Peygamber denince akla öğreten yani muallim gelir. Çünkü o bir öğretmen gibi Rabbimizi bize tarif edendir. Öğretmen nasıl sınıfta bir hakikati, bir portreyi tanıtır, bir olayı anlatırsa, peygamber de asırlarca insanların tanımadığı Allah’ı öğretmiştir, tanıtmıştır. O Rabbimizi bize tarif eden üç büyük külli muarriften biridir, yani tarif eden. Tarif de öğretmenlik fiiline girer.
İnsanlar asırlarca Allah’ın ne olduğunu anlamamışlar, gidip nesnelere tanrı diye yapışmışlar. Bu kainat kitabının büyük ayeti “Hatem ül Embiya Aleyhisselatü vesselamdır.” Delil de öğretmenin öğretiminin hudutları içindedir. Bir öğretmen olarak peygamberin fiillerini, hadisleri ve hayatı ile tevsik ederek anlatmak ideal olanıdır. Cebrail ile görüştükten sonra ümmetine Allah’ı nasıl tanıttı? O güne kadar putlara tapmış olan insanları maddenin dışında fizikötesi bir manayı nasıl anlattı, keşke orda olsaydım. Geleceğin ashabı nasıl karşıladı, merak konusu.
Bediüzzaman, öğretmeni vazife başında tarihi güncelleyerek anlatır.
“Eğer istersen, gel, Asr-ı Saadete, Ceziretü'l-Araba gideriz. Hayalen olsun, onu vazife başında görüp ziyaret ederiz.”
Bediüzzaman harika anlatım teknikleri kullanır, geriye dönüş tekniği come back, bahse sıcaklık ve yaşanmışlık getirir bu bakış açısı.
“İşte, bak: Hüsn-ü sîret ve cemâl-i suretle mümtaz bir zâtı görüyoruz ki, elinde mu'ciznümâ bir kitap, lisanında hakaik-âşinâ bir hitap, bütün benî Âdeme, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor.”
Öğretmenin en büyük görevi tebliği, yani beliğ bir şekilde bir şeyi anlatmaktır, bir hakikati anlatmaktır. Tebliğ öğretmen demektir, bütün peygamberler adları levh-i mahfuzda mahfuz, sayısız peygamberler ümmetlerine tebligat yaptılar. Keşke bütün peygamberlerin hayatları, karşılaştıkları zorluklar, hayatlarını feda ettikleri anlar kainatın hafıza-i kübrasından film şekline dönüp yere inseydi. Gerçi Kur’an büyük peygamberlerin hayatını bir sinema gibi anlatır. Bediüzzaman da Kur’an sineması tabirini kullanır.
Hz. Musa’nın hayatındaki sinematik olaylar anlatılmıştır ama iyi şekilde tersim edilmiştir. “Yine hatırlayın ki sizin geçmeniz için denizi yarmış sizi kurtarıp siz bakıp dururken gözlerinizin önünde Firavun hanedanını boğmuştuk.” Sanat için herşey var sanatçı yok. Nasıl harika, görsel bir anlatıcı, hem de yorumcu. ”Ve bir vakit Musa’ya kırk gecelik bir süre ayırmıştık. Ama siz Musa’nın ayrılmasından az sonra buzağıyı ilah edinip zalim olmuştunuz.” Yorum ve canlılık ne kadar harika. Umberto Eco’yu takdir ederim bir din mekanını roman yapmış Gülün Adı diye. Harika bir roman, Nobel ödülü almış. Biz ise Allah’ı resim gibi anlatmış, resimden korkmuşuz. Vakanüvistler savaş cereyan ederken savaşı yazarlar onun için onlara olay yazan denir ama resmini anlatmazlar. Allah resim gibi anlatır biz resmini çizmeyiz, normatik ve doğmatik düşünce ne yaparsın.
Hitap anındaki bütün fiilleri anlatır büyük öğretmen. “Hakaik aşina bir hitap” yani hakikatleri anlatıyor. Hakikatleri bilmiyor, bilmek ötesi, onlara aşina. Anlatırken ne konuşuyor öğretmen.
"Sırr-ı hilkat-i âlem olan muammâ-i acibânesini hal ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını fetih ve keşf ederek, bütün mevcudattan sorulan, bütün ukulü hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş sual-i azîm olan "Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?" suallerine mukni, makbul cevap verir."
Öğretmenin çözdüğü insanlık tarihinin en önemli sorusu. Bir sinema, bir tiyatro eseri bu Ondokuzuncu Söz. Bir nübüvvet sineması. Ne kadar müşahhas ve gözle görülmüş gibi anlatımlar. Öğretmenin anlattıkları bütün aklı başında insanların, filozofların, ruhanilerin sorunları bunları bir araya getirmiş. Latincede covadis “nereye?” diye bir fiil var. Bütün felsefe ve dinler, mitoloji bu sualin arkasında. Nereye? Öyle ya yarılan toprağın içine bir dürüm gibi sokulan insan nereye gidiyor? Bu sualin çözümü için insanlık tarihi bir paranoya ve trajedi.
