Sevgi ve karşılıklı hoş sohbette bulunmak anlamlarına gelmektedir. Kainatın varlığının sebebi, rabıtası, nuru ve hayatıdır. Muhabbet, düşmanlığın zıddı olan bir duygudur.[1]
Yüce Allah, insanın kalbini, kendisine iman ve muhabbet etmesi için yaratmıştır. Kalbe yerleştirilen bu muhabbet, kainatı istila edecek kadar da geniştir.[2] Bu kadar geniş ve nihayetsiz muhabbete, elbette nihayetsiz bir kemâl sahibi olan Allah layıktır. Nitekim muhabbetin merkezi olan kalbe; Samed (her şey Kendisine muhtaç olan) âyinesi denilmiştir.[3]
Muhabbet, insanın elinde olan bir şey değildir. İnsan nefsini, yakınlarını ve sair her şeyi sevebilir. Ama ölçüyü hiçbir zaman kaçırmamalı, muhabbetin yüzünü, mecâzî muhabbetten hakiki muhabbete çevirmelidir.[4]
Muhabbetin gözü kusuru görmez. Nefsine muhabbet adına, kusurlu ve liyakatsiz bir cam parçası gibi olan nefsini, bir pırlanta, bir elmas zanneder.[5] Kendisini beğenen ve seven adam başkasını sevmez. Sever gibi görünse de samimi sevmez. Belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır ve kusuru nefsine almaz. Bu nedenle insan, kendi nefsine muhabbet yerine, düşmanlık etmeli veya acımalıdır. [6]
Bir adam zatı için sevilmez. Belki sıfat veya sanatı için sevilir.[7] Velîler, meslek itibariyle mürşitlerine muhabbet ile bakarlar. Muhabbetlerinde aşırılığa kaçarlar. Muhabbet ettikleri kişiyi makamından fazla görmek arzu ederler ve öyle de görürler. Cezbe halinde olanlar, muhabbetin taşkınlıklarından dolayı mazur olabilirler: Bu üstün tutarak muhabbetleri, ancak Hulefâ-i Râşidîni kötülememek, düşmanlık etmemek ve İslâmî usulün dışına çıkmamak şartıyla caiz olabilir.[8]
Muhabbet edilen bir şey ya lezzeti, ya menfaati, ya evlada meyil gibi bir cinsî münasebet için ya da mükemmel olduğu için sevilir. Mükemmel olana, başka bir sebep, bir garaz lazım değil, o bizzat sevilir.[9]
Bazen bir şeye şiddetli muhabbet, o şeyin inkarına sebep olabilir.[10] Yokluğa mahkum olan bir seyircinin muhabbeti, yokluğun tasavvuruyla düşmanlığa döner, hayranlığı ve hürmeti küçük ve hor görmeye doğru meyleder.[11]
Meşru olmayan bir muhabbetin neticesi merhametsiz azap çekmektir. Çünkü insan fıtraten Cenab-ı Hakkın zâtı, sıfatları ve isimlerine sarf etmesi gereken muhabbeti, nefsine ve dünyaya, meşru olmayan bir surette, sarf ettiğinden, hak ettiği cezayı çeker.[12]
Eşrefoğlu Rûmî, bir şiirinde, dünya muhabbetini, azap verici zehirli bir bala benzetir: Bu dünyanın muhabbeti / Şol ağulu bal gibidir./ Ağusın bilen ol bala / parmağın banar değül.[13] Dolayısı ile dünyaya hırs ile bağlanmak ve mecazi anlamda muhabbet etmek çok geçmeden azaba vesile olacaktır. Dikkatli olup o balın zehirli kısmına varmamak gerekir.
Bir insan, öncelikle muhabbetini Allaha verirse, Allahın sevdiği her şeyi sever. Mahlukata taksim ettiği muhabbeti, Allaha olan muhabbetini azaltmaz, aksine artırır. Yaratılmış olan dünyadaki şeylere muhabbet ise, belalı bir musibettir. Bir üzüm yedirir, yüz tokat vurur. Gençliğin gibi muhabbet ettiğin şey ya seni tanımaz, Allaha ısmarladık demeden çeker gider, ya da muhabbetinden dolayı seni hakir görür.
