Bediüzzaman Said Nursi, hem İslam dünyası hem de Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir dava adamıdır. Bu sebeple fikirleri, tutumları dünya çapında analiz edilmektedir.
“Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar.
Gün görmüş bir ihtiyar.
Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet.
Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur.” (Tarihçe-i Hayat, 631)
Ülkemizin kültürel olarak zengin bir mehdiyet beşiği olması sebebiyle kavram karmaşası beşiği haline de gelmiştir. Kuşaklar arası çatışma da cabası. Çok kültürlü bir coğrafyanın meyveleri de bu sebeple farklı olabiliyor zenginlik açısından.
Bediüzzaman Said Nursi’nin Cumhuriyet dönemiyle ilişkisi, onun hem fikrî hem de toplumsal tavrını yansıtan bir konudur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilanına kadar yaşanan süreçlerin canlı bir şahidi olarak ve toplumun nabzını tutarak eserlerinde de ilmek ilmek işlediğini görüyoruz.
Bediüzzaman, siyasal, dini ve toplumsal meselelerle ilgili aktif bir duruş sergilemiştir. Eğilmemiş, bükülmemiş adeta polattan bir vücut gibi diklenmeden dimdik durmuştur.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, inkılaplar ve uygulamaları toplumda önemli değişiklikler getirirken bu değişimlere karşı fikir dünyasını koruyarak, İslamiyet’ten savrulmadan insanların itikadlarını muhafaza etmek için çok üstün çaba sarf etmiştir.
Bediüzzaman'ın Cumhuriyet hakkındaki görüşleri de oldukça dikkat çekicidir. Çünkü o, sadece isim ve tabeladan bahsetmiyor. Bahsettiği her şeyin hakikatini, ruhunu, esasını, temelini kastederek ele alıp irdelemektir. Bu sebeple farklı bir yaklaşım tarzı bulunmaktadır.
Bediüzzaman her şeyin müsbet yönlerini görerek adeta tutar bir dal aramakta ve göstermektedir.
Bediüzzaman'ın Cumhuriyet Anlayışı
Bediüzzaman, kendisini dindar bir cumhuriyetçi olarak tanımlamıştır. (Tarihçe-i Hayat, 39)
Ancak, onun Cumhuriyet anlayışı, dönemindeki siyasi uygulamalardan farklılık gösterir. Çünkü o, cumhuriyeti sadece bir yönetim şekli olarak değil, aynı zamanda adalet, meşveret (meclis) ve kanun hâkimiyeti üzerine kurulu bir sistem olarak ifade ederek olması gerekeni ifade etmektedir. Sanki Cumhuriyet ile hayatı eşit tutmuştur. Ama Bediüzzaman’ı bir demokrasi havarisi görmek ve göstermek yanlış bir tutumdur.
Bediüzzaman Said Nursi, ilk yıllarda Cumhuriyet’in gelişimini olumlu karşılamış ve bu yeni yönetim şeklinin toplum için adalet ve hürriyet getireceğine dair kuvvetli bir ümit beslemiştir. Zaten Bediüzzaman istibdadla beraber yeis ve ümitsizliğe de düşmandır. Kanser olarak ifade etmektedir.
“Yeis; ümmetlerin, milletlerin "seretan" denilen en dehşetli bir hastalığıdır.” (Tarihçe-i Hayat, 95)
Ona göre, İslamiyet ile bağdaşabilen bir cumhuriyet düzeni, adaletin ve sosyal eşitliğin teminatı olabilirdi. Çünkü kanunlar hak namına olmazsa tesiri de caydırıcılık oranına da az olacaktı.
Bediüzzaman, laiklik sanki dinsizlikmiş şeklindeki katı uygulamaları ve dinin toplumsal hayattan dışlanması, Müslümanların Müslüman ve dindar bir hayat yaşamak istemesinin önüne geçmek adeta dinsizleştirmek üzerine yapılan faaliyetleri yersiz ve yanlış bularak eleştiriler yöneltmiş ve bu yöndeki inkılaplara karşı mesafeli bir duruş sergilemiştir.
Said Nursi ve Tek Parti Dönemi
Tek parti döneminde, laiklik adına yapılan uygulamalar karşısında Said Nursi, dini değerlerin korunması ve toplumun manevi temellerinin muhafazasına mesaisini teksif etmiştir. Çok zahmetler çekti ama davasından vazgeçmedi. Ruhunu, mana hokkasından çıkartmadı ve risaleler böyle yazıldı.
Bu dönemde yazdığı eserlerinde, iman hakikatlerini vurgulayıp toplumun manevi kalkınması için çalışmalar yapmış ve "müsbet hareket" anlayışıyla pozitif bir duruş benimsemiştir. Ne ülkeyi terk etmiş ne de inziva hayatını tercih etmiştir. Anarşi ve isyandan uzak durarak, sabır ve ikna yoluyla doğru bildiklerini anlatmayı tercih etmiştir. Yazdığı eserler elden ele, dilden dile dolaşarak toplumda İslami hassasiyeti ayakta tutmuştur. Şayet böyle olmasaydı belki ülkemiz ya dinsiz ya ateist bir hale gelebilirdi.
“Bizler, asayişi muhafazayı, müspet hareketi kendimize rehber etmişiz. Menfî hareketle hiçbir mesele halledilemez. Her zaman müsbet hareket içinde kalacağız.” (Şualar, On Dördüncü Şua)
Risale-i Nur Külliyatı ile Manevi Mücadele
Bu dönem adeta İslamiyet'e karşı bir kin kusma, toplumdan İslamiyet'i silme, sökme dönemi gibi hareket edilmiştir.
Bunu Risalelerden okumaktayız:
“O zaman-ı müdhişede, değil yüz otuz risaleyi, belki iman ve İslâmiyete dair hakikî bir tek risale yazabilmek dahi, binler risale kıymet ve ehemmiyetinde idi.
Evet, dinsizliğin hükümferma olduğu o dehşetli devirde, ehl-i din, terzil edilmeye çalışılıyordu. Hattâ Kur'anı dahi tamamen kaldırmak ve Rusya'daki gibi dinî akideleri tamamen imha etmek düşünülmüş; fakat millet-i İslâmiyece bir aksü'l-ameli netice verebilmesi ihtimali ileri sürülünce bundan vazgeçilmiş.” (Tarihçe-i Hayat, 159)
Bediüzzaman, Cumhuriyet döneminde tüm baskılara rağmen Risale-i Nur Külliyatı'nı kaleme alarak İslam’ın inanç esaslarını güçlendirmeyi hedeflemiştir. Kuş uçmaz kervan geçmez ücra bir köye ölmesi için sürerken o sürgünü bir orman yetiştirmek için hazırlık sürecine çevirmişti bile. Bediüzzaman bir aksiyon adamı, dava adamıydı. Boş zaman diye bir şey defterinde yazmıyordu. Her şey adeta Bediüzzaman için bir ihzariye dönemiydi. Zaten Van’da telif başlamış ve Nur'un ilk Kapısı yazımı başlamıştı ve bu eser Burdur hayatında kemalini bulmuştu.
Külliyatın temel eserlerini Barla’da telife başlar ve hemen hemen risalelerin yüzde 70’i burada telif edilir.
“Barla, ehl-i imanın manevî imdadına gönderilen Risale-i Nur Külliyatı'nın te'lif edilmeye başlandığı ilk merkezdir.
Barla, Millet-i İslâmiyenin, hususan Anadolu halkının başına gelen dehşetli bir dalalet ve dinsizlik cereyanına karşı, Kur'andan gelen bir hidayet nurunun, bir saadet güneşinin tulû' ettiği beldedir.
Barla, rahmet-i İlahiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin ve lütf-u Yezdanînin bu mübarek Anadolu hakkında, bu kahraman İslâm Milletinin evlâdları ve Âlem-i İslâm hakkında, hayat ve mematlarının, ebedî saadetlerinin medarı olan eserlerin lemean ettiği bahtiyar yerdir.” (Tarihçe-i Hayat (151)
Risaleler, bu yüzden bu ülkenin manevi bir kalkanıdır desek ifrat etmiş olmayız.
Bediüzzaman'ın Cumhuriyet Hakkındaki Temel Görüşleri
* Adalet: Cumhuriyetin temeli adalettir. Herkesin eşit haklara sahip olması ve kanun önünde eşit olması gerektiğini vurgular.
* Meşveret: Halkın yönetimde söz sahibi olması ve meclis aracılığıyla kararların alınması önemlidir.
Bediüzzaman biliyordu ki, şeriat-ı garrâ, bir meşrutiyettir. Ve Kur’an dahi bir esas-ı meşveret ve şûrâ vaz’ etmiştir.
“Cumhuriyet ve demokrat manasındaki meşrutiyet ve kanun-u esasî denilen adalet ve meşveret ve kanunda cem'-i kuvvet, bu unvan...” (Divan-ı Harb-i Örfi, 61)
* Kanun Hâkimiyeti: Kanunların herkese eşit şekilde uygulanması ve keyfi uygulamalardan kaçınılması gerektiğini savunur.
“Cumhuriyet devrinde tahakküm ve tegallübü kaldırmak düsturu var.” (Fihrist Risalesi, 120)
* Dinin Rolü: Dinin, toplumun ahlaki ve manevi temelini oluşturduğunu ve devletin de bu gerçeği göz önünde bulundurması gerektiğini ifade eder.
* Laiklik: O dönemdeki laiklik anlayışını eleştirir ve dinin siyasetten tamamen ayrılmasını doğru bulmaz.
“Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız ben biliyorum ki laik manası, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim.” (Siracün Nur, 220)
“Madem lâik cumhuriyet, prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir.” (Bediüzzaman Cevab Veriyor, 839)
“Hükûmetin lâik cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen, dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder.”(Bediüzzaman Cevab Veriyor, 57)
Bediüzzaman'ın Cumhuriyet Hakkındaki Önemli Tespitleri
* İsimden ve Resimden İbaret Olmaması: Bediüzzaman, dönemindeki cumhuriyet uygulamalarının sadece isim ve resimden ibaret olduğunu, gerçek anlamda bir cumhuriyet olmadığını ifade eder.
“İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır.” (Şualar, 535)
“Bize hücum etmek için istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlakaya medeniyet namını takmakla, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını vermekle; hem bizi perişan, hem hükûmeti iğfal, hem adliyeyi bizimle manasız meşgul eylediler.” (Tarihçe-i Hayat, 564)
* Dindar Cumhuriyet: O, bir yandan cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı kalırken, diğer yandan da dinin değerlerinin korunması gerektiğini savunur.
“Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.
Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur.
Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.” (Divan-ı Harb-i Örfi, 57)
* Hürriyet: Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından birinin hürriyet olduğunu belirtir ve düşünce özgürlüğünün önemini vurgular.
“Asıl mü'min, hakkıyla hürdür. Sâni'-i Âlem'e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur.
Amma hürriyet-i mutlak ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir.” (Hutbe-i Şamiye, 97)
“Hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünkü kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez.” (Şualar, 481)
“Madem cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunu ile dinsizlere ilişmiyor, elbette mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine ve imanına ve vatanına dahi nâfi' bir tarzda çalışan dindarlara ilişmemek gerektir ve elzemdir.” (Tarihçe-i Hayat, 558)
Bediüzzaman'ın cumhuriyet anlayışı, günümüzde de tartışılan birçok konuya ışık tutmaktadır. Özellikle din ve devlet ilişkisi, adalet, demokratik katılım gibi konularda güncelliğini koruyan bir entelektüel olarak kabul edilir.
Selam ve dua ile.