Devleti ve vatandaşı fakirleştiren birkaç temel unsur vardır. Bunları teker teker ele alalım:
1) Devletteki İsraf: Maalesef, bütçenin ve insan kaynaklarının israf edilmesi sonucu devlet, dolayısıyla halk fakirleşmektedir. Bir tek personelin yapacağı bir işe bazen 4-5 kişi görevlendiriliyor. Üstelik devlet kadrolarında daimi statüde işe girenler, adeta hem halk nezdinde, hem yargıçlar nezdinde hem bürokrasi nezdinde bir daha işten atılamaz garantisine sahip oluyorlar. O yüzden vatandaşların nezdinde en önemli iş, devlet kapısında kadrolu bir işe yerleşmektir. Oysa devlette işe girenler, çalışmadığı veya yüz kızartıcı bir suç işlediği takdirde bir daha devlette çalışamayacak şekilde görevden uzaklaştırılacağını bilmelidir.
Ben 40 küsur yıl devlet işinde çalıştım, bir ay işe gelmeyenler, cürm-ü meşhut olarak en ağır yüz kızartıcı suç işleyenler ve devleti dolandıranlar bile mahkeme yoluyla tekrar eski görevlerine geri döndüler. Üstelik hükümet değiştikten sonra eski amirinden tazminat alanlar bile vardır. İntihal yaptığı için doçentliği kabul edilmeyip ceza alan bir öğretim üyesi uzun süre TBMM’de milletvekilliği yaptı ve kendisine ceza verenlere parmak sallamaya başladı. İnsanlarımız bunun benzeri birçok örneği biliyor. Daha fazla kötü örnek vererek huzurunuzu bozmak istemiyorum.
Devlet, personel rejimi konusunda sınıfta kalırken bir taraftan da kamu harcamalarında büyük israflar içindedir. Şeflere ve şube müdürlerine varıncaya kadar tahsis edilen araçlar, yemek ücreti, yol ücreti gibi, verilmediğinde memuru zora sokmayan fakat devleti ciddi şekilde zarara sokan ücretler kaynak israfıdır. Devlet üretme çiftliği gibi devlet adına üretim yapan kamu iktisadî teşekküllerindeki israf sınırsızdır. Birçok kamu kuruluşunun bahçesinde çürümeye terk edilen ve yed-i emin parklarında sahiplerini bekleyen yüzbinlerce araç, israf edilen birer milli servettir. Devlet bu israfı durdurarak çeşitli mali kaynaklar oluşturabilir.
2) Devletin, yaptığı yardımları takip etmekten aciz kalması: Ülke içindeki yoksullara yardım yapmak sosyal devletin bir gereğidir. Her devlet, başta sağlık alanında olmak üzere birçok alanda yoksullara yardım elini uzatır. Ancak eğer devlet, yaptığı yardımların yoksullara ulaşıp ulaşmadığını takip etmekten aciz kalıyorsa sosyal devlet ilkesi rafa kaldırılmış demektir. Devlet, yaptığı yardımları takip edemediği için yoksullara sunulan sosyal hizmetlerin, kâğıt üzerinde fakir, hakikatte zengin olanların eline geçmesi, adı konulmamış bir dolandırıcılık ve sosyal bir faciadır. Sözde yoksullara yapılan sosyal yardımlar amacına ulaşmış sayılmaz. Konunun daha iyi anlaşılması için örnekler vererek devam edelim:
a) Bazı serbest meslek sahibi doktor, dişçi, muhasebeci ve kuyumcuların vergi levhalarına bakıldığında, “Tahakkuk eden vergi miktarı 167.500 TL veya 247.200 TL vb.” gülünç rakamlar yer almaktadır. Bu şahısların mal varlıklarına bakıldığında her birisinin yüz milyonlarca liralık villaları, yazlıkları ve yatlarının olduğu görülür. Kuşkusuz vergi kaçıranlar ülkenin fakirleşmesine sebep olan kişilerdir. Devlet bunu takip etmekten aciz olduğu için bu kişiler hak ettikleri vergiyi vermeden lüks bir hayat sürüp gidiyorlar.
b) Devlet iyi niyetle yoksulluğu azaltmak için hibe şeklinde para ya da canlı hayvan veriyor. Hibe olarak verilen paraların, küçük ya da büyük baş hayvanların hali vakti yerinde olanların eline geçmesi devletin dolandırılması anlamına gelir. Bunun örnekleri çoktur.
c) Ölen babasının maaşını almak için kâğıt üzerinde boşanan fakat kocası ve çocuklarıyla birlikte yaşamaya devam eden kadınlar devleti dolandırmaktadır. Şu anda Türkiye’de bu şekilde babasının maaşını alan ve devletin takibinden kurtulan nice sözde dul kadınlar vardır. Bu dolandırıcılığı, “Hocam, mahkemenin boşaması dini nikâhımızı da götürür mü?” şeklindeki sorulardan da anlamak mümkündür.