İskender Pala, Muhammed isimli romanında, babanın günlerce çocuğunu gömmenin sıkıntıları ile sonra gidip onu gömmesini anlatır. Geri zekalı adam böylece toplumun onurunu kazanır. Allah’ım bu nasıl bir elem? Kitabı okurken yazara biraz kızdım çünkü çok ayrıntılı. Batılı tafsil saf zihinleri idlal eder diyor ya o adam. Millet Allah’tan korkmasını öğrenemedi, hala koronadan korkuyor. Soyulmuş muz gibi dolaşanlar onları gören ilahi bir gözün ne düşündüğünü ne bilsin? Mukni, makbul cevap vermek öğretmenin görevi. Tebliğ böyle olur.
Ondokuzuncu Söz bir büyük öğretmenin izahı, öğretmen risalesi. Bütün fiiller öğretimin ayrıntısı.
“Bak öyle bir ziya-yı hakikat neşreder ki…“ “Böyle bedi bir kainatta böyle bir Zat lazımdır, yoksa kainat ve eflak olmamalıdır.”
“Bedi kainat” diyor. Bedi estetik demek, yani en ideal çizilmiş ve yaratılmış bir kainat halketmiş demiyor. Bedii adam bedi anlatır. Burada güzellikleri anlatacak ama bir kelime yetiyor bedi kainat. Nerden konuşuyor adam her yerde en ideal kelime. Biraz da Iğdırdakilere bedi öğretmeli. Allah’ım nasıl çıktı bu insanlar bu harika metinlerin içinden. Bitmişiz abi bitmişiz. Mal kalmış delinin elinde. Kainatın bedi oluşunu anlatamayan bir öğretmen kainatı da anlamsız yapar. Dersini anlatamayan hocanın durumu gibi.
Altıncı Reşhada o bir göstericidir. Göstermek de öğretmenin görevi değil mi?
O muallim olduğu gibi ümmetini de muallim yapmış. ”Bütün aleme muallim ve medeni ümeme üstad eyledi.“ O aynı zamanda muallim-i ukuldür. Nasıl bir terkip, gel de hayret etme. Akılları talim ettiriyor. Ona gelinceye kadar bu sırları akıl taşıyan insanlar anlamadılar. Onların akıllarına öğretmenliği O (asm) öğretti, büyük öğretmen. Sadece muallim mi? “Mahbub-u kulub.” Savaşta eşine ve çocuklarını değil onların şehit olduğunu duyan kadın habire koşmaktadır, sürekli bağırır “Resullullah nerede?” Onu görünce yere kapanır, o aradığını bulmuştur. Allah’ım ne insanlar. Bizi bunlara süpürgeci yap Allah’ım.
Öğretmen ahlak-ı hasene ile techiz eder.
Onun harika icraatını anlatır. Dokuzuncu Reşha onun psikolojik harikalığını anlatır. "Pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar, pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karşısında, pek büyük meselelerde, pek büyük dâvâda, pek büyük bir serbestiyetle, bilâpervâ, bilâtereddüt, bilâhicap, telâşsız, samimî bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedit, ulvî bir surette söylediği sözlerinde..." O hakikatbindir aldatmaz.
Onuncu Reşha göstermektir yine isbattır. "İşte, bak: Ne kadar merak-âver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakaikı gösterir ve mesâili ispat eder." Onbirinci Reşhada habercidir. ”Görmüştür, görüyordur, gördüğünü söylüyordur.” Öğretmendir, “ders verir.”
İşte öğretmen, muallim Allah Resulü (asm) ve Bediüzzaman’ın onu anlatımı… Bahsin sıralanışı ve fiiller o kadar sıravari ve mantıklı ki metne hayran olmamak imkansız.
Sonunda Salavat ile bitirir büyük yazar. ”O muciznüma ve hidayet edaya bir kısım kati mucizatına işaret eden, bir salavat getirmeliyiz.“
Ondördüncü Reşha kitabına hasredilmiştir. ”Kur’an mahzen-i mucizat ve mucize-i kübradır.”
Ondokuzuncu Mektup da dört nükteli işaret, öğretmenin portresini çizer. Biraz onunla ilgili tarihin tavrını eleştirir. "Meselâ, Hazret-i Cebrail ve Mikail iki muhafız yaver (cümleye bak) hükmünde gazve-i Bedir'de yanında bulunan bir zât-ı mübarek, çarşı içinde bedevî bir Arapla at mübayaasında münazaa etmek, birtek şahit olan Huzeyme'yi şahit göstermekle görünen etvârı içinde sığışmaz."
Daha sonraki bahisler insanları hayrete düşüren mucizelerini anlatır.
Sevgi böyle olur…