinin “Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” demesine karşın Üstad Bediüzzaman'ın verdiği cevaba bakacak olursak: “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” İfadelerinde geçen “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip…” ifadesi ile “Hâlıkı tanıttırıyorlar.” İfadesinden ve bu bahsin geçtiği yer olan Altıncı Mesele’nin devamında ve tamamı birer “mânâ-yı harfi” dersi olan misallerle de bizlere her bir fenne yani her bir ilime mânâ-yı harfi ile bakarak Allah’ı tanıyabileceğimizi bizlere ders vermektedir.
Mânâ-yı harfi ile bakarsak ne olur?
Kâinata ve tüm mahlûkata mânâ-yı harfi ile bakınca bu bakışlarımızın hepsi birer tefekkür ibadeti hükmünde olur ve hadis ile sabittir ki “bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır”. Yani, çiçeğe yukarıda örneklediğimiz gibi bakıp, bunun üzerinde bir saat tefekkür ettiğimiz zaman bir sene nafile ibadetten daha hayırlı ve sevaplı bir amel yapmış oluruz.
Mânâ-yı harfi ile baktığımızda, Allah’ın yarattıkları üzerinde tecelli eden, yani gördüğümüz her şey üzerinde görünen Esmaları okuyarak sanattan Sanatkâra ulaşarak imanımız ziyadeleştirir, güçlendiririz.
Mânâ-yı ismi ile bakarsak ne olur?
Tabiat Risalesinde geçen ifadeyle: “Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar.”
Üstad Bediüzzaman’ın bu ifadelerinden de anlaşılacağı gibi: Mânâ-yı ismi ifadeleri dinsizliği işmam eden, yani dinsizlik kokan ifadelerdendir. Bilerek, bilinçli bir şekilde kullanılması imanımız açısından çok tehlikelidir.
Hayatımızın her safhasında, kâinata ve tüm mahlûkata mânâ-yı harfi ile bakmayı ve yaşamayı ve bu hakikatleri yaşayarak son nefesimizi vermeyi nasip etsin!
Selâm, dua ve muhabbetle…