بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
1880 yılında doğup 1946 yılında 66 yaşında vefat etmiş, kabri yukarı Barla mezarlığındadır.
Uzun yıllar Bediüzzaman Nursi Üstadın çınarlı evi bitişiğindeki Yokuşbaşı Camii'nde imamlık yapmıştır.
Üstad Nursi Barla'ya 1 Mart 1927 günü sürüldüğünde; bir-iki gün karakolda tutulduktan sonra
bir hafta veya 20 gün de Muhacir Hafız Ahmed'in Mus Mescidi karşısındaki evinin birinci katında misafir kalmıştır.
Ondan sonra, tamir edilen ve eski bir köy odası olan bugünkü çınarlı evine taşınmıştır.
Üstad Nursi Barla Lahikasındaki mektupta şöyle yazmıştır:
"...Ben hem garip hem misafirim. Benim istirahatimi temin etmek bu köyün borcu idi. Bu köy namına Cenab-ı Hak onu ve Mustafa Çavuşu, Hafız Ahmed'i ve Abdullah Çavuşu bana ihsan etti.
Ben de Cenab-ı Hakk'a şükrediyorum.
Bunlar bana, yüzer/yüzlerce dost kadar kıymettar göründüler vatanımı bana unutturdular.
Gurbet ve misafirlik elemini bana çektirmediler.
Bunların yüzünden ben bu köyün hayata ve vefat edenleriyle alakadar olup, onlara her zaman dua ediyorum."
Yine Emirdağ Lahikası'nda Üstad şöyle diyor:
"Hem Muhacir Hafız Ahmed’i hem bana, hem Nurlara alâka ve sadakat noktasında Nurların birinci talebesi ve fedakâr bir nâşiri kalben hissetmiştim.
Hâlbuki kalemle hizmete muvaffak olamadı. Çok defa o gaybî hissimi tahattur ederdim.
Sonra, birden hem oğlu Kâzım, hem damadı Bahri, hem diğer damadı berber Mehmed ondan his ve ümid ettiğim metînane hizmeti fevkalâde bir alâka ve sadakatle tam tamına yerine getirmeye, çalışmaya başladılar. Hattâ hafîdeleri/kız torunları dahi mâsum şakirtler içine girmişler."
***
Muhacir Hafız Ahmed'i araştırırken karşımıza çok önemli lakin gözden kaçan bir mesele çıkmıştır.
Bu konu Said Nursi'nin Barla'daki 1933 yılı son ayında başından geçen çok zahmetli ve üzücü bir dizi gelişme sonucu 24 Temmuz 1934'te Isparta' a, ardından da 1935 Mayıs'ında Eskişehir hapishane ve mahkemesine çıkartılması sürecidir.
Bu süreç ayrıntılı şekilde 28. Mektup 4. Mesele'de açık şekilde yazılıdır.
İşte 1933 sonu, 1934 Temmuz ve 1935 yılı içindeki; 18 aylık süre bütünlük arzeden, çok özel bir dönemi oluşturur.
Üstad kendi ifadesiyle Barla'daki harap Mus Mescidi'ni tamir ettirip bu mescitte 4 yıl, 1930/34 arası fahri imamlık yapıyor.
İşte 1933 Ramazan'dan önce bir Cuma akşamı müezzini Şemi Güneş ve Burdur'dan kayınvalidesiyle ziyaretine gelen hemşerisi Şebap, namazı kılıp tesbihat yaparken, jandarmalar Barla Nahiye Müdürü Cemal Can ve başöğretmen, Barla İlkokulu müdürü Tevfik Tığlı'nın organizesiyle mescide baskın yapıyorlar.
Üstadın ricasıyla jandarmalar tesbihatın bitmesini beklerken; nahiye müdürü kırbekçisini de gönderiyor.
"Vicdansız muallimin teşvikiyle ve iştirakiyle o memurun (müdür) verdiği emir cami içinde namaz tesbihatındayken o misafiri getiriniz" diye jandarmalara emretmiş.
"Maksadı beni kızdırmak ve onları kovmakla mukabele ettirmekti."
"Zaruret-i katiyye olmadan bunlarla uğraşmayınız. Ahmaka cevap sükuttur kaidesince onlarla konuşmayınız.
Fakat şuna dikkat ediniz ki; canavar hayvana kendini zayıf göstermek, onu hücuma cesaretlendiği gibi, canavar vicdanlılara karşı da dalkavukluk etmek, onları tecavüze sevkeder.
Öyleyse; dostlar müteyakkız davranmalı ki dostların lakaytlıklarından ve gafletinden zındık taraftarları yararlanmasın."
Üstad böyle diyerek dik durup uyanık olmalarını emretmiştir.
Sonra; Hud Suresi 113. ayeti onlara yazmıştır.
"Zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, ateş sizi de yakar."
Sonra merhum Namık Kemal'in:
"Köpektir zevk alan; kan dökücüye hizmetten" demekte, "Evet, bazıları yılanlık ediyor, bazıları köpeklik ediyor" demiştir.
Bu arada Üstad muhtemelen 1934 başında Barla ilkokul müdürü Tevfik Tığlı'nın kendisine çektirdiği eziyet ve rahatsızlıklar için babası, Eğirdir Müftüsüne manevi tahribatlarına son vermesi ve onu Barla'dan alması için ağır bir mektup yazmıştır.
Bu mektupta Kur'an adına yaptığı hizmetlerin karşısında kendi yaptıklarının dinsizlik hesabına olduğunu ve onun adına manen titrediğini belirtmekte ve bu zulümlerin birinici sorumluluk ve dayanağının kendisi olduğunu vurgulamaktadır.
