Bediüzzaman ve Risale-i Nur Külliyatı ile alâkalı veya onun fikriyatı ve hatt-ı hareketi hakkında herhangi bir şey yazmak kolay olmadığının farkındayım.
Çünkü bir çok okuru, muhibbanı ve müntesibi ve münekkidi olan bir isim Bediüzzaman. Resmi tarih tarafından bir çok bilgi belge ya sümen altı edilmiş veya imha.
Çarpıtılmış bir yorum veya yazı veya iddia ortaya atıldığında buna cevap verecek her yerde, her şehirde ve meslekte ‘talebe-kardeş-dost’ sıfatlarına haiz, ehl-i tahkik bir okuyucu kitlesi mevcut.
Evet, Bediüzzaman hakkında yazılmış epey biyografi ve kitap var. Ancak daha kronolojik ve tarihî hadiseleri de nazara alarak bilinenlerden hareket ederek saklı ve sırlı kalan noktalara temas edecek bir çalışma ortada tam manasıyla bulunmamaktadır. Resmi tarihin hemen her günü zapturapt altındayken Bediüzzaman gibi bir dâhiyi adeta yok sayarak hareket etmesi de bazı parmaklar tarafından Bediüzzaman’ın tanıtılmak istenmemesi adeta hiç tarih sahnesine çıkmamış gibi gösterme gayretidir diye düşünmekteyim.
Abdulkadir Badıllı, Ahmet Akgündüz, Necmeddin Şahiner ve Ömer Özcan gibi ağabeylerimizin tahkikli olarak Tarihçe-i Hayat ve Risale-i Nur üzerine olan çalışmaları bu sahada en kapsamlı çalışmalardır. Neredeyse Anadolu'yu adım adım dolaşarak vücuda getirilen "Ağabeyler Anlatıyor" serisi ise en güncel çalışma olarak müdakkik nur talebelerini beklemektedir. Tabi tadat ettiğim eserler benim mesmuatıma göredir, bilmemem yoktur manasına da gelmemektedir.
Mesela, 31 Mart Hadisesi, İstanbul Hayatı, Esaret Günleri, Talebelik Yılları… Şu an için resmi tarihçe gün yüzüne çıkmayan ve hakkında da çok fazla malumat olmayan dönemlerdir.
Risale-i Nur sahasında da Hizmet Düsturları ve Risalelerin hayata tatbikinin ders verilmesi de gayet mühimdir. Nasıl ki, din camiye mahsustur anlayışını reddediyorsam, Risale-i Nur’un da sadece kıraat edilecek mübarek bir evrad kitabı anlayışını da reddediyorum.
Risale-i Nur bu zamanda bizlere dinin yaşanabilirliğini, iman ve İslam hakikatlerini tevhid ve istikametten sapmadan/saptırmadan bizlere ders vermektedir.
Bakın nur talebelerine almış oldukları nur dersleriyle içtimai hayatın her sahasında bulunup kendilerini muhafaza ederek çevrelerine elden geldiği kadar bu nurları anlatmaktalar.
Hülasa, Bediüzzaman ve Risaleleri hakkında yazmak kolay değildir. Ama nur risalelerinden istifade etmek kolaydır. Çünkü her an üstad Bediüzzaman Hazretlerinden ders alınabilir.
Bunun usulünü ve yolunu gelin Risale-i Nur’dan dinleyelim.
“Sureten görüşmediğimizden merak etmeyiniz. Bizler manen her zaman görüşüyoruz. Benim ehemmiyetsiz şahsıma bedel, Nurdan elinize geçen hangi risaleyi okusanız veya dinleseniz, benim âdi şahsım yerine Kur'anın bir hâdimi haysiyetiyle beni o risale içerisinde görüp sohbet edersiniz. Zâten ben de sizinle bütün dualarımda ve yazılarınızda ve alâkanızda hayalimde görüşüyorum ve bir dairede beraber bulunmamızdan her vakit görüşüyoruz gibidir.” (Şualar (489)
“Benim ile hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risaleyi açsa; benim ile değil, hâdim-i Kur'an olan üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.” (Tarihçe-i Hayat (285)
“Risale-i Nur'u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zâten benimle görüşmek; âhiret, iman, Kur'an hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için, dünya hesabına görüşmek manasızdır. Âhiret, iman, Kur'an için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış. Hattâ hizmetimdeki has kardeşlerimle de zaruret olmadan görüşemiyorum. Yalnız bazı Risale-i Nur'un fütuhatına ve neşriyatına ait bazı hizmetler için bazı zâtlarla görüşmek isterim. Ne vakit bu noktalar için görüşmek istesem o zaman görüşmek caiz olabilir ve bana sıkıntı vermez.
Bu noktayı bilmeyen ziyarete gelenlere haber veriyorum ki; birkaç senedir ceridelerle ilân etmişim ki, benimle görüşmek isteyenleri hususan uzak yerden gelerek görüşmeden gidenleri, hususî dualarıma dâhil ediyorum. Her sabah da dua ediyorum. Onun için de gücenmesinler...” (Tarihçe-i Hayat (703)
“(Benimle görüşen veya görüşmek arzu eden dostlara bir düsturdur ki, uzakta bulunan bir kısım kardeşlere yazılmıştır.)
Benimle görüşmek arzunuzu hissettim. Kardeşlerim, benimle görüşmek iki cihetle olur.
Ya dünya cihetiyle, yani hayat-ı içtimaiye-i insaniye itibariyledir. Şu cihetteki kapıyı kapamışım.
Veya hayat-ı uhreviye ve hayat-ı maneviye cihetiyledir.
O da iki vecihledir.
Biri: Şahsıma haddimden fazla hüsn-ü zan edip, şahsımdan bir istifade-i maneviyeyi niyet etmektir.
Şu vechi de kabul etmem. Çünkü ben Kur'an-ı Hakîm'in sırf bir hizmetkârıyım, o mukaddes dükkânın bir dellâlıyım. Şahsî dükkânımdaki perişan, ehemmiyetsiz şeyleri satışa çıkarmayacağım ve çıkarmak istemiyorum. Çünkü Kur'an-ı Hakîm'in kudsî elmaslarının kıymetlerine şübhe îras etmemek için, perişan ve şahsî dükkânımda bulunan kırık cam parçalarını satsam; hakikî sarraf olmayan müşteriler, dellâllık vaktinde elimde gördükleri elmaslara da şişe nazarıyla bakabilirler, zihinlerine bir iltibas, bir şübhe gelir. Onun için şahsî dükkânımı kat'iyyen kapamışım. Bana o mukaddes dükkânın hizmetkârlığı yeter. Müflis bir hizmetkâr olsam, daha hoşuma gidiyor.
İkinci vecih şudur ki: Kur'an hesabıyla ve dellâllığı ve hâdimliği noktasında benimle görüşmektir. Şu vecihte gelenleri alerre'si vel'ayn kabul ediyorum. Fakat bu görüşmek için şark ve garb mâni olmaz. Belki yerin üstü ve altı dahi birdir. Sureten görüşmeye o kadar lüzum yok.
Şu münasebetin de ve manevî görüşmenin de üç meyvesi var:
Birincisi: Dellâllık ettiğim mukaddes dükkânın mücevheratını benden almaktır. İşte o dükkândan şimdilik oniki küçük cevherleri size gönderdim.
İkinci meyvesi: Beş farz namazını kılan ve yedi kebairi terk eden zâtları şu manevî münasebet ve görüşmek neticesi olarak âhiret kardeşliğine kabul ediyorum. Ben her sabah manevî kazancım ne ise, o âhiret kardeşlerimin sahife-i a'maline geçmek için Cenab-ı Hakk'ın dergâhına niyaz edip hediye ediyorum. Onlar dahi beni manevî hayratlarına ve dualarına hissedar etmelidirler. Tâ hisselerini kazancımızdan alsınlar.
Üçüncü meyvesi: Onları yanımda -ya hakikaten veya hayalen- hazır edip beraber dergâh-ı İlahîye el açıp dua ederek ve Kur'anın hizmetine dair el-ele, kalb-kalbe verip gayet ciddî bir surette rabt-ı kalb etmektir. İşte kardeşlerim size şu üç meyve şimdiden hâsıldır. (Said Nursî (Barla Lahikası (270)
* * *
“Risale-i Nur'un esas mesleği hakikî ihlas olmak cihetiyle şimdiki tezahür, sohbet etmek, fazla hürmet etmek; bu enaniyet zamanında bir nefisperestlik, riyakârlık, tasannu' alâmeti olmak cihetiyle ona şiddetle dokunuyor. Çünki der: "Benimle görüşmek isteyen, eğer âhiret için, Risale-i Nur için ise; Risale-i Nur bana kat'iyyen ihtiyaç bırakmamış.
Milyonlar nüshası her birisi on Said kadar faide veriyor. Eğer dünya cihetiyle ve dünyaya ait işler için görüşmek ise: O, dünyayı şiddetle terkettiği için, dünyaya dair şeyleri malayani, vakti zayi' etmek olduğu için cidden sıkılır.
Eğer Risale-i Nur'un hizmetine, intişarına ait olsa; bana hizmet eden hakikî fedakâr talebelerim ve manevî evlâdlarım ve kardeşlerim benim bedelime görüşmeleri kâfi, bana hiç ihtiyaç yok. Uzun yerlerden uzak memleketlerden gelenlerle beraber başka kardeşlerimizin de hatırları kırılmasın. Çünki, on seneden beridir her sabah okuduğu ve başkaları onu tevkil ettiği evrad okumasında sevabı bağışladığı vakit der ki:
"Ya Rabbi! Benimle görüşmek için gelip görüşmeden dönenlerin defter-i a'maline de yazılsın." diye ruhlarına hediye ediyor. Üstadımızın bu halini kardeşlerimize beyan ediyoruz.” (Emirdağ Lahikası-2 (214)
Selam ve dua ile.