Müminler, mümin kardeşlerini yanlış anlamak için değil, doğru anlamak için gayret göstermelidirler. Daha ötesi bir mümin, bir mümin kardeşine hep hüsnü zan ile bakmak için gayret göstermeli, anlamadığı ve hikmetini bilemediği davranışlarını da kendi dünyasında hayra yormalıdır. Mümine yakışan ve Allah'ın rızasını kazandıracak kardeşlik hukuku böyle davranmayı gerektirir.
***
İstikamet üzere bir ömür geçirmek kolay değildir. İstikamet üzere olan insanlar da zaman zaman yanlışlara düşebilir, hata ve vartalara yuvarlanabilirler. Her zaman ve her vaziyette Allah'a iltica etmek, O'na dayanmak ve O'ndan yardım dilemek gerekir. Allah, kendisine iltica etmekten vazgeçmeyen insanları yanlış yolda devam ettirmez. Rahmet ve inayeti ile onları mutlaka muhafaza eder. Allah, kendisine gerçekten dost olanların dostudur.
***
Planlarını kısa vadeli ve günü kurtarmaya dönük olarak yapanlar, dar bir zamanda karlı çıksalar bile, neticede hep kaybetmeye ve hüsrana uğramaya mahkûmdurlar. İman ve Kur'an hizmeti yapmak davasında olanlar, her şeyden önce Allah rızasını kazanmaya dönük bir çalışma ve gayret içinde olmalıdırlar. Bu rıza ile birlikte, elbette cenneti de kazanmayı arzu edebilirler. Fakat dünyevi başarı ve neticeye yoğunlaşıp, hareketlerini buna bina edenlerin yaptıkları çalışmaların Allah rızası ile neticelenmesi beklemek elbette kolay değildir. Allah rızası ve cennet, müminlere düşmanlık ve nefret ile kazanılmaz.
***
Bütün müminler bir bedenin uzuvları gibidirler. Bir Mümin, mümin kardeşlerine karşı sorumludur. Bir mümin kardeşini, başka insanlar nezdinde sıkıntıya sokacak ve zor duruma düşürecek fiil ve davranışlara imza atmaz. Mümin kardeşinin şeref ve haysiyetini, itibar ve prestijini, kendisinin telakki eder ve o şekilde korur. Kardeşinin sıkıntılarından memnun olmaz. Kardeşinin sıkıntılarından memnun olan bir mümin, kendisini çok ciddi bir muhasebeden geçirmelidir.
***
Müminler arasında meydana gelen bir fitne veya kavga, başka müminleri sevindiremeyeceği gibi, onları büyük bir üzüntüye ve kedere gark eder. Böyle bir durumda sevinen müminlerin durumu en basit bir ifade ile sükût hali veya felaket olarak adlandırılabilir. Hele hele böyle bir kavga ve fitneden kendine pay çıkarmak adına memnun olanların, Allah'ın huzurundaki hesaplaşmaları elbette çok çetin ve dayanılmaz olacaktır.
***
Müminin hayatı, muhabbet ve sükûnet üzere kuruludur ve hayatı boyunca hep bu çerçeve içinde davranmaya çalışmalıdır. Kavga, kargaşa ve fitne ortamlarından hep uzakta durmaya çalıştığı gibi, böyle çirkin hususlara sebep olmaktan veya içinde bulunmaktan da şiddetle kaçınır ve Allah'a sığınır. Böyle bir durumla karşılaştığı zaman da bunları hayra dönüştürmek için hiç bir gayret ve fedakârlıktan da kaçınmamalıdır. Mümince tavır ve duruş bunu gerektirir.
***
Haksızlığa ve yapılan yanlışlıklara hak ve vicdan çerçevesinde karşı çıkmak, hukuku muhafaza etmek, hakkın hatırını yüksek tutmaya çalışmak büyük bir erdemdir ve her müminin öncelikli vazifesidir. Fakat öncelikle ve önemle haklı olmak gerekir. Hak arayışına hiç kimse fitne diyemez. Fakat hak arayışı sırasında yalan ve iftiralara başvurmak, müminlere karşı kafir ve zalimlerle ittifak kuracak kadar ileri gitmek, mesele ile ilgisi olmayan ve geçmişte kalmış konuları karıştırarak ve hassasiyetleri kaşıyarak ortamda kaos meydana getirmeye sebep olmak, aba altından sopa göstermek, tarafgir bir şekilde tehdit etmek elbette çok büyük bir fitnedir. Böyle durumlarda "fitne uykudadır, onu uyandırana Allah lanet etsin'’ hadisinin şümulüne girmekten korkmalı ve Allah'a iltica etmeliyiz.
***
Müminler için iman ve Kur'an hizmetinin zamanı ve zemini yoktur. Mümin her zaman ve her zeminde iman ve Kur'an hizmeti yapmak için vesile ve şartları oluşturmaya çalışır. En zor ve en dayanılmaz baskı ve istibdat altında dahi, Üstad Said Nursî'nin yaptığı gibi hizmet için bulabileceği fırsatları en iyi şekilde değerlendirir. Hizmet etmek için hiç bir imkân ve fırsata sahip olmazsa bile, kendi şahsi ibadet ve takvasına daha fazla önem verir. Çünkü Rabb'imiz, bir mümini, sahip olmadığı imkânlarla hesaba çekmez.
***
İmana ve Kur’an'a hizmette kıskançlık ve rekabet olmamalı. Kim hak ve hakikate hizmet için gayret gösterirse müminler için makbul olmalı ve kabul görmelidir. Metot farklılıkları kavga ve düşmanlık sebebi olamaz. Müminler birbirlerinin eksiklerini ihlasla tamamlamalı, hata ve kusurlarını ise kavl-ı leyyin ve lütufla tamamlamaya ve düzeltmeye çalışmalıdır. Aleni olarak ve nefret üslubuyla yapılan ikaz ve tenkitler hiç bir fayda sağlamayacağı gibi, aradaki mesafenin daha da açılmasına sebep olur. Sonraki dönemlerde de bunu telafi etmek çok müşkül olacağı gibi, İlahi mahkemede de hesabını vermek asla kolay olmayacaktır.
***
Siyaset, iman ve Kur'an hizmetlerine alet ve tabi edilir. İman ve Kur'an hizmetleri siyasete alet ve vasıta edilemez. Siyaset ve din hizmeti yapanlar arasındaki münasebetler, çok dikkatli bir zeminde ve doğru vasıtalarla yürütülmelidir. Dini hizmetleri yapanlar, hukuk ve adalet zemini talebi içinde olmalı, kendilerine ve gruplarına imtiyaz peşinde koşmamalıdırlar. İmtiyaz ve farklı muamele talebinde bulunmak, bunları kendileri ve grupları hakkında tarafgir ve bağnazca bir şekilde kullanmak meşru değildir ve vatandaşlık hukukunu çiğnemek anlamına gelir. İslam’a hizmet iddiası ile ortaya çıkanların, böyle yanlışlara ve zulümlere vesile olmaları büyük bir vebal ve emanete ihanettir.
***
İman, insanlara hakkaniyetli ve adil bir bakış açısı kazandırır. Mümin, olayları objektif ve ilahi ölçülere uygun bir mizan ile değerlendirir, hüküm ve kararını da bu şekilde verir. Grup, ırk ve cemaat ile endeksli bir bakış açısı ve hükmetme eğilimi, adil bir tavır olmadığı gibi, hakperest bir davranış biçimi de olamaz. Ölçü; iman ve hakkaniyet olmalı, hüküm ve karar buna göre verilmelidir. Şahsi, hissi ve taassup saikasıyla karar veren ve ayrımcılık yapanlar, ilahi adalet önünde muhakkak ki müşkül vaziyete düşeceklerdir.