Dünya son beş senedir çeşitli musibetlere sahne oluyor. Sel, salgın, deprem, tsunami… ve bunlardan sonra tezahür eden maddi ve manevi rahatsızlıklar. Adeta açılış ve kapanış zamanlarında insanlar “acaba bu sene ne başımıza gelecek” diye bekler oldu. Bu da hem vesvese hem de evhama sebep oluyor. Bazen bu manevi olan evham ve vesvese maddi olan musibet ve hastalıklardan daha tahripkâr olabiliyor.
Bir tsunami oldu dünya oraya aktı, bir salgın oldu dünya evine kapandı her yere kilit vuruldu. Deprem oldu kalbimiz orada attı. Dünyada şimdi başta Gazze’de olmak üzere çeşitli yerlerde soykırım uygulanıyor. Dozerlerle üzerlerinden geçiliyor, bombalarla yerle bir ediliyor, zorla kimlik asimilesine tabi tutuluyor, diri diri yakılıyor, toprağa gömülüyor.
Bu insanlar neden bunu yaşıyor? Müslüman oldukları için bunu yaşıyorlar. Buralarda vefat eden, şehid olan insanlar canlarını, imanları uğurunda hiçe sayıp vefat ediyorlar.
Dünyanın ve ümmetin dağınıklığından cesaret alan zalimlerse yok etme politikalarına devam ediyorlar. Ümmetin gafletiyle aklımıza imanları kavrulan, yanan, yok olmayla karşı karşıya kalan manzaralar geliyor.
“Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor…”[1]
Adeta imansız, dinsiz, tebliğsiz bir sürü haline gelen insanlar aslında oralarda şehid olan kardeşlerimizden daha fazla içimizi acıtıyor. Akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız… İfsad komitelerinin masasına adeta meze olmuşlar, rüzgarlara karşı koyamayan bir yaprak gibi savrulup, yozlaşıp gidiyorlar.
Medyanın payı hiç de azımsanmayacak kadar etkili olan bu yozlaşmaya karşı her ferd mücadele etmekle mükelleftir. Kimsenin bu yükümlülükten kaçmak gibi bir lüks yok. Bu vazifeden kaçmak adeta harpten kaçmak gibidir. Vazifesini terk eden, yapmayan, ihmal eden herkes mesuldür. İster meb’us ister talebe olsun.
Mesela bakın üstad Bediüzzaman hazretleri manen mükellef olduğu hizmeti yapması için hiç dahli olmadığı halde ibadetiyle meşgul olduğu mağaradan çıkarılıp uzun yolculuklar sonrası Burdur’a getiriliyor ve kader-i ilahi hizmete sevk ediyor.
Helak olan Lut kavminin hemen hepsi abiz, zahid insanlar olmasına rağmen fasıkları fısktan men etmedikleri, önemsemedikleri için o kadar Salih bir kavim oldukları halde helak oldular.
Kimsenin ba-na-ne demeye hakkı yoktur. Her banane bir mesuliyettir. Ve gayret etmek toplumsal bir ödevimizdir.
“Teessür ve ızdırab karşısında kalbden bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.”[2]
Bu hak söz her insanın boynuna borç ve dimağlarına çakılı bir mıh gibi olduğu daima hatırlanmalıdır. Ama gaflet, fısk, ademalud işler insana sersemlik vermiş. Başını kaldırıp etrafına bakmayı akledemiyor adeta mutant gibi mankurt olmuş durumda.
Nesiller birbirine yabancılaştırılarak toplumsal çözülme hızlandırılmaya çalışılıyor. Evimizi, muhitimizi mümkün olduğu kadar fenalıklardan uzak tutmakla mükellefiz.
Selam ve dua ile.