Maalesef bu dolandırıcılık kutsal hac işinde de yapılıyor. Bazı simsarlar, “Yıllarca size hac sırası gelmiyor üstelik Diyanet sizden çok para alıyor. Gelin biz sizi, hiç bekletmeden yüz bin TL’ye hacca götürelim” diyerek vatandaşı kaçak olarak hacca götürüyorlar. Ancak pasaportlarında hac vizesi olmadığı için vatandaşlar, Suudi hükümeti tarafından takibe uğruyor ve büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalıyorlar. Bir de hayatında tavuk bile kesmemiş insanları “Kasap” diye hacca götürüyorlar. Bu durum, hacca giden açısından hakikatli bir yaklaşım değildir. Çünkü yeterli mali imkân ve yol güvenliği yoksa hac hiç kimseye farz değildir. O halde neden kasap olmadığı halde, “Ben kasabım” deyip yalan söyleyerek hacca gidecek?
d) Daha önce sağlık hizmetleri için yoksullara verilen yeşil kartın su-i istimal edildiğini anlayan devlet nihayet onu kaldırdı. Fakat sağlıktaki su-i istimaller bitmedi. Anne-babasına bakıcı maaşı almak için onları kötürüm göstermeye çalışan ve bu uğurda dalavere peşinde koşan nice insanlar vardır. Onlardan birisi bana gelerek şöyle dert yanmıştı: “Hocam, çok şükür, hem abdest alabiliyor, hem namaz kılabiliyorum. Ayakta dolaşıp şahsi işimi görebiliyorum. Ancak oğlum bana, ‘Anne, eve memurlar gelecek kendini halsiz ve yatalak göster ki bakıcı maaşı alalım’ diyor. Hocam ben böyle yalan söylesem günah değil mi?”
e) Keza, bazı simsarlar engelli vatandaşların raporlarını kullanarak ÖTV vergisinden muaf bir araba almak için büyük yolsuzluklar yapıyorlar. Devlet bu dolandırıcılığın önüne geçmek için bu kez meclise sunacağı yeni vergi kanunuyla gerçek engellileri mağdur edecek önlemler alabilir.
f) Düşük faizle Ziraat Bankasından tarım kredisi alan fakat bu parayla lüks araç alan veya ikinci bir evlilik peşinde koşan insanlar vardır. Hz. Peygamber’in (s) “Müslümanlar, verdikleri söze bağlı kalmalıdırlar” hadisi gereği devletten alınan bir kredi, hangi amaçla verilmişse o amaca yönelik sarf edilmelidir; başka amaçlar için kullanılamaz.
g) 65 yaş maaşını almak için tüm mal varlıklarını çocuklarına devredip kendisini fakir gösterenlere devlet maaş vermemelidir. Fakat maalesef takip sisteminin zayıflığı sebebiyle birçok insan bu yolla devleti dolandırmaya devam etmektedir. Oysa çocukları zengin olanlar 65 yaş maaşını almamalıdır.
h) Üniversitelerde araştırma görevlileri ders ücreti alamıyorlar. Bazı hocalar onları derslerine sokup kendileri ders ücreti alıyor. Devlet kamu kaynaklarının kullanılmasını yeterince takip edemediğinden bu uygulama birçok üniversitede devam edip gidiyor.
3) Dünyanın küreselleşmesi. Küreselleşme, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğu arttıran nedenlerin başında gelir. Küreselleşme kavramı 1980’lerden sonra insanların gündemini meşgul etmeye başlamıştı. Sanayi üretimindeki hızlı gelişmeler, yüksek teknolojik ürünler ve yeni pazarların ortaya çıkmasıyla kızışan rekabet dünyayı küçültmüş, adeta bir köy haline getirmiştir. 1990’lardan sonra eski Sovyet blokunun yıkılmasıyla, birlikten ayrılan devletlerin Avrupa ülkeleriyle entegre olması küreselleşme sürecini hızlandırmıştır. Nihayet 2000’lerden sonra bilim ve teknolojideki gelişmeler bilgi çağını oluşturmuş, küreselleşme de can sıkıcı ve ekonomik krizlere kapı açan bir unsur haline gelmiştir. Düşünebiliyor musunuz, eğer İMF veya Dünya Bankası gelişmekte olan bir ülkenin ekonomisi için, “Büyüme eksilerdedir ve enflasyon beklentisi yüksektir” derse artık o ülkenin ayağa kalkması yıllar alabilir.
Çünkü bugünkü dünyamızda ekonomik ilişkiler daha fazla birbirine bağlı hale gelmiştir. Mesela petrol zengini bir ülkenin petrol fiyatlarını arttırması ya da yüksek teknoloji üreten bir ülkenin üretimi kısması, neredeyse bütün dünyada maliyet artışına ve enflasyonun yükselmesine yol açmaktadır. Bu da gelişmekte olan devletlerin, dolayısıyla halkın fakirleşmesine sebep oluyor.
Yoksulluk göreceli bir kavram olmakla birlikte, ülkedeki refahtan en az istifade edenler yoksul sayılırlar. Bazı bilim adamları, ekonomik büyümenin yoksulluğu azalttığına inansa da pratikte böyle bir şey yoktur. Çünkü yoksulluğun asıl sebebi gelir dağılımındaki adaletsizlik ve buna bağlı olarak artan işsizliktir. Dolayısıyla ekonomik büyüme yoksulluğu azaltmaz. Diyelim ki, bir ülke her yıl yüzde 5 seviyesinde bir büyüme yakalasa ve fert başına düşen milli gelir 52.000 dolar olsa, eğer enflasyon ve işsizlik değerleri yüksek ise yoksulluk azalmaz. Tam tersine ekonomik büyüme yeni zengin bireyler oluşturabilir ama yoksulların ekonomik büyümeden istifade edememeleri sonucu yeni işsizler ve fakirler ortaya çıkar.
Çözüm şudur: Öncelikle tüm ülkede israfa karşı savaş açılmalıdır; devlet de halkın üretime katılması için teşvikte bulunmalıdır. Ülke her alanda fazla üretim yaptığı zaman enflasyondan ve fakirlikten kurtulur.
4) Popülizm: Devleti fakirleştiren sebeplerden birisi ve en önemlisi de popülizmdir. Devleti yöneten siyasiler popülizm uğruna devletin kaynaklarını yok yere tüketebiliyorlar. Bu konuda iki örnek verelim:
a) Güneydoğuda yüz binlerce dönümlük arazide elektrik gