6 Şubat 2023, sabah saat 04.17’de, 10 saniye arayla, her biri 35 saniye süren, adeta kıyamet zelzelesine benzeyen iki deprem yaşadık. Ardından saat 13:20’de, yine 35 saniye devam eden ve sabahkinin şiddetinde bir deprem daha yaşadık. Aslında iki değil, üç deprem yaşadık. Depremde vefat edenlere Allah’tan rahmet, geride kalan yakınlarına baş sağlığı, yaralı olanlara da Allah’tan şifa diliyoruz. Vefat edenler iki cihetle şehit sayılırlar. Birincisi afete maruz kaldıkları için; ikincisi de kanları aktığı için.
Biz depremin olduğu merkezden (Nurdağı’ndan) 250 km. daha doğuda [Şanlıurfa’da) olduğumuz halde sarsıntı adeta kıyamet zelzelesinin bir numunesiydi. İnsanın aklını başından alacak türdendi. Sarsıntıyla uyandığımız gibi bir adım bile öteye gidemedik; oturduğumuz yerde çakılıp kaldık. Çünkü her şey çok şiddetli ve ani oluyordu. Allah şöyle buyuruyor: (وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ) “Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyamet bir göz kırpması kadar yahut daha da kısa olacaktır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”
Şunu söylemek mümkündür ki, bu depremi bizzat yaşayan ya da televizyon ekranlarından seyredip de gönlünde ve hayatında dine ve ahiret kaygısına yer veren, inkârda ve inançsızlıkta direnmeyen herkes, Allah’ın her şeye kadir olduğunu anlamıştır muhakkak. Kuşkusuz anlamayanlar da olmuştur ve her zaman olacaktır. Hatta televizyon ekranlarında göçük altında kalan depremzedelerle alay eder gibi, “Eğer Allah depremleri yapıyorsa, madem o bölge dindar bir bölgedir, neden Allah dindar insanlara bela gönderiyor” diyecek kadar küfür ve inkâr kusan insanlar da oldu.
Yukarıdaki ayet, “Şüphesiz Allah her şeye kadirdir” ifadesine yer vermekle, hayatında dine yer vermeyen sapkın güruha karşı Allah’ın varlığını, birliğini, ilminin ve kudretinin sınırsızlığını ve sonsuzluğunu dile getiriyor. Özellikle kâinatın sınırlarını kuşatan Allah’ın ilmine ve göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda kıyametin kopmasını sağlayacak büyüklükteki Allah’ın kudretine dikkat çekiyor. Allah depremlerle, “Ey insanlar! Madem Allah’ın mucizevî kudretini gözünüzle gördünüz, gaflet uykusundan ayılın ve intibaha gelin artık” demek istiyor. Gerçekten Allah öyle bir kadir-i mutlaktır ki, ona düşmanlık eden ne kadar cebbar nemrutlar ve firavunlar varsa hepsi, kıyamet vaktinde toprak altından çıkarılmak üzere yerin altında çürümeye terk edilmişlerdir. Allah ise Hayy-ı Bakî’dir.
Bediüzzaman Meyve Risalesinin yedinci meselesinde, insanoğlunun öldükten sonraki dirilişinden söz ederken veciz bir ifadeyle şöyle der: “…Ve bu âlemde çok taifelere kumandanlık yapan, karışan ve bazen karıştıran bir zabit, toprağa girip her amelinden sual olunmamak ve uyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.” Gökleri ve yeri yoktan var eden bir kudret sahibi insanı yeniden diriltip hesaba çekemez mi? Toprak altına girip de sonsuza kadar orada kalacağına inananlara acımamak elde değildir. Nasıl bir düşünce ve hayal yapıları vardır, merak ediyoruz.
Sözde Müslüman fakat hakikatte mülhit olan birisiyle yaptığımız tartışmada adam özetle şöyle dedi: “Deprem tamamen bir doğa olayıdır. Allah’la ya da insanların yaptıkları kötülüklerle hiçbir alakası yoktur. Kader diye bir şey de yoktur. Eğer evler teknolojiye uygun yapılırsa deprem kimseyi öldürmez.”
Dikkat ederseniz adamın sarf ettiği cümlelerin içinde sadece bir cümlede hakikat payı vardır. O da evlerin teknolojiye uygun yapılmasıdır. Zaten hem dinimiz hem de din âlimleri, evlerin mutlaka deprem yönetmeliğine, plan ve projeye uygun yapılması gerektiğini vurguluyorlar. Fakat bir tek cümleyi dillerine dolayarak birçok hakikati inkâr etmek veya gizlemek sapıklıktan başka bir şey değildir.
Mesela, “Kader diye bir şey yok” diyerek Allah’ın sonsuz ve her şeyi kuşatan ilmini inkâr ediyorlar. Çünkü kader denilen şey, olayların Allah’ın ilmi tarafından önceden programlanmasıdır. “Depremin Allah’la ve insanların kötülükleriyle hiçbir alakası yoktur” demek Allah’ı tanımamaktır. Sen evinin, arabanın, paralarının sahibi olacaksın da dünyanın ve dünya içindeki mahlûkatın sahibi olmayacak, her şey ve herkes başıboş olacak, öyle mi? Eğer Allah’ın varlığına inanıyorsak ve Allah’ın insanları ne amaçla yarattığını biliyorsak böyle bir cümleyi kullanmamız mümkün değildir. Fakat ne yazık ki, İslam memleketlerinde yaşayıp da ölüsü cenaze namazıyla gömülen bazı insanlar depremin Allah’la bir ilgisinin bulunmadığını söyleyecek kadar alçalabiliyorlar.
Depremin sadece dindar memleketlerde olmasının bir hikmeti de vardır kuşkusuz. Çünkü Allah gaflet içinde olan müminleri intibaha getirmek için bu semavi afetleri veriyor. Kaldı ki Allah’ın farklı bir kanunu da vardır. Şöyle buyuruyor: (وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصٖيبَنَّ الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعِقَابِ) “İçinizden sadece zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden (musibetten) sakının ve bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir." (Enfâl/25). Demek Allah’ın, sadece zalimleri değil masumları da kapsayan bir kanunu vardır. Yani bazı musibetler genel oluyor ve sadece pervasızca kötülük yapanlara mahsus kalmaz. Aksine masum ve mazlum insanları da içine alacak genişlikte ve kapasitede olur.
Eğer Allah her kötülük yapana bir bela bir musibet verip müminleri ve salih insanları ayırsaydı o zaman imtihanın sırrı bozulurdu. Herkes Allah’a inanır, namaz kılar ve teslim olurdu. Ebû Bekir ile Ebû Cehil arasında bir fark kalmazdı. İşte deprem, kimseyi ayırmayan umumi bir musibettir. Türkçemizde de, “Allah’ın sopası yoktur” diye anlamlı bir söz vardır. Yani Allah’ın elinde, iyilik yapanlara dokunmadan her kötülük yapanı cezalandırmak üzere bir sopa yoktur.
Mülhitlerin açıklamalarına bakılırsa depremler tamamen tesadüfî doğa olaylarıdır. Oysa ibret gözüyle baktığımız zaman kâinatta tesadüf göremeyiz. En ufak bir şeyden güneşe kadar her varlık nizam ve intizam içinde cereyan ediyor. Deprem gibi yer kürenin en önemli hadiselerinden birisi nasıl tesadüfî olabilir? Kuşkusuz, depremlerin insanın maddi ve manevi hayatıyla doğrudan bir alakası vardır. Çünkü şu dünya misafirhanesinde cereyan eden olaylara nazar-ı hikmetle bakan bir insan hiçbir şeyi nizamsız ve gayesiz göremez. Deprem gibi yer kürenin önemli hadiseleri nasıl tesadüfî olabilir? İnsanlar, özellikle bilim adamları yeryüzünde var olan her şeyi kemal-ı intizam içinde gördükleri halde, her nedense depremleri adeta sahipsiz, hikmetsiz ve gayesiz görüyorlar. “Fay hattının patlamasıdır, Allah’la bir ilgisi yoktur” diyerek kâinat sahibinden habersiz meydana geldiği imajını yayıyorlar.
Bediüzzaman, depremin bir madenin, bir fay hattının patlamasıyla meydana gelen tabii bir olay olduğunu ve Allah’ın iradesiyle hiçbir alakası olmadığını iddia eden insanları “ahmak şeytan” yerine koyar. Ona göre böyle diyenlerin amaçları, insanların intibaha gelmelerini önlemek ve bu hadislerin manevi sebep ve sonuçlarını görmezden gelmektir. Özetle şöyle der: “Kadîr-i Mutlak hikmetinin muktezasıyla zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazen de bir madeni harekete geçirip ateşlendiriyor. Diyelim ki zelzele bir madenin patlaması sonucu bile olsa, yine emir ve hikmet-i İlahî ile olur; başka olamaz… Kadîr-i Zülcelal’in müsahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak için "ateşlendir" diye verilen emr-i Rabbanîyi unutmak ve tabiata sapmak, ahmaklığın en çirkin şeklidir.” (Sözler,171)
Denilebilir ki depremler yer kürenin, zalimlerin zulmünden, özellikle bir kısım ehl-i imanın gafletinin manevi ağırlığından omuz silkmesine benzer. Deprem gibi hâdiselerin asıl gayesi, Allah’ın emriyle ehl-i imanın fâni mallarını, sadaka hükmüne çevirip ebediyete göndermek ve şükürsüzlükten gelen günahlara kefaret yapmaktır.
Allah Kur’an’ın 99. Suresi olan Zilzâl suresinde şöyle buyuruyor: (يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَاۙ بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا) “O gün yer, rabbinin ona vahyettiği şekilde bütün haberlerini anlatır.” (Zizâl,4-5) Bu ayetler müfessirler tarafından şu şekilde tefsir edilmiştir: Allah yere bir çeşit konuşma ve anlatma yeteneği verir, o da üzerinde olup bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık anlatır. Nitekim bir hadiste kıyamet gününde arzın dile gelerek konuşacağı bildirilmiştir. (İbn Mâceh, Zühd, 31) Demek yer küre, bir müsahhar memurdur; sadece kendisine emredilenleri yerine getirmekle yükümlüdür.
Bu surede ifade edildiği gibi, bir gün gelecek kıyamet zelzelesiyle Allah’ın müsahhar bir memuru olan yerküre dile gelecek, insanların eliyle yapılan ve şirk kokan bütün eserleri şükürsüz görüp çirkin bulacak ve üzerindeki her şeyi silip süpürecek. Allah’ın emriyle küfür ehlini Cehennem’e dökecek, şükür ehline de "Haydi, Cennet’e buyurun" diyecektir.” (Sözler, 170)