Bediüzzaman Said Nursî’nin dünyaya bakış açısı ve tefekkür tezekkürlerini telif ettiği Risale-i Nur Külliyatı’nda insanın dünya hayatındaki sıkıntı, acziyet ve engelleri, onun ebedî âleme hazırlanması için Allah’ın rahmetinin tecellisi olarak ifade edilmektedir.
Engellilik gibi zorluklar, Risale-i Nur’un genel üslubunda anlatıldığı üzere, insana aslında Allah’ın rahmet ve kudretini tanıtan ve ahirete yönelik manevi dereceler kazandıran imtihanlardır.
Bediüzzaman, engeller karşısında sabır, şükür ve tevekkülü tavsiye ederken, bu zorlukların kişinin dünyaya bağlanmasını azaltıp Allah’a daha sıkı bir teslimiyet geliştirmesi için fırsatlar olduğunu da ifade edip ahirette daha karlı bir durum olduğunu belirtir.
İşte engellilik gibi durumlara dair Risale-i Nur’da geçen bazı temel bakış açıları:
1. İnsanın Acz ve Fakrıyla Allah’a Yakınlaşması
Risale-i Nur’da insanın acziyetini bilip bunu bir dua ve niyaz kapısı olarak Allah’a yönelip her şeyiyle müteveccih olmasi gerektiği vurgulanır.
Bediüzzaman, Birinci Söz’de temsilî bir örnekle insanın dünya yolculuğunda aciz ve zayıf bir misafir olduğunu belirtir. Kendi gücüyle yetinmeyip bir kudrete dayanması gerektiğini ifade eder ve şöyle der:
“Ey mağrur nefsim!
Sen o seyyahsın. Şu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hacatın nihayetsizdir. Madem öyledir; şu sahranın Mâlik-i Ebedî'si ve Hâkim-i Ezelî'sinin İsmini al. Tâ, bütün Kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisatın karşısında titremeden kurtulasın.”[1]
Engelli bir insan da, kendi acizliğini bir şefaatçi gibi Allah’a sunup ondan yardım istemelidir. Engeller, Allah’ın kudret ve rahmetini tanımanın, kendi fakrını bilmenin vesilesi olup, kişinin O’na daha güçlü bir iman ile bağlanmasını, yönelmesine imkanlar sağlar.
Bediüzzaman kendisinde adeta kronikleşen kulunç hastalığı için şunu ifade etmektedir.
“Ben otuz-kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim.
Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş.
Dua ile duayı, yani dua kendi kendini kaldırmadığından anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir; kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalık ile aczini anlayıp dergâh-ı İlahiyeye iltica eder.”[2]
2. Engellilik ve Sabır ile Kazanılan Manevi Dereceler
Bediüzzaman, hastalık ve sıkıntılar gibi durumların birer imtihan ve rahmet vesilesi olduğunu belirtir. "Lem’alar"da, Hazreti Yunus’un (as) duası üzerinden çaresiz kaldığında Allah’a yönelmenin önemini anlatırken hemen akabinde Eyyûb’u (as) bahsetmesi tesadüf değildir.
Yunus (as) ile alakalı kıssaya bakalım
“O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünki o halde Ona Necat verecek öyle bir Zât lâzım ki; Hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semaya geçebilsin... Demek esbabın tesiri yok. Müsebbib-ül Esbab'dan başka bir Melce' olamadığını Aynel-yakîn gördüğünden, Sırr-ı Ehadiyet, Nur-u Tevhid içinde inkişaf ettiği için şu Münacat birdenbire geceyi, denizi ve hutu müsahhar etmiştir.”[3]
Buradan anlaşıldığı üzere, engelli bir insan da kendi engel ve sıkıntılarını Allah’a arz ederek, tüm sebeplerin üstünde olan Allah’a güvenmelidir. Bu güven ve tevekkül, insanın manevi olarak yükselmesini ve Allah’ın rızasına daha yakın olmasını sağlar. Aynı zamanda insana manevi olarak moral de vererek halet-i ruhiyesini de dengeler.
3. Şefkat Tokatları ve İlahi Hatırlatmalar
Bediüzzaman, bazen insanın dünya nimetlerine fazla kapılmasından şefkat tokatlarına muhatap olduğunu ifade eder. Bu tokatlar, insanı gafletten uyandırmak ve ahirete yönlendirmek için bir hatırlatmadır.
Engellilik ve zaaflar da, dünyanın geçici olduğunu insana gösterip insanı manevi derinliklere sevk eden birer ikaz olabilir.
Dünyanın üç yüzü olduğu ve bunlardan birisi olarak şöyle bir misyon yüklemektedir Dünyaya
"Âhirete bakar, âlem-i bekaya nazar eder, onun tarlası hükmündedir.
Bu yüzde bâki semereler ve meyveler yetiştirmek var; bekaya hizmet eder, fâni şeyleri bâki hükmüne getirir.
Bu yüzde dahi mevt ve zeval değil, belki hayat ve beka cilveleri var.”[4]
Kişi, sahip olmadığı şeylere bakarak değil, elindeki nimetlere şükür ederek hayatını sürdürmelidir. Unutulmamalıki elimizdekine şükretmek için bizim elimizde olan imkanlara sahip olmayanlar insanlara bakmamız lazım. Yok tam tersi olursa yani bizim elimizde olmayanlara sahip olanlara bakarsak şükür yerine şikayet ederiz. Toplumdaki kanaatsizlik ve israfın bence en temel sebeplerinden birisi budur.
4. Engellilik ile Diğer İnsanların Şefkat Duygusunun Gelişmesi
Bediüzzaman, toplumun engelli bireylere karşı sorumluluğunu, merhamet, dayanışma ve yardımlaşmanın bir tezahürü olarak ifade eder. Engellilik, yalnızca kişinin kendi sınavı değil; etrafındaki insanların da şefkat, fedakârlık ve dayanışma duygularını geliştiren bir vesile olabilir. Böylece, hem engelli insan için manevi destek sağlanmış olur hem de toplumdaki bireylerin birbirine olan sevgisi artar. Bu, Allah’ın rahmetinin bir yansımasıdır.
İnsan kendi yaralarını hissediyorsa hayatta olduğunu başkalarının yaralarını hissedip onlara dokunabilir ve elinden tutabildiği nispet de insan olduğunu ancak anlayabiliyor.
“Hastalık mütemadiyen hastaya ve Lillah için hastaya bakıcılara sevab kazandırmakla beraber, duanın makbuliyetine en mühim bir vesiledir.”[5]
5. Her Şeyde Saklı Olan İlahi Hikmet
Bediüzzaman, kâinatta her olayın Allah’ın bir hikmetine dayandığını, insana düşenin bu hikmetleri görmek olduğunu ifade eder. Sözler'de geçen ifadelerden biri de, bir sıkıntının ve eksikliğin, insana verilen bir ders, bir terbiye vasıtası olduğudur:
“Bu Kelime öyle mübarek bir Definedir ki: Senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz Kudrete, Rahmete rabtedip Kadîr-i Rahîm'in Dergâhında aczi, fakrı en makbul bir Şefaatçı yapar.”[6]
Engelli bir insan, kendi durumunu böyle bir tevekkül ve şükürle karşılarsa, engeller aslında onu Rabbine yaklaştıran bir nur olur. Bediüzzaman’a göre dünya hayatı geçicidir ve buradaki her türlü zorluk, ahiretteki ebedi saadet için bir hazırlıktır.
“Hâlık-ı Rahîmi, onu bu fâni dünyadan çıkarıp Cennetine götürecek.
Hem sana şefaatçi, hem ebedî bir evlâd yapacak.”[7]
Buradan şöyle bir şey de anlayabiliyoruz eğer insan hastalığına engelli olduğu duruma sabredip şükredip rabbine yakınlaşmaya çalışırsa belki bu hastalık engelli durumu o insana Bu fani dünyadan sonra cennete götürecek bir anahtar bir bile bir vesile bir aracı olabilir.
Bediüzzaman hazretlerine bir talebesinin halası gelir. Gözleri görmeyen biri gelip dua istemesiyle alakalı şöyle bir vakıa var.
“Barla'lı Süleyman'ın halasının, bir vakit gözü kapandı.
O sâliha kadın, bana karşı haddimden yüz derece fazla hüsn-ü zan ederek, "Gözümün açılması için dua et" diyerek, câmi kapısında beni yakaladı.
Ben de, o mübarek ve meczube kadının salahatını duama şefaatçi yapıp, "Yâ Rabbi, onun salahatı hürmetine onun gözünü aç" diye yalvardım.
İkinci gün Burdur'lu bir göz hekimi geldi, gözünü açtı.
Kırk gün sonra yine gözü kapandı.
Ben çok müteessir oldum, çok dua ettim.
İnşâallah o dua, âhireti için kabul olmuştur.
Yoksa benim o duam, onun hakkında gayet yanlış bir beddua olurdu.
Çünkü eceli kırk gün kalmıştı.
Kırk gün sonra -ALLAH rahmet etsin- vefat eyledi.
İşte o merhume, kırk gün Barla'nın hazînane bağlarına rikkatli ihtiyarlık gözüyle bakmasına bedel; kabrinde, Cennet bağlarını kırkbin günlerde seyredeceğini kazandı.
Çünki imanı kuvvetli, salahatı şiddetli idi.”[8]
Dünyada verilen nimetler bazen ahiret için mesuliyet getirdiğinin farkında olmalıyız. Dünya helalin hesabı haramın azabı olan bir yer olduğunu unutmamalıyız
“Ey sabırsız ..
Sabret, belki şükret.
Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir.”[9]
“...Geçmiş ve gelecek elemli saatleri -ki hiç ve madum ve yok olmuşlar- şimdi düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp, Allah'tan şekva etmek gibi "Of, of" etmek divaneliktir.
Eğer sağa-sola yani geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve güne karşı tutsa, tam kâfi gelir.
Sıkıntı ondan bire iner.”[10]
Netice itibariyle, Bediüzzaman’ın imanî bakış açısında engellilik, insanı Allah’a yaklaştıran, acziyetini hatırlatan ve ebedi saadet yolunda terbiye eden bir vesiledir. Bu dünyadaki zorluklar, Allah’a daha sıkı bir şekilde sarılmaya, sabır ve tevekkül içinde ahirete hazırlanmanın bir yolu olarak görülmelidir.
İnsana düşen, bu gibi zorlukları, Allah’ın birer ikramı, terbiye edici birer nur olarak kabul etmek ve sabır ile karşılamaktır.
Cenâb-ı Hak, engellerimizi bize manevi dereceler kazandıran vesileler eylesin. Sabır, şükür ve tevekkül ile dolu bir hayatla Rabbimizin rızasını kazanmamızı nasip etsin. Âmin.
Bizler sadece görünen kısma yani Zahire bakıp hüküm veriyoruz karar veriyoruz. Bu da zaten bizi aldatan asıl şeylerin başında geliyor. Mesela Hz. Eyyûb ile ile ilgili olan kıssaya beraber bakalım.
“Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm'ın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır.
İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb'den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.
Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.
Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm'ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu.
Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor.
O münacat-ı Eyyübiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız.”[11]
Selam ve dua ile.