Muhabbetin aşırı olanına aşk denir. Mecâzî aşklarda, âşıkların yüzde doksan dokuzu maşukundan şikayet eder. Çünkü: Samed âyinesi olan kalbin bâtını ile putlara benzeyen dünyevî şeylere muhabbet edildiği zaman, o sevilen şeylerin nazarında çirkin görünür, reddedilir, azarlanır. O zaman öyle birisine muhabbeti edilmelidir ki, muhabbet zilletsiz bir saadeti olsun. Allah hesabına mahlukata edilen muhabbet, firaklı ve elemli olmaz.
İnsan kendisini, akrabalarını, milletini, canlı mahlukları, dünyayı ve kainatı sever. Onların lezzetleriyle lezzetlenebilir ve elemlerinden elem duyabilir. Halbuki şu âlemde hiçbir şey kararında kalmadığından çaresiz insan kalbi her vakit yaralanıyor. Daima ızdırap içinde kalıyor. Akıllı insan, bütün o muhabbetleri, nihayetsiz kemâl ve cemâl sahibine yani ne vakit hakiki sahibine verirse, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırapsız sevebilir. Muhabbet, doğrudan doğruya kainata sarf edilirse, en leziz bir nimet iken, en elîm bir ceza olur.
Karşılığında bir mükafat ve bir sevap istenilen muhabbet zayıftır, devamsızdır ve halis değildir. Halis muhabbet, insan fıtratına ve umum validelere yerleştirilmiştir. Halis muhabbete tam manasıyla validelerin şefkatleri mazhardır. Valideler, o şefkat sırrı ile evlatlarına karşı muhabbetlerine bir mükafat ve bir rüşvet istemezler. Muhabbetin ihlaslı bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tercih edilir.[14]
Sonuç olarak, insanın her şeyi sevmeye hakkı vardır. Peygamber Efendimiz; Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. buyurarak muhabbetin, imanın bir hassası olduğuna işaret etmektedir. Dolayısı ile toplumun kemâline ve yücelmesine ilk ve en birinci basamak kardeşlik ve muhabbettir.[15] İnsanın yapması gereken tek şey, bu sevdiklerini yalnız nefis hesabına değil, Cenab-ı Hakkın hesabına ve Onun muhabbeti namına sevmek, meşru dairede ve kanaatkâr bir şekilde kazanmak, tefekkür ve teşekkür ederek yemek olacaktır.[16]
[1] Nursî, Said, 1995, Hutbe-i Şâmiye, s: 58, Y. A. N., İstanbul
[2] Nursî, Said, 1995, Hutbe-i Şâmiye , s: 146, Y. A. N., İstanbul
[3] Nursî, Said, 1976, Lemalar, s: 123, Y. A. N., İstanbul
[4] Nursî, Said, Sözler,s: 679, Y. A. N., İstanbul
[5] Nursî, Said, 1994, Mektûbat, s: 432, Y. A. N., İstanbul
[6] Nursî, Said, 1976, Lemalar, s: 261, Y. A. N., İstanbul
[7] Nursî, Said, 1994, Münâcaat, s: 27, Y. A. N., İstanbul
[8] Nursî, Said, 1976, Lemalar, s: 21, Y. A. N., İstanbul
[9] Nursî, Said, Sözler, s: 658 , Y. A. N., İstanbul
[10] Nursî, Said, 1994, Mesnevi-i Nûriye, s: 93, Y. A. N., İstanbul
[11] Nursî, Said, Sözler, s: 53, Y. A. N., İstanbul
[12] Nursî, Said, Sözler, s: 674, Y. A. N., İstanbul
[13] Komisyon, 2002, Örnekleriyle Türkçe Sözlük, MEB. İstanbul
[14] Nursî, Said, 1976, Lemalar, s: 123, Y. A. N., İstanbul
[15] Nursî, Said, 1994, İşârâtül-icâz, s: 94, , Y. A. N., İstanbul