İnsanoğlunda hâkim olan bir çok duyguların ifrat, tefrit ve vasat dediğimiz üç mertebesi vardır. Bizler mümin olarak her hareketimizde birbirimizle münasebetlerimizde hadd-i vasat olanı tercih etmemiz gerekmektedir. Üstad Bediüzzaman hazretleri : “Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âli makam vermek yerine fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lazımdır” diyerek birbirimiz ile olan münasebetlerimizdeki ölçüleri belirterek aramızdaki bağların ve irtibatın kuvvetinin ehemmiyetini vurgulamaktadır.
Yaşanmış bir iki örneği siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
Bu günlerde gayretli bir kardeşimiz öğretmen olan arkadaşını ara tatil dönüşünden sonra, hasbihal etmek amacıyla telefon ile arayıp sorduğunu dile getirdi. İşte kardeşimiz öğretmen arkadaşı ile aralarında geçen görüşmede şunları dile getirmektedir:
“Öğretmen olan arkadaşım tatilden dönmüş, aradı, memleketten geldiğini ifade etti, özlem giderdik, ara tatili fırsat bilerek izne memlekete gitmişti, pazar günleri talebe dersini beraber yürütüyoruz. Pandemiden önce, hemen hemen her hafta görüşüyorduk, telefon ile uzun uzun konuştuk, kendisi, tatilde uzun süre görüşmediği arkadaşlarıyla görüştüğünü söyledi ve ekledi: “Üniversiteden beraber dershanede kaldığımız bir arkadaşım vardı, uzun süre görüşmüyorduk, bu ara tatilde görüşme fırsatım oldu, Risale-i Nur’lar ile irtibatını kesmiş, ama pusulasını şaşırmış, neticesinde Allah’ı inkâra kadar varmış, ‘benim fikrim bu diyor’ ama bu fikrinde de ısrar ediyor, konuştuk ama nafile” dedi.
Öğretmen arkadaşım bunları anlatınca benimde lise döneminde beraber kaldığımız bir arkadaşım aklıma geldi, lisede iken beraber aynı dershanede kalıyoruz, sınıfta bir arkadaşım vardı, dershaneye davet ettim, nihayetinde geldi, bir ağabey ile tanıştırdım, beraberliğimiz devam etti, derslere gelmeye başladı ve o kadar dershaneye ve derslere alıştı ki geceleri de aynı yerde yatıya bile kalıyordu, devamlı beraberdik, Risale-i Nurları anlama konusunda da kendini iyi yetiştirdi, okul bittikten sonra dağıldık. Bu arkadaşım Endüstri Mühendisliğini kazandı, ama bu ara Risale-i Nurlar ve arkadaşlarla ile irtibatını koparmış, okulu bitirdi, bir fabrikada müdür oldu, çok para kazandı, zengin oldu, babasının isteği üzere memleketine geri döndü, bir müddet üniversitede hocalık yaptıktan sonra ilaç mümessili ve en son olarak emlak işleri ile uğraştı. Bu arkadaşım çok zengin oldu, evler, arsalar ve nakit paranın onun yanında haddi hesabı yoktu, ama pusulasını şaşırmış, sırat-i müstakimden ayrılarak yoldan çıkmış, her türlü günahı işlemeye başlamış, ardından bütün servetini kaybetmiş, sonuç olarak “sadece şu gördüğün araba ve bir evim var” kardeşim diyor ve anlatmaya devam ediyordu:
“Maalesef bazen Risale-i Nurların kıymeti bilinmiyor” diyordu, nasıl dedim? anlatmaya devam etti; “ben geçmişte kumar masasında oynarken, o ortamda o kadar dürüst insanlar vardı ki, haram işliyorlardı ama kimse kimseye haksızlık etmiyordu, kimse kimseye hile yapmıyordu, yalan söylemiyorlardı. Bu insanların Risale-i Nurlara çok ihtiyaçları vardı, ama bunlar dünya görüşü olarak ve siyaseten belki bizim gibi düşünmüyorlar, ama bir dershanede siyaset veya ticaret kokusu gelirse muhalif fikirli insanlar o dershaneye gelmezler. Bu insanların belki çoğu bundan dolayı nurlardan mahrum kalmış olabilirler, kardeşim, Risale-i Nurlar çok büyük ve çok kıymetli, Nurlara siyasi ve ticari anlayışlarından dolayı perde olabilecek insanlar çok küçüktürler, herkesin ve kesimin bu nurlardan istifade etme hakkı var.” diyerek tebliğde her kesime ulaşmamız gerektiğini dile getirdi.
Sonunda öğretmen arkadaşım: “Hepimiz bu ahir zaman tehlikeleriyle karşı karşıyayız, kendimizi korumak için müfritane irtibat ve Nur hizmetleri ile meşguliyet bizleri bu tehlikelerden muhafaza için bir sigorta hükmündedir inşaallah” dedi.
Yukarıda verdiğimiz her iki misalde de daha önceden Risale-i Nurları tanıyan ama devamını getirmeyen, irtibatı kesen ve bir şekilde arkadaşlarından ve bu nezih ortamdan kopan insanların yukarıdaki bahsettiğimiz benzer tehlikeler her zaman başına gelebilir, neticede beşeriz, nefis sahibiyiz, her an şaşabilme ihtimali ile karşı karşıyayız. Bu imam hakikatleri ile tanışmamızı bir şans ve ganimet olarak bilip imanımızı ve moralimizi her zaman taze tutmamız gerekmektedir. Bu anlamda bir arada yaşayan ve nefes, alan ve aynı gemide yolcu olan biz mürettebatın da irtibat kanallarını açık tutması ve her zamankinden fazla şefkat, merhamet, sadakat ve ihlas düsturlarını ön planda görerek bu hakikatleri muhtaç gönüllere ulaştırmamız bir insani vazifemiz olsa gerek.
Sonuç olarak; Üstad Bediüzzaman hazretlerinin: “Hem madem bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı imaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz.” tavsiyesini uygulamamız isabetli olacaktır. Bu duygu ve düşünceler ile siz muhterem okuyucularımı gönülden selam ve muhabbetle kucaklıyor, Allah’a emanet ediyorum.