Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Binbaşı Asım Önerdem, 1935 yılının Nisan ayında Isparta’da mahkemeye çıkmaya hazırlandığı bir sırada vefat ederek Hakkın rahmetine kavuşmuştu.
Binbaşı Asım Önerdem, mahkemeye çıkmadan önce dua etmiş ve Rabbinden vefatını dilemişti. Çünkü vereceği ifade ile Üstad’ına zarar gelebileceği endişesini taşımış, yalan söylemeyi de kişiliğine ve mesleki ahlakına yakıştıramadığı için asla aklına getirmemiş, böyle zor bir durumdan kurtulmak için de ölümü bir çıkış yolu olarak görmüştü. Rabbimiz bu samimi duayı kabul etmiş ve bu ihlaslı insanı inşallah huzur-u daimiye kabul etmişti.
Mısır’ın meşru ve seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi de, böyle ibret ve ders dolu bir vefatla Hakkın rahmetine kavuştu. Muhammed Mursi’nin nasıl bir ruh haleti içinde olduğunu bilmiyoruz. Fakat böyle zulüm ve ceberut rejiminin hapishanelerinde yaşamaktansa, Rabbinin ebedi rahmet ve iltifatına sığınmış olması da ihtimaller arasındadır.
Mısır’daki demokratik süreç, çok kanlı ve zulüm ile adeta çevrelenmiş surette devam ediyor. Bu elbette böyle devam etmeyecek. Her Firavun’a bir Musa gönderen Rabbimiz, bu hak ve hukuk mücadelesini de sahipsiz bırakmayacaktır.
Bu vefat vesilesi ile biraz, Mısır’da devam eden bu mücadelenin bayrak ismi haline gelen Muhammed Mursi’den bahsetmek istiyorum.
Muhammed Mursi 1951 yılında dünyaya geldi. Beş kardeşin en büyüğü olan Muhammed Mursi, Mühendislik eğitimini Kahire Üniversitesi'nde aldıktan sonra doktora eğitimini Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde 1982 yılında tamamladı. Northridge Kaliforniya Eyalet Üniversitesi'nde üç yıl süre ile Öğretim Üyesi olarak çalıştı ve ardından 1985 yılında akademisyen olarak Mısır'daki Zagazig Üniversitesi'ne geldi.
2000 yılına kadar bu görevine devam etti. Ülkesine daha iyi hizmet edebilme düşüncesi ile fikirlerini benimsediği Müslüman Kardeşler hareketi içerisinde siyasete atıldı ve 2000-2005 yılları arasında milletvekili oldu. Müslüman Kardeşler'in yasal bir şekilde seçime parti olarak katılması mümkün olmadığından, parlamentoya bağımsız milletvekili olarak girdi. 2011 yılında Mısır Devrimi'ne, muhalif bir lider olarak destek verdi ve 30 Nisan 2011 tarihinde Müslüman Kardeşler'in kurduğu, Özgürlük ve Adalet Partisi'nin Genel Başkanı olarak seçildi.
2012 yılında yapılan Mısır Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Müslüman Kardeşler'in aday gösterdiği Hayrat Şatır'ın adaylığı düşünce, yerine Muhammed Mursi aday olarak gösterildi. Çok yoğun ve zorluklara göğüs gererek yürüttüğü bir seçim kampanyasının ardından, %25,5 oy alarak ikinci tura katılma hakkını elde etti. İkinci turda ise %51.73 oy alarak Mısır’ın 5. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Fakat Mursi, demokratik bir seçimin ardından göreve başlayan ilk Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti.
Mısır’ın, İslami hassasiyetleri yüksek olan bir ekip tarafından idare edilmeye başlanması, bazılarının hiç hoşuna gitmemişti. Bunun için de ortalığı karıştırmak ve yönetime el koymak için alternatifler aramaya başladılar.
Zaten bu çevreler bu konuda hiç acemi değildi. Yıllardır Türkiye ve İslam ülkeleri başta olmak üzere, menfaatleri olan her yere yetiştirdikleri piyonları ile müdahale etme ve bu ülkeleri darbeler yolu ile idare etmeyi alışkanlık haline getiren bu ülkeler, bu işin de içinden kolaylıkla çıkmayı başardılar.
Çünkü burada öldüren de, öldürülen de Müslümanlar olacaktı. Kendileri için herhangi bir kayıp söz konusu değildi. Parasın da yine petrol zengini Müslüman ülkelerden alacaklardı. Müslümanlar içinde de, bu işe gönüllü ve Müslüman görünümlü piyonları bulmakta bugüne kadar hiç zorluk çekmemişlerdi.
Yine öyle oldu.
2012–13 yılında Mısır’da ortaya çıkan sokak gösterileri, bu düşüncelerin ürünü olarak kolaylıkla senarize edildi ve uygulanmaya başlandı. Tahrir Meydanı, tıpkı bizim Taksim Meydanı gibi hükümet karşıtı gösterilerin adeta merkez üssü haline getirildi.
Genel Kurmay Başkanı olarak da tam ABD’nin istediği karakter ve yapıda bir şahıs görev yapıyordu. General Sisi, kendisine gelen talimatı uygulamakta ve efendilerinin isteği doğrultusunda yönetime el koymakta zerre miktar bir tereddüt göstermedi.
Hükümet yanlıları da bu arada "Meşruiyet Kırmızı Çizgidir Gösterileri Platformu" adı altında, Rabiat-ül Adeviyye Meydanında, bu çirkin tertib ve isyanı boşa çıkarmak için gösterilere başladılar.
Cumhurbaşkanı Mursi, bu çirkin tezgâhı boşa çıkarmak için "milli mutabakat hükümeti" önerisini ortaya attı. Fakat Mursi’nin ve İhvan’ın kanını içmeye ahd etmiş vampirlerin, böyle bir öneriyi dinlemeye niyetleri yoktu. Onların tek maksadı vardı: ‘’O da meşru hükümeti devirmek.’’
Bu işlerin finansmanı için Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri zaten emre amade olarak bekliyorlardı. 3 Temmuz 2013 yılında yapılan askeri darbenin zararı da nasıl olsa mazlum ve mağdur Mısır halkına olacaktı. El-Ezher Şeyhi Ahmed Tayyib ise bir fetva yayınlayarak bu darbeyi desteklediğini ve "kötünün iyisi" olarak nitelendirdiğini açıkladı.
Bu arada çok önemli bir noktaya değinmekte büyük fayda vardır. Gerçi çoğu zaman ibret alınmadığı için tarih tekerrür etmeye devam ediyor fakat bu önemli noktaya da işaret etmeden geçmemek gerekir.
Tahrir Meydanı’nda yapılan Mursi hükümeti karşıtı gösterilere, bütün mensupları mutlaka sakallı olan Selefi Nur Partisi ile İhvan-ı Müslimin’den ayrılıp yeni bir parti kuran Ebul Futuh Partisi mensupları da var güçleri ile destek vermiş ve binlerce Müslümanın öldürülmesine ve hapishanelere tıkılmasına adeta çanak tutmuşlardı.
Sonradan bunlardan bir kısmı pişmanlıklarını ve üzüntülerini ifade ettiler. Bu süreçte bu iki partiye mensup bazı kişiler de hapislere atıldılar. Fakat böyle bir durumun tekerrürü halinde, nasıl davranacakları konusunda da herhangi kesin bir tavır değişikliğinden söz etmek kolay değildir.
Maalesef aynı durumun birçok İslam ülkesinde, siyasi tarafgirlik hastalığına yakalanmış birçok İslami örgüt ve parti tarafından çok basit gerekçelerin arkasına sığınılarak gösterilmeye devam edildiğini üzüntü ile ifade etmemiz gerekir. Taksim Meydanında hükümeti yıkmak için yapılan gösteriler sırasında, her türlü şer örgütleri, LGBT’liler, din ve vatan düşmanları grupların arasında, bu meydanı mesken tutan dini bazı grupların varlığı da elbette üzüntü ile kayıtlara geçmiştir.