İnsan, yaratılışında kendi nefsine muhib olarak yaratılmıştır; hattâ, bizzat nefsi kadar, bir şeye sevgisi yoktur. (1)
Bu tesbite istinaden, sair nefislerin varlığı ve aynı işe farklı ellerin uzanma ihtimali insana ağır gelir. İstediklerinizin yerine gelmesini ve hatta derhal yerine gelmesini arzu eder durursunuz. Bu talepleriniz de hiç eksilmez. Ancak müracaatlarınız arızalarla doludur. Müracaat etmesini bilmek erdemdir desek, yanlış olmaz sanırım.
Şöyle ki:
Bir ihtiyacınız var. Gidermek istiyorsunuz. Bunun için gayret göstermeniz lâzım. Vazifenizi aksatmadan ve terk etmeden; kendi sorumluluk sınırlarınızın dışına çıkmadan isteklerinizi ifade edersiniz. Sözle veya hal diliyle. Peki bunu kimden talep edersiniz? Elbetteki malın, mülkün sahibinden istersiniz; ya da istemelisiniz. Üstadımızın ifadesiyle asker olan insanın vazifesi talim etmek, getirmek, götürmek, taşımak değil midir? Yani zikir, fikir, şükür kelimeleriyle özetlenebilecek kadar kolaydır aslında vazifemiz. Fakat, kendimize iş ediniriz; vazifemiz, iktidar ve ihtiyarımız olmadığı halde, yapacakmışız gibi, elimizin ulaşamayacağı işlere -koca- burnumuzu sokuveririz. Öyle olunca da, her defasında elimize, yüzümüze bulaşır. Altında öylece ezilip kalırız. Ne gaflettir bu Yâ Rabbi!..
Bilirsin ama anlamazsın. Bakarsın ama görmezsin. İşitirsin ama duymazsın. Dokunursun ama hissetmezsin. Çünkü, bedenin yeryüzünde olduğu halde, aklın gökyüzünde gezer. Gezdiğin yerde ise sana hayat ve söz hakkı yoktur. Çünkü cisminin hükmü yoktur. Başını örse vurup kırmak pahasına, yol alırsın gözlerin ve kalbin kapalı. İşin sonunda nankör âsiler defterine kaydolmak da vardır.
Aman dikkat
İlem eyyühel-aziz!
Gafil olan insan, kendi vazifesini terk eder, Allahın vazifesiyle meşgul olur. Evet, insan, gafletten dolayı, iktidârı dahilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zayıf kalbiyle rubûbiyet vazife-i sakîlesinin altına girer, altında ezilir ve aynı zamanda, bütün istirahatini kaybetmekle âsi, şakî, hâin adamların partisine dahil olur.
Evet, insan bir askerdir. Askerlik vazifesi başka, hükûmetin vazifesi başkadır. Askerlik vazifesi tâlim, cihad gibi din ve vatanı koruyacak işlerdir; hükûmetin vazifesi ise, erzakını, libasını, silâhını vermektir. Binâenaleyh, erzâkını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip ticaretle -meselâ- iştigal eden bir asker, şakî ve hâin olur. Bu îtibarla, insanın Allaha karşı ubûdiyet, vazifesidir. Terk-i kebâir, takvâsıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihâdıdır. Ammâ, gerek nefsine, gerek evlât ve taallûkatına hayat malzemesini tedârik etmek, Allahın vazifesidir. Evet, mâdem hayatı veren Odur. O hayatı koruyacak levâzımâtı da O verecektir. Yalnız, hükûmetin, asker için ofislerde cem ettiği erzâkı askerlere taşıttırdığı, temizlettirdiği, öğüttürdüğü, pişirttirdiği gibi; Cenâb-ı Hak da, hayat için lâzım olan levâzımâtı küre-i arz ofisinde yaratıp cem ettikten sonra, o erzâkın toplanmasını ve sâir ahvâlini insana yaptırır ki, insana bir meşguliyet, bir eğlence olsun ve atâlet, betâlet azâbından kurtulsun.
Ey insan! Rahm-ı mâderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklarla besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça, o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan envâ-ı erzâkı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına götürüp sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!
Hülâsa: Allahı itham etmekle işini terk edip, Allahın işine karışma ki, nankör âsiler defterine kaydolmayasın. (Mesnevî-i Nûriye, Sayfa:189)
(1) Mesnevî-i Nûriye - Şemme, Sayfa:176