Bu mektuptan bir zaman sonra Üstad 7 sene 4 ay 24 gün yaşadığı Barla'dan Isparta'ya sürüldü.
"Neden yanındaki bu mütecavizleri çağırıp irşat etmiyorsun?" sualine karşı ise 'bilerek zarara giren merhamet edilmez' dedikten sonra;
"fakaat nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dinini dünyaya satan ve bilerek hakikat elmaslarını, pis muzır şişe parçalarıyla değişir derecede münafıklığa girmiş yılanlara, hakaiki söylemek hakaike karşı bir hürmetsizliktir" demektedir.
Ayrıca hadisten mülhem olarak, "ineğin boynuna inci takmak gibidir" cevabını verir.
O hadiste ise Allah Resulü (asm), "layık olmaya vaaz etmek, hınzırın boynuna mücevher takmak gibidir" buyurmuştur. (İbn Mace, Mukaddime s,81)
Üstad bu taciz ve alçaklık üzerine çok kızmış, bu öfkesini 'hem...hem' diyerek belli etmiştir.
Kendisi gibi doğu sürgünlerinin görev ve memleketlerine döndüğünü belirtip, "Halbuki beni bir köye sokmuşlar; en vicdansız insanlarla beni sıkıştırmışlar. 20 dakikalık bir köye (İlema) tebdil-i hava için ruhsat verilmeyen bir derecede beni, muzaaf bir istibdatla eziyorlar. Halbuki kanun şahıs ve köylere göre ayrı ayrı olmaz. Demek hakkımdaki kanun kanunsuzluktur" demektedir.
"Onların bütün tazyikleri ve istibdatları, envar-ı Kur'aniyeyi ışıklandıran gayret ve himmete odun parçaları atmak hükmüne geçiyor, ışıklandırıp parlatıyor.
O tazyikleri gören ve gayretin hararetiyle inbisat eden Kur'an nurları, Barla yerine bu vilayeti, belki ekser memleketi (Türkiye'yi) bir medrese hükmüne getirdi.
'ONLAR BENİ BİR KÖYDE MAHPUS ZANNEDİYOR!
ZINDIKLARIN RAĞMINA OLARAK; BİLAKİS BARLA DERS KÜRSİSİ OLUP, ISPARTA GİBİ ÇOK YERLER MEDRESE HÜKMÜNE GEÇTİ" demiştir.
(Sadakte ve bilhakkı natakte yaa Üstad, belii...)
Üstadın ifadesiyle iki kere taaruz edilen bu mescitte, 1933 Ramazan ayında imamlık yapamamış ve kapatılmış.
1935 Mayıs'ta Eskişehir'e tren vagonlarıyla götürüldükten sonra Mus Mescid'i yıkılmış, 2005 yılında ise tekrar ihya edilip ibadete açılmıştır.
Bir mektupta Üstadın Barla'dan Isparta'ya sürgün edildikten sonra 6 ay içinde, (1935 başına kadar) Barla'da 6 günde yazdığı kadar bile yazamadığı belirtilir.
Buradaki hakaretli sorgulama ve ağır gözetim yeni telifin yazılmasını engellemiş, ancak mektup yazılabilmiştir.
Emirdağ Lahikası'ndaki bir mektupta Üstad şunları yazıyor:
"Sekiz sene çoluk ve çocuğuyla sadakatle bana hizmet eden ve evlâd ve ahfâd ve refika ve damatlarıyla Nurlara ciddî çalışan ve ders ve vaazlarını bütün Nurlardan veren;
ve vefatından on dakika evvel dünyaca en ehemmiyetli vasiyeti, kendinin Nur Risâlelerini tekmil için Şamlı Hâfız’a ricâ eden, vefatından iki gün evvel bana mektup yazıp, benim aynı vakitte Sava’yı Barla’ya tercih ederek Sava mezaristanında defnimi arzu ettiğimi sizlere yazdığımı, sadakatin kerâmetiyle hissedip bana mukabele ve itiraz tarzında o mektubunda der:
‘Sen Barla’yı ikinci vatanımdır dediğin halde, neden ona gelmiyorsun, başka yerleri tercih edersin?
İptidâ-yı medrese-i Nuriye Barla’dır, senin mezarın orada olmalı’ diye bana ihtar etti.
İki gün sonra, size yazdığım daha size yetişmeden, onun mektubunu, hem Şamlı Hafız ikinci sayfasında yazdığı vefat haberini aldığım merhum Muhacir Hafız Ahmed’in (rh) dünyadan göçmesi,
aynen Abdurrahman gibi beni çok sarstı, ağlattırdı, ‘İnna lillah ve inna ileyhi râciûn’ (Biz Allah’ın kullarıyız ve yine Ona döneceğiz) (Bakara Sûresi, 156) dedirtti.
Binler rahmet onun ruhuna insin. Âmin.
Kabri de hanesi gibi Kur’ân ve Nur’un bir menzili olsun. Âmin.
Şüphem kalmadı ki, bu zahir sadakat kerâmeti, Nurcuların imanla kabre gireceklerini ispat ediyor ve hüsn-ü hâtimeye mazhardırlar.
Benim tarafımdan onun akrabasını tâziye ediniz. Ve ben bütün duâlarımda onu hissedar ediyorum diye tebliğ ediniz."
Rahmetli Hafız Muhacir Ahmed Karaca Ağabeye Allah'tan gani gani rahmet diliyoruz, makamı ailesiyle beraber Firdevs Cenneti olsun inşaallah.