Sözlükte “hac ayı” anlamındaki zilhicce (zülhicce, zülhacce) kamerî yılın zilkadeden sonra gelen son ayıdır.
Zilhicce İslâm’dan sonra da hac ibadetinin yerine getirildiği ay olmuştur. Bu ayın sekiz-on üçüncü günleri arasında ifa edilen hac menâsikinin mahiyeti, mekânı, vakti gibi hususlar dikkate alınarak adı geçen günler farklı şekillerde adlandırılmıştır. Hac menâsikinin ifasına başlandığı zilhiccenin sekizinci günü “terviye”, dokuzuncu günü “arefe” ismiyle anılır. Kurban bayramı zilhiccenin onuncu günü başlar ve dört gün devam eder. Bu ayın onuncu gününe “nahr/zebh günü”, on-on ikinci günlerine “eyyâm-ı nahr” veya aynı günlerde hacıların Mina’da bulunmaları sebebiyle “eyyâm-ı Minâ”, on bir-on üçüncü günlerine de “eyyâm-ı teşrîk” adı verilir.
Müfessirlerin çoğunluğu, Fecr sûresinin 2. âyetinde üzerine yemin edilen on gecenin zilhicce ayının ilk on gecesi olduğu görüşündedir (Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr, V, 432). İbn Abbas’ın, “Bilinen günlerde Allah’ın ismini zikretsinler” âyetinde geçen (el-Hac 22/28) “bilinen günler” ifadesini de zilhiccenin ilk on günü veya teşrik günleri diye yorumladığı nakledilir.
Hz. Peygamber’in, “Allah katında ibadet edilecek -sâlih amel işlenecek- günler içinde zilhiccenin ilk on gününden daha hayırlısı yoktur” (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 11; Tirmizî, “Ṣavm”, 52; Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 61); “Allah katında zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha değerlisi yoktur; bugünlerde tesbihi çok yapın; tahmîdi, tehlîli ve tekbiri çok söyleyin” buyurduğu nakledilir (Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, III, 354).
"Allah indinde Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!" (Abd b. Humeyd, Müsned, 1/257)
Resûl-i Ekrem zilhiccenin ilk dokuz günü sürekli oruç tuttuğu için bu günlerde oruç tutmak müstehaptır. Yorgun düşmeleri ihtimali bulunan hacıların zilhiccenin sekizinci ve dokuzuncu günlerinde, özellikle vakfenin yapıldığı arefe gününde oruç tutmaları mekruh sayılmıştır.
Resûl-i Ekrem’den nakledilen, “Kesecek kurbanı olan kimse zilhicce ayı girince kurbanını kesinceye kadar saçından ve tırnaklarından hiçbir şey kesmesin” meâlindeki hadisini (Müslim, “Eḍâḥî”, 42; Ebû Dâvûd, “Ḍaḥâyâ”, 2-3; İbn Mâce, “Eḍâḥî”, 11) dikkate alan Mâlikî, Şâfiî ve bir kısım Hanbelî fakihine göre kurban kesecek kişinin zilhicce ayı girince kurbanını kesinceye kadar saçlarını ve tırnaklarını kesmesi mekruhtur.
Zilhicce ayının faziletine dair Hz. Peygamber’den nakledilen, “Ayların efendisi ramazan, saygıya en lâyık olanı da zilhiccedir” şeklindeki rivayetin (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Şuʿabü’l-îmân, III, 355)
TERVİYE
Terviye “düşünmek, akıl yormak; sulamak, suya kandırmak” mânalarına gelir.
Zilhiccenin 9-13. günleri arasında yoğun bir şekilde icra edilen hac menâsikinin çeşidi, mekânı, vakti gibi hususlar dikkate alınarak bu ayın 8. günü “terviye”, 9. günü “arefe”, 10. günü “nahr/zebh” günü, 11-13. günleri teşrîk günleri diye adlandırılır.
Terviye gününün ilk anlama göre adlandırılmasıyla ilgili üç görüş kaydedilir. Birincisi bunu, Hz. Âdem’in Kâbe’yi inşa ettikten sonra tefekkürde bulunup rabbine yönelerek bu ameli karşılığında nasıl bir mükâfatı hak ettiğini sorması, Cenâb-ı Hakk’ın tavafın ilk şavtından itibaren günahlarının bağışlanacağını bildirmesi, Hz. Âdem’in mükâfatın arttırılmasını talep etmesi üzerine Kâbe’yi tavaf eden evlatlarının da bağışlanacağı müjdesini alması, tekrar ısrar edince tavaf yapanların bağışlanmalarını diledikleri bütün mümin evlâtlarının günahlarının bağışlanacağını öğrenmesiyle; ikincisi, Hz. İbrâhim’in terviye gecesi rüyasında oğlunu kurban ettiğini görünce rüyanın rahmandan mı şeytandan mı olduğunu düşünmesi, arefe gecesi de aynı rüyayı görünce rahmandan olduğunu anlamasıyla; üçüncüsü Mekke halkının terviye günü Mina’ya çıkıp orada ertesi gün Arafat’ta okuyacakları duaları düşünmeleriyle ilişkilendirmiştir. Terviyenin ikinci anlamından hareketle de üç görüş ileri sürülmüştür.
Bunlara göre Mekkeliler’in hacılar için su depo ettikleri ve arefeden bir gün önce hem hacılara hem hayvanlarına su vererek onları suya kandırdıkları, arefe gününe hazırlık olmak üzere Arafat’a su götürdükleri yahut günahkâr insanların susuz kimseler gibi Allah’ın rahmet deryasından kana kana içmeleri sebebiyle bu güne terviye adı verilmiştir (Râzî, V, 173).
Bu konuda ayrıca kelimenin “rivayette bulunmak” veya “görmek, göstermek” kökünden geldiği, terviye günü hac imamı Arafat’a çıkacak hacılara menâsikle ilgili bilgiler verdiği yahut Hz. Âdem’in Havvâ’yı bugün gördüğü veya Cebrâil’in Hz. Peygamber’e hac menâsikini bugün gösterdiği için terviye isminin verildiği söylenmektedir. Ancak bu yorumlar isabetli görülmemiştir (Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, VIII, 150).
Terviye, hac menâsikinin ifasına başlanılan ilk gün olması bakımından önem taşır. Zilhiccenin sekizinci günü Mekke’de sabah namazını kılıp güneş doğduktan sonra Mina’ya gitmek, geceyi orada geçirmek, arefe günü güneş doğduktan sonraki zamana kadar Mina’da kalmak, böylece öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah olmak üzere beş vakit namazı orada eda etmek sünnettir (Müslim, “Ḥac”, 147; İbn Mâce, “Menâsik”, 84; Dârimî, “Menâsik”, 34).
Eğer mümkün olursa Mina’da Hz. Peygamber’in konakladığı Hayf Mescidi’ne yakın bir yerde konaklamak sünnete daha uygundur. Temettu‘ haccına niyet edenlerin, yani umre yapıp ihramdan çıkanların -daha önce de hac için yeniden ihrama girmeleri mümkün olmakla birlikte- terviye günü ihrama girerek Mina’ya gitmek üzere yola çıkmaları da sünnettir.
Terviye gününün cumaya rastlaması halinde zeval vaktine kadar Mekke’den ayrılmayan kimse cumayı eda etmeden Mekke’yi terk etmemelidir. Çünkü bu namazı kılmak farz, Mina’ya çıkmak sünnettir. Cuma namazının fecrin doğuşuyla vâcip olacağını söyleyenlere göre de bu durum dikkate alınmalıdır. Terviye günü veya daha önce nâfile bir tavafın arkasından haccın sa‘yi yapılabilir; fakat bu sa‘yin ziyaret tavafından sonra yapılması daha faziletlidir.
Temettu‘ haccına niyet edenler bu sa‘yi ancak hac için ihrama girdikten sonra yapabilirler. İbn Abbas’ın bildirdiğine göre, “Şafak vaktine ve on geceye, çifte ve teke ... andolsun” meâlindeki âyetlerde (el-Fecr 89/1-3) zikredilen “çift” terviye ve arefe günleri, “tek” ise kurban kesme günüdür. Saîd b. Müseyyeb, “Burçlara sahip gökyüzüne, vaad edilen güne şahitlik edene ve şahitlik edilene andolsun” âyetinde geçen (el-Burûc 85/3) “şahitlik eden” ile terviye gününe, “şahitlik edilen” ile arefe gününe işaret edildiğini söylemiştir (Râzî, V, 173).
AREFE
Arefe haccın en önemli farzı olan vakfenin yapıldığı yerin (Arafat) diğer adıdır. Vakfe, kurban bayramının bir gün öncesi olan zilhicce ayının dokuzuncu günü burada yapıldığından bu güne yevmü arefe (arefe günü) veya Türkçe’de kısaca arefe (arife) denilmiştir.
Arefe günü, haccın temel rüknü olan vakfenin o gün yapılması sebebiyle büyük önem taşımaktadır. Arefenin önemine, faziletli ve makbul duanın o gün yapılan dua olduğuna dair hadisler vardır (bk. Şevkânî, IV, 70; Muhibbüddin et-Taberî, s. 392). Vakfe, arefe günü zeval vaktinden kurban bayramının birinci günü fecrin doğuşuna kadar olan süre içinde yapılır.
"Arefe günü tutulan oruç, geçmiş bir senenin ve gelecek senenin günahlarına keffaret olur." (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 457)
"Keffaret olur", günahları örter, affettirir, demektir. Bizim gibi neredeyse bir günah denizinde yüzen ahir zaman Müslümanları için bundan daha büyük bir müjde olabilir mi? İşte af ve mağfiret fırsatı!
"Arefe gününün orucu bin gün oruç tutmak gibidir." (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 460)
"Arefe günü gelince, Yüce Allah rahmetini saçar. Hiçbir gün o günde olduğu kadar insan cehennemden azat olunmaz. Kim Arefe günü gerek dünya ve gerekse ahiret ile ilgili olarak Allah'tan bir şey isterse, Allah onun dileğini karşılar."
Arefe gününden daha faziletli bir gün yoktur. Allahü Teala o gün, yer ehli ile meleklere karşı övünür ve (Arafat'taki hacıları kastederek) şöyle buyurur:
'Kullarıma bir bakın. Saçları başları dağınık, toz toprak içinde her uzak ilden bana geldiler. Bu hâlleri ile onlar, rahmetimi ümit etmekteler, azabımdan dahi korkmaktalar. Şahit olunuz, onları bağışladım. Onların yerlerini cennet eyledim.'
Melekler derler ki:
'Onların arasında biri var ki; yalancıktan bu işi yapar. Falan kadın da öyle.'
Allahü Teâla şöyle buyurur:
'Onları da bağışladım.'
Arefe günü olduğu kadar, hiçbir gün cehennemden daha çok azat edilen olmaz."
Bu arada şunu hatırlatalım: Hadislerde zikredilen Zilhicce'nin ilk on gününden maksat ilk dokuz günüdür. Çünkü Zilhicce'nin onuncu günü Kurban Bayramı'nın birinci günüdür, bugün oruçlu olmak caiz değildir; ancak o gün de ibadet günüdür. Müstehap olan oruç, Kurban Bayramı'ndan önceki ilk dokuz gündür. On geceye ise, Kurban Bayramı'nın gecesi dahildir. Çünkü geceler önce gelmektedir.
"Salih amellerin Allah'a en ziyade sevgili olduğu günler bu on gündür! Ondaki her bir günün orucu bir yıllık oruca (sevapça) eşittir. Ondaki bir gece kıyamı (ibadetle ihya edilmesi) Kadir Gecesi'nin kıyamına (ihyasına) eşittir." (bk. Tirmizi, Savm, 52; İbn Mace, Sıyam, 39)
Allah Teâlâ bazı geceler duaların reddedilmeyeceğini Peygamber Efendimize (asm) bildirmiştir. Rahmet kapılarının açıldığı dört mübarek gece şunlardır:
1. Fıtr (Ramazan) Bayramı gecesi,
2. Kurban Bayramı gecesi,
3. Terviye gecesi (Zilhicce ayının 8. gecesi),
4. Arefe gecesi, (Isfehani)
Arefe gününü ve gecesini ibadetle geçirmek çok faziletlidir. Arefe gecesini ibadetle geçirenin cehennemden azat olacağını müjdeleyen rivayetler vardır. Arefe günü, günahlardan uzak kalanın da bağışlanacağı Resulullah (asm) tarafından müjdelenmiştir.
"Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ihya eden kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü gün ölmez."( İbni Mace, Taberani.)
Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, tövbe reddolmaz. Ramazan bayramının ve Kurban bayramının birinci geceleri, Berat gecesi ve Arefe gecesi. (İsfehani)
"Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi."( İbni Asakir.)
TEŞRİK TEKBİRLERİ
Hanefî, Hanbelî, mezheplerine göre teşrîk tekbirleri
“Allāhüekber Allāhüekber lâ ilâhe illallāhü vallāhü ekber Allāhüekber ve lillâhi’l-hamd” şeklindedir. Bazı kaynaklarda bu lafızlar Hz. İbrâhim’e nisbet edilmiştir (İbn Âbidîn, II, 178-180; ayrıca bk. es-Sâffât 37/100-110).
Mâlik ve Şâfiî teşrîk tekbirlerinin üç defa “Allāhüekber” denilerek yerine getirileceğini söylerken sonraki dönem Şâfiî ve Mâlikî fakihleri diğer mezheplerce belirlenen tekbir ibaresinin okunmasını da uygun görmüştür.
Şâfiîler ayrıca buna, “Lâ ilâhe illallāhü vallahü ekber Allāhüekber ve lillâhi’l-hamd; Allāhüekber kebîren ve’l-hamdü lillâhi kesîren ve sübhânallāhi bükraten ve asîlâ” lafızlarının eklenmesinin uygun olacağını, ardından, “Lâ ilâhe illallāhü ve lâ na‘büdü illâ iyyâhü muhlisîne lehü’d-dîne ve lev kerihe’l-kâfirûn; Lâ ilâhe illallāhü vahdeh sadaka va‘deh ve nasara abdeh ve hezeme’l-ahzâbe vahdeh; Lâ ilâhe illallāhü vallāhü ekber” ibarelerinin katılmasının müstehap olduğunu söylemişlerdir (Şirbînî, I, 315).
RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINDA VE ZİLHİCCE
Bayramlarda gafletistilâ edip, gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır. Tâ ki; bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünki şükür, nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır. (Lem'alar / Yirmi Sekizinci Lem’a s, 275)
Aziz, Sıddık, Muktedir, Müteyakkız Kardeşlerim!
Sizin mübarek leyali-i aşerenizi ve Kurban Bayramınızı tebrik ederiz (Kastamonu Lahikası s, 210 )
Sizin leyali-i aşere olan mübarek o geçmiş gecelerinizi ve kudsî bayramınızı ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, rahmet ve keremiyle ve hıfz u himayetiyle ve tevfik ve hidayetiyle, Risale-i Nur'un tab' ve intişarına ve Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tevafuklu tab'ına sizleri muvaffak eylesin, âmîn! (Emirdağ Lahikası-1 s, 93 )
Bu sene hacc-ı ekber manasını taşıyan leyali-i aşerenizi ruh u canımızla tebrik ederiz. (Emirdağ Lahikası-1 s, 262 )
Hem mübarek leyali-i aşerenizi, hem kudsî bayramınızı ruh-u canımla tebrik eder, arz-ı hürmetlerimle Nur neşreden ellerinizden öper, kusuratımın affını istirham ederim. (Emirdağ Lahikası-2 s, 148 )
Aziz, Mübarek Kardeşlerim!
Pek çok selâm… Bizim memlekette eskide Arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben şimdi bir gün evvel beş yüz ve Arefe’de dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben gerçi sizleri göremiyorum ve hususî her birinizle görüşmüyorum; fakat ben, ekser vakitler, duâ içinde her birinizle bazen ismiyle sohbet ederim. (Şuâlar, On Üçüncü Şuâ, s. 307)
***
Hem leyali-i aşerelerini, hem bayramlarını ruh u canımızla tebrik ediyoruz. (Tarihçe-i Hayat s, 520 )
Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir hâleti çok defa tetkik ettim, gördüm ki o hâlet hakikattir.
O hâlet şudur ki: Sûre-i İhlâs’ı Arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki bendeki manevî duyguların bir kısmı, birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mana tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalp gibi bir kısım, manevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder.
Ve hakeza, git gide, o tekrarda yalnız bir kısım letaif kalır ki pek geç usanıyor; devam eder, daha manaya ve tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor. Lâfız ve lâfz-ı müşebbî olduğu bir meal-i icmâlî ile ve isim ve alem bulundukları mana-i örfî onlara kâfi geliyor. Eğer manayı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir.
Ve o devam eden lâtîfeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cilt hükmündeki lâfızları onlara kâfi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lâfızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-ü İlâhî olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.
İşte kendim tecrübe ettiğim şu hâlet gösteriyor ki ezan gibi ve namazın tesbihatı gibi ve her vakit tekrar edilen Fatiha ve Sûre-i İhlâs gibi hakaikleri, başka lisan ile ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü menba-ı daimî olan elfaz-ı İlâhiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimî letaifin daimî hisseleri de kaybolur. Hem her harfin lâakal on sevabı zayi olması ve huzur-u daimî bütün namazda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde, tercüme vasıtasıyla insanların tabiratı ruha zulmet vermesi gibi zararlar olur.(Yirmi Altıncı Mektub, 4. Mebhas, Sekizinci Mesele, s. 340)
Üstad Bediüzzaman Said Nursi hz. de Hacc’a niyetle gençliğinde yola çıkar
Nurşinli Hazret, Ziyauddin (K.S.) ile Hacc'da buluşmak üzere mektuplaşmaları olduğu için, başlattığı bu seyahatini çok çabuk bitirerek Kurban bayramından evvel Hacc mevsimine ulaşmak üzere gitmekteydi. 1910 yılının Hacc mevsimi, yani Kurban Bayramı ise, Aralık(233/1) ayı başındadır.
Eğer Bediüzzaman Van'dan çıkarak başlattığı seyahati Ekim başında olmuşsa ve onun beyanı ile bu seyahat acele olarak kırk elli gün içinde gerçekleşmiş ise, o zaman herhalde Kurban Bayramı'nda Hacc'a ulaşamayacağını anladığı için, Şam’a Kurban Bayramı'ndan sonra gitmiştir.
Kuvvetli bir rivayet ve tahmine göre -ki Nurşinli Hazret, Ziyauddin'i Hacc dönüşünde şam'da karşılamış- Kurban Bayramı'ndan bir ay sonra şam'a varmış olması lâzımdır. O ise, Aralık ayı sonundadır. Lâkin Hazret, Ziyauddin'in Hacc dönüşü ne zaman olduğu, yani kurban bayramından ne kadar zaman sonra Şam’a gelmiş olduğu malum değildir. Amma o zamanın şartlarına göre, herhalde yolculuk dâhil Şam’a muvasalâtı, hac mevsiminden bir ay kadar sonra tahakkuk etmiş olması gerektir. (Mufassal Tarihçe 1 s, 338)
Barla’daki Meşhur kayık hadisedi de Kurban Bayramında tahakkuk etmiştir. (bkz. Mufassal Tarihçe 2 s, 278)
"Üstad'ın karşı komşusu Bolvadinli Cafer Ağa kurban kesmiş, Zübeyir Ağabeylere de bir parça et vermiş, o da kabul etmemişti. Kızan Cafer Ağa Üstada şikâyete gitmişti. 'Hiç kurban eti alınmaz mı?' diye şikâyet etmiş ve Üstad, 'Söyle onlara, alsınlar' demişti. Tabiî, Cafar Ağa sevinç içindeydi. Üstad ve Nur talebeleri zekât, iftar daveti gibi şeylere asla kabul etmezlerdi. (Tanıyanların Dilinden s, 215 / MM. Zeki Çalışkan)
KURBANIN MAHİYETİ, VÜCUBU VE ŞER'Î HİKMETİ
1- Kurban Yüce Allah'ın rahmetine yaklaşmak için ibadet niyeti ile kesilen özel hayvandır. Kurban bayramı günlerinde (ilk üç günde) böyle Allah rızası için kesilen kurbana (Udhiyye), bunu kesmeğe de "tazhiye" denilir.
2- Kurban Bayramında ibadet niyeti ile kurban kesmek, hür, mukîm (yolcu olmayan), müslim ve zengin kimseye vacibdir. Zenginden maksad, temel ihtiyaçlarından başka, artıcı olsun olmasın, en az iki yüz dirhem gümüş değerinde bir mala sahib olan, fitre vermekle yükümlü olan kimselerdir. (Zekat bölümüne bakılsın!..)
Kurban kesme günlerinde (kurban bayramının ilk üç gününde) kurban kesmeğe gücü varken kurban kesmeyip de sonra fakir düşse, buradaki vücub üzerinden düşmüş olmaz.
3- Kurban kesme yükümlülüğü için, İmam Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre, akıl ve buluğ şart değildir. Bundan dolayı zengin olan bir çocuğun veya bir delinin malından bunların velisi kurban keser. Bu çocuk veya bu mecnun o kurbanın etinden yer. Geri kalan kısmı da, elbise gibi aynından faydalanacakları bir şeyle değiştirilir.
Fakat İmam Muhammed'e göre, kurban yükümlülüğü için akıl ve büluğ şarttır. Bundan dolayı çocukların ve mecnun olanların mallarından kurban kesilmesi gerekmez. Fetva da buna göredir. Velileri onlar adına mallarından kesecek olsalar, kurban bedelini onlara ödemeleri gerekir. Ancak bir kimsenin kendi malından çocuğu için kurban kesmesi mendubdur. (İmam Malik ile İmam Şafiî'ye göre, kurban vacib değil, müekked bir sünnettir.)
4- Vacib olan kurban görevi, Hak yolunda fedakarlığın bir nişanıdır. Yüce Allah'ın verdiği nimetlere karşı yapılan bir şükürdür. Bunun sonucu da sevaba ulaşmak ve birtakım belalardan korunmaktır.
Şu gerçek de bilinmeli ki, insanların ihtiyaçları için yeryüzünde yüz binlerce hayvan kesiliyor. Fakat bunlardan yalnız durumları yeterli olanlar yararlanıyor. Kurban Bayramında ise, Hak rızası için birçok hayvan kesiliyor. Bunların etlerinden ve derilerinden çok fakir kimseler de yararlanıyor. İktisadî olan mesele, dinî ve ahlakî bir mahiyet kazanıyor. Şahıs menfaati yerine toplumun menfaati bulunmuş oluyor. Bunun için kurban kesilmesi, İslama ait insanî ve sosyal büyük bir fedakarlık demektir.
5- Kurban kesilmekle, kesilen hayvanların sayısı çok artmış olmaz; çünkü kurban kesilen günlerde kasapların kestiği hayvan sayısı azalır ve böylece o günlerde aynı mikdar hayvan kesilmiş olur.
Kendi zevkleri için hergün binlerce hayvanın kesilmesini çok görmeyenlerin, senede bir defa Allah rızası için bir mikdar hayvanın muhtaçlar yararına olarak Kurban adı altında kesilmesini çok görmeleri, doğrusu büyük bir düşüncesizliktir.
Sonuç: Kurbanın meşru olması, din, ahlak ve toplum yararı bakımından birtakım hikmet ve hacetlere dayanır. Bunu değerlendiremeyecek bir akıl sahibi olamaz. (Büyük İslam İlmihali s, 389 - 390 )
* Bu yazı TDV İslam Ansiklopedisi, Sorularla İslamiyet, Büyük İslam İlm-i Hal’i ve Risale-i Nur Külliyatından istifade edilerek hazırlanmıştır.