Malikiyet ve Serbestiyet Devri- Mülkiyet- Endüstriyel Üretim Süreçlerindeki Farklılaşma
Malikiyet ve Serbestiyet kelimelerini özgürlük ve mülkiyet kavramları ile anlamak ve izah etmek mümkündür. En kısa ve sade bir deyişle özgürlük; bireyin başka insanların keyfi zorlaması altında olmaması, mülkiyet ise özgürlük alanlarının teşhis edilebilmesinin, sınırlarının çizilebilmesinin ve korunmasının vazgeçilmez bir aracıdır[1].
Malikiyet ve Serbestiyet devri günümüzde şirketleşme, çok ortaklı şirketler kurma veya şirketlere hissedar olarak katılma şeklinde görülmekte ve değişik biçimlerde gelişmesini sürdürmektedir. Demokratik eğilimlerin kabul görmesi ve insan haklarının ön plana çıkması, uluslararası boyutlu örgütlenmelere yol açmış insan ve insanlık onuru ile bağdaşmayan, insana değer vermeyen değerler bu örgütlerin tepkisini çekerek malikiyet ve serbestiyet devrini daha belirgin bir hale getirmiştir[2]. İnsanlık “malikiyet” ile ecir yani ücretlilikten, “serbestiyet” ile esirlikten tamamen azat olup gerçek medeniyete kavuşacağı[3] beklenmektedir.
Tarihsel olarak kapitalizmin sona ererek yeni bir evreye girdiği malikiyet ve serbestiyet dönemi, temel olarak sermayenin birikim ve örgütlenme biçimlerinde meydana gelen, endüstriyel üretim süreçlerindeki farklılaşmayı ifade etmektedir. Son otuz yıllık dönemde, iletişim ve ulaşım alanında ortaya çıkan teknolojik gelişmeler, sermayenin daha esnek ve küresel ölçekte örgütlenme imkânına sahip olmasını sağlamıştır. Sermayenin esnek birikim ve örgütlenme kapasitesine sahip olma ihtiyacı, üretim bandını, standart bir ürünün mekanize bir biçimde üretilmesi sürecine dayalı, dikey entegrasyon çerçevesinde yapılanmış bir şirket ve toplumsal ve teknik işbölümünün kurumsallaşması koşullarına dayalı belli bir örgütlenme biçiminin hakim olduğu Fordist üretim düzenine özgü katılıkları ortadan kaldırmıştır. Üretim bantlarının piyasadaki değişimlere, ürün esnekliğine ve teknolojik girdilerdeki farklılaşmaya, süreç esnekliğine duyarlı kolay programlanabilir üretim birimleri haline gelmesini sağlayan Post-Fordist üretim düzeni[4], yeni bir dönemin özelliklerini göstermektedir.
Gelecek bilimci Alvin Toffler, dünyada zenginlik ve refahın temellerinin zemin değiştirdiği üç büyük dönüşümden bahsetmektedir. Bu dönüşümler sırası ile avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik tarıma geçişi ifade eden birinci dalga, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi ifade eden ikinci dalga ve sanayi toplumundan bilgi toplumuna dönüşümü ifade eden üçüncü dalga, olarak ifade edilmiştir.
Üçüncü dalganın 1950’li yıllarda başladığını ve bilgi toplumuna geçişin temellerinin o yıllarda atıldığını[5] ikna edici bir şekilde anlatan Toffler, içinde yaşadığımız ve başlangıcında olduğumuz yeni bir ekonomik ve sosyal çağın farkında olmakla birlikte bu devrin adını bir türlü koyamadığı fakat yeni bir dönemden bahsettiği görülmektedir. Toffler, “Future Shock” isimli eserinde gelecek korkusunu ele almış kapitalizmin bitmekte olduğunu ve yeni bir devrin başlamakta olduğunu ifade etmiştir[6]. Bu sömürü ve köleliğin sonsuza kadar kaldırıldığı devrimci çağın bilgi toplumundan öte bir adı olması gerekir; Malikiyet ve Serbestiyet Çağı.
1960’lı yıllarda Kenneth Boulding “Yirminci Asrın manası” isimli kitabında kapitalizmin çökmekte olduğunu gerekçeleri ile izah ederek yirminci asrın bunu gerçekleştireceğini iddia etmiş yeni bir döneme “Medeniyet Sonrası Çağ” ismini vermişti. Aynı tarihlerde John Nef, yeni bir eserini yayınlamıştır; Towards World Community [Dünya Cemiyetine Doğru]. Günümüzde ise meşhur işadamı ve teorisyenlerinden George Soros, “Küresel Kapitalizm Krizde” isimli eserini yazarak tarihin dönüm noktasında olduğumuzu farklı bir dille ifade etmişlerdir[7].
Mülkiyetin önem kazanması ve malikiyet yani sahip olma isteğinin güçlenmesi, doğal hukukun önemli bir gereği olarak değerlendirilebilir. Doğal hukuk, insani eylemleri ve aklı referans alarak, haklı ya da haksız şeklinde değerlendirir. Bununla birlikte hak kavramıyla insanın sosyal özelliği arasında bir ilişki vardır[8]. Bütün insanlar için geçerliliğini koruyan temel ve doğal haklar, doğal hukuktan kaynaklanır. İnsanların var oluş itibariyle sahip oldukları ve kazanmak için insan olmaktan başka herhangi bir şartı gerektirmeyen temel ve doğal haklar; hayat, hürriyet ve mülkiyet hakkıdır[9].
“Hayat ve hürriyet hakkı kadar mülkiyet hakkının da son derce önemli bir hak olduğu iddia edilmektedir[10]. Ayn Rand bu hususu; “Yaşam hakkı tüm hakların kaynağıdır ve mülkiyet hakkı bu hakların pratiğe yansıyan şeklidir[11]” ve “Öyle ki mülkiyet hakkı olmaksızın hiçbir hak olamaz[12]” şeklinde ifade etmiştir.
Montesquieu’ye göre devlet; kanun yolu ile düzeni tesis eder ve bireysel özgürlük ile mülkiyetin dokunulmazlığı ilkesine hizmet eder[13]. Mülkiyet hakkı, özellikle İslamiyet dininin vermiş olduğu önemle birlikte sonraki yüzyıllarda bütün dünyaya yayılmıştır. Bu hakkın temel insan haklarından en önemlilerinden bir tanesi olduğu düşüncesi bugün daha fazla kabul görmektedir.
Mülkiyet hakkı ile ilgili olarak tarihe ilginç olacak kayıtlar düşülmüştür. Bunlardan bir tanesi; Büyük Britanya İmparatorluğunun bazı sömürgelerinde, İslami kurallar (şeriat) yerine İngiliz hukuk sistemi getirilince, evli kadınlar, şer’i hukukun kendilerine verdiği mülk hakkından yoksun kalmış[14] temel haklarından önemli bir tanesinin yok edilmesine şiddetle karşı çıkmış olmalarıdır. Bu ve benzeri olaylarla birlikte mülkiyet sisteminin önemi daha çok kavranmıştır. Sonuç olarak mülkiyet sistemlerinin gelişmesi ve tabana yayılması, ülkelerin hızlı bir şekilde sermaye üretmesine sebep olmuş refah seviyesinin artmasına ciddi bir katkıda bulunmuştur.
[1] Atilla Yayla, “Rousseau’nun Zihniyet Dünyası”, Zaman Gazetesi, 05.10.2012.
[2] Salih Aytemur, Başarılı Yönetimin Sırları, İstanbul, Nesil Yayınları, 2005, s. 59.
[3] Mustafa Said İşeri, “Kuran Medeniyetinin Temelleri”, http://hakikatarayisi.com. 30.06.2011.
[4] Manuel Castells, Ağ Toplumunun Yükselişi, Çev. Ebru Kılıç, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s. 211.
[5] Arman Kırım, Türkiye Nasıl Zenginleşir? İstanbul, Remzi Kitabevi, 2008, s. 99.
[6] Ömer Faruk Uysal, “Beşeri Yaşama Devirleri”, Köprü Dergisi, Kış 2000, s 49.
[7] A.e. s 50.
[8] Hugo Grotius, Savaş ve Barış Hukuku, Çev. Seha L. Meray, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1967, s. 18.
[9] Neşet Toku, John Locke ve Siyaset Felsefesi, Ankara, Liberte Yayınları, 2003, s. 138.
[10] Umut Omay, Sosyal Haklar, İstanbul, Beta Basım, 2011, s. 36.
[11] Ayn Rand, İnsan Hakları, Bencilliğin Erdemi, Çev. Nejdet Kandemir, İstanbul, Plato Film Yayınları, 2008, s. 142.
[12] A.e. s. 142.
[13] William Ebenstein, Siyasi Düşüncenin Büyük Düşünürleri, Çev. İsmet Özel, İstanbul, Şule Yayınları, 2001, s. 241.
[14] Noah Feldman, “Does Sharia Mean the Rule of Law”, International Herald Tribune, 16. 03. 2008.