Muntazar ve Muntasar

Mustafa ÖZCAN_

Bush’a pabuç veya ökçe fırlatan gazetecinin ismi ilk andan itibaren iltibaslara konu oldu. Habere ilk görsel medya aracığıyla muttali olduğumdan; bana ismi Muntasar gibi gelmişti. Sonra yazılı basını takip ettikçe bunun böyle olmadığını bilakis televizyoncunun isminin Muntazar olduğunu öğrendim. Hiç fark etmez. Her ikisi de yeteri kadar tefeül yani iyimserlik veya İngilizce ifadesiyle ‘wishful thinking’ nedeni. Adı Muntazar ise neticede Uğur Dündar’ın dediği gibi Godot gibi beklenen bir adam olmalı. Godot’dan farkı ise gelmesi. Uğur Dündar onu ‘Beklenen’ manasında olmasından dolayı Mehdi-i Munzatar ile ilişkilendirdi. Halbuki o sadece Muntazar. Mehdi ile ilişkili değil. Ama kimilerine göre Mehdi Ordusu’nun kurucusu Mukteda Sadr’ın hayranlarından. Bu anlamda Muntasar veya Muntasır olması ise Muntazar’ın bir sıfatı niteliğinde. İntizar edilen zat sonunda gelmiş ve galebe çalmış. Dolayısıyla ister Muntazar isterse Muntasar olsun bunlar birbirlerinden kopuk manalar değil elbette. Birbirlerini tamamlayan sıfatlar kabilinden sayılabilirler. Kimileri eleştirse de kalkıştığı iş kahramanlık boyutunda bir iş. Birincisi,  cesaret isteyen bir iş. Dünyanın gözleri önünde soğukkanlı bir biçimde ayakkabılarınızı çıkarıyor ve hedefe saplanmış ve kararlı bir şekilde titremeden postalları hedefe gönderiyorsunuz. Bundan dolayı Güneri Civaoğlu gibiler onun talimli olduğunu ileri sürüyorlar. Elbette ki bir Kartal Demirağ gibi bir suikastçı değil. Sadece köpeksiz köyde değneksiz gezen adama unutulmaz bir ders vermek istemiş. Iraklıların ve Iraklılığın ve şehametin ve mertliğin henüz ölmediğini eylemiyle ortaya koymuş. Bundan dolayı, ‘Vatesimu’ derneğinin kurucusu olan Kaddafi’nin kızı Aişe, Muntazar’ı kahraman ilan etti ve cesaret ödülüne layık gördüklerini ve bunu kendisine vakti gelince takdim edeceklerini açıkladı.

*

Kardeşi Uday’ın dediği gibi, bu ferdi bir eylem olsa da kolektif bir arzuyu yansıtıyor ve maşeri vicdanı temsil eden bir eylem ve Muntazar da bütün Iraklıların yerinde olmayı temenni ettikleri bir eylemci. Bundan dolayı bu olayı bayram gibi kutladılar. Sadece kendisi kahraman olmakla kalmamış aynı zamanda işgale ve işbirlikçilerine karşı Iraklıları gayrete ve galeyana getiren bir harekette bulunmuştur. Yani örnek ve model olmuştur. Amerikan işgalinden kendisi de bizzat etkilenmiş ve hem Amerikalıların hem de yerli başıbozuk grupların tasallutuna maruz kalmış.  Bunun yanında dulların ve yetimlerin haberlerini yapmış, dramlarına şahit olmuş ve kanı beynine sıçramış ve rövanş gününü beklemiş. Şii olmasına rağmen İran yanlısı değil. Birinci ve fiziki işgalci olarak Amerikalıları görüyor. Nazarında ikinci işgalci güç ise söz konusu komşu ülke.  Eylemden sonra kendisini birden Şiisiyle Sünnisiyle bütün Iraklıların ortak kahramanı olarak buldu. Özlenen birlik ve beraberlik tablosu onun şahsında yeniden tecüsset etmiş ve somutlaşmıştı. Kimileri onu gelecekte Irak’ın lideri olarak görmek istiyor. Maliki hükümeti, çalıştığı Bağdadiye Kanalı’ndan El Zeydi adına özür dilemesini istemiş ama Kanal yetkilileri ise ‘biz özür dilemeyiz siz Muntazar’ı serbest bırakın’ diye çıkışmışlar.

*

İşin tali boyutlarından birisi de şöyle: Muntazar gazeteci mi eylemci mi? Bu soruya başka bir soruyla karşılık vermek de mümkün: Gazeteci olayların mücerret müşahidi ve seyircisi midir? Bilindiği gibi Afrika’da bir ülkede bir akbaba ile açlıktan karnı şişmiş ve biraz sonra akbabaya yem olacak bir çocuğun arasında ölüm kalım yarışı vardır. Amok koşusu gibi. Burada galip taraf önceden bellidir. Zavallı çocuk biraz sonra akbabaya yem olacaktır. Siz olsanız ne yapardınız? Akbabayı mı kovalardınız yoksa  bütün dikkatinizi o kareyi çekmeye mi teksif ederdiniz?  Sözkonusu kareyi çeken ve profesyonellikten gram taviz vermeyen ve bu nedenle de cocuğu kurtarmak yerine mesleğinin gereğini yapan Batılı gazeteci bir müddet sonra bu görüntüsünün altında kalmış ve vicdan azabını daha fazla teskin edemeyerek intihar yolunu seçmiştir. Vicdan ile meslek arasında kalanların ve vicdan yerine meslek saplantısını aşamayanların en azından bir kısmı bu akibete uğramıştır. Meslek mi vicdan mı tartışması lise müsamerelerinden hatırladığız sanat sanat için midir yoksa sanat bir araç mıdır tartışmasını hatırlatır. Vicdanını kaybetmiş mesleğin istikameti akbaba önünde gagalanacağı anı bekleyen çocuk karşısında kılını kıpırdatmayan batılı gazetecinin hissiz refleksinden başka bir şey değildir. Milli mücadelede ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin’in davranışı kimilerine göre etik değildi ama yerindeydi. Melih Aşık’ın bu yaklaşımı elbette ki yanlış. Elbette Hasan Tahsin’in davranışı tarihi rivayetler sahih ise hem etiktir hem de doğrudur. Belki mesleki değildir. Bunun hilafını düşünmek yanlıştır. Meğerki mesleğini bu maksat doğrultusunda icra etsin. Ölüm kalım anında ve işgal sırasında seferberlik hali gibi meslek değil vicdan konuşur. Bu durumda meslek kaygısı ontolojik boyutun altında yani fantastik boyutlarda kalır. Muntazar’dan yıllar önce Türkiye gazetesinde çalışırken gazeteci Yusuf Sancak’ın başına da böyle bir hadise gelmişti. Gazetecilik yapmaya gittiği Bosna-Hersek’te Sırplara karşı kamera yerine klaşnikof doğrultmuştu. Derhal infaz edildi ve kendisini mesleğinin dışında buldu. Ortodoks gazeteciler etik bulmamışlar ve hakkında böyle hükmetmişlerdi. Bitirirken bu meslektaşlara Fehmi Koru’nun bir iğnelemesini ithaf edelim: Bush’a atılan postallar aynı zamanda onun savaşını destekleyen ve onun cephesindeki meslektaşlara da atılmıştır. ‘1 Mart tezkerecileri’ onlar kendilerini bilirler. Ayrıca Muntazar’ın Bush’dan Sami el Hac gibi meslektaşlarının rövanşını aldığını da unutmayalım. Bu en azından bir meslektaş dayanışmasıdır.
 
Milli Gazete

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.