Eyüp Bey: “‘Tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir’ ya da, ‘Hacca giden annesinden doğduğu gün gibi bağışlanır’ gibi müjdeli hadisleri nasıl anlayacağız? Meselâ, kişinin kılmadığı namazları da bağışlanır mı? Kul hakkı da bağışlanır mı?”
Kur’ân’da, “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır”1 buyuran Cenâb-ı Hak, bir hadis-i kudside, “Kulum Beni nasıl tanırsa ona öyle muamele ederim”2 buyurur.
Kur’ân âyetleri bağışlama ve mağfiret konusunda çok açık ve net bulunuyor. Allah’ın rahmetinden umudumuzu kesmemek yetiyor. Mağfiret hususunda tek tasnif günahın şirk olup olmaması ve içinde kul hakkı bulunup bulunmaması şeklinde yapılmıştır. Günah şirk değilse, içinde de kul hakkı yoksa böyle umumi müjdelerden hissedâr olacağı umulur. Bediüzzaman Hazretlerine göre esasen Allah’ın Gafur, Gaffar, Tevvab, Afüvv, Settar gibi bağışlayıcı isim ve tecellilerine mazhar olmak için günahların ve kusurların vücudu gereklidir.3
Bir takım günah ve hatalar için elbette telâfi yolları gösterilmiştir. Meselâ namaz kılmamak günah olduğu gibi, Ramazan ayında bilerek oruç yemek de günahtır. Namaz kılmamanın telafisi, yine namaz kılmaktır. Oruç tutmamanın telafisi, yine oruç tutmaktır. Kezâ kul hakkının telafisi, bu hakkı ödemek ve helâlliğini almaktır. Keza şirkin telafisi tevhide girmektir, yani Allah’ın var ve bir olduğuna iman etmek ve bu imanda sebat etmektir.
Kul bir yandan eksikliklerini telafi etme gayreti içinde olur; bir yandan da tevbe ve istiğfarda bulunur. Yapmadığı ibadetleri Allah’a bir fıtrat borcu bilir ve kazaen yapmaya başlar. Günahlarından pişmanlık duyar ve Allah’ın bağışlayıcı olduğunu bilerek Allah’a döner. Bu esnada yeniden günah işlerse, acziyetini ve zafiyetini teslim ederek, yeniden Allah’ın af ve bağışlamasına sığınır. Yani kul için af ve bağışlanma kapısı ölene kadar kapanmaz. Kul, Allah’ın bağışlayıcı olduğunu bilmeli, ümidini kesmemeli; ancak kendisine düşen vazifeleri de, güç yetirebildiği oranda yapmalı, ameline güvenmemelidir.
Günahkâr iken duâlarımızın kabul olmayacağı gibi bir genelleme İslâm’da yoktur. Bilakis İslâm bizi hep Rabbimize yönlendirir. Kul her konuda, her başı derde girdiğinde, her zaman ve her halde “halisane ve içtenlikle” dua etmekle mükelleftir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Sizden önceki kavimlerden birisinde bir gün erkeklerden üç kişilik bir grup yola çıktı. Gecelemek için bir mağaraya sığındılar. Derken, dağdan kopan büyük bir kaya parçası onların üzerine mağaranın ağzını kapattı. Birbirlerine baktılar; Allah’a sığınmaktan ve duâ etmekten başka çâreleri yoktu. Birbirlerine, ‘Sizi ancak sâlih amellerinizle duâ etmeniz kurtarır!’ dediler.
İçlerinden biri: “Allah’ım! Benim yaşlı ve kocamış bir anam ve babam vardı. Akşam olunca ben onlardan evvel ne çoluk-çocuk, ne de hizmetçilerimden hiç birisine bir şey içirmezdim. Bir gün hayvanlarımı otlatacak ağaçlık bir yer aramak arzûsu beni uzaklara götürdü. Onların uyku saatlerine kadar geri dönemedim. Geldiğim zaman onların akşam sütlerini sağdım. Fakat onları uyumuş halde buldum. Kendilerini uyandırmayı ve onlardan evvel çoluk-çocuk ve hizmetçilerime akşam sütü içirmeyi hoş görmedim. Çocuklarım ayaklarımın etrafında ağlaşırken ben süt bardağı elimde olduğu halde, onların uyanmasını gözeterek şafak sökesiye kadar yerimde bekledim. Nihâyet uyandılar. Akşam sütlerini içtiler. Allah’ım! Eğer ben şu yaptığımı Senin rızân için yapmışsam, şu kayadan dolayı düştüğümüz sıkıntıyı gideriver” dedi.
Kaya biraz açılmıştı. Fakat çıkmaları için yeterli değildi. Diğeri:
“Allah’ım! Benim amcamın bir kızı vardı. O bana insanların en sevimlisi idi. Onu çok şiddetli seviyor ve arzû ediyordum. Bir kıtlık senesinde o bana geldi. Kendisini bana teslim etmesi karşılığında ona yüz yirmi altın vereceğimi söyledim. İsteğimi kabul etti.
Fakat tam murâdıma ereceğim zamanda, ‘Allah’tan kork!’ dedi. Onu çok sevdiğim ve arzûladığım halde bıraktım. Altınları da ona bıraktım. Yâ Rab! Eğer ben şu yaptığımı sırf Senin rızân için yapmışsam içinde bulunduğumuz sıkıntıyı bize açıver” dedi.
Kaya biraz daha açılmıştı. Fakat o aralıktan dışarıya çıkmaya imkân bulamıyorlardı. Üçüncüsü de şöyle yalvardı:
“Allah’ım! Ben bir takım ameleler kiralamıştım. Birisi hâriç diğerlerinin ücretlerini kendilerine verdim. O kişi hakkını almadan bırakıp gitti. Ben de onun parasını onun namına çalıştırıp çoğalttım. O kadar ki, çok mal meydana geldi.
Bir zaman sonra adam geldi ve: ‘Ey Abdullah, bana ücretimi ver!’ dedi.
Ben de: “Deve, sığır, koyun ve hizmetçi... Şu gördüklerinin hepsi senindir” dedim. Adam:
“Ey Abdullah, benimle eğlenme“ dedi. Ben:
“Seninle alay etmiyorum” dedim. Bunun üzerine malların hepsini alıp, götürdü gitti. Onlardan hiçbir şey bırakmadı. Allah’ım! Eğer ben yaptığımı sırf Senin rızân için yapmışsam, bulunduğumuz şu sıkıntıyı bizden gider” dedi. Nihâyet kaya tamamen açıldı ve mağaradan yürüyerek çıktılar.4
Dipnotlar:
1- A’râf Sûresi, 7/156; 2- Buhârî, Tevhîd, 15; 3- Lem’alar, (yeni tanzim) s. 182; 4- R. Sâlihîn, s. 12
Yeni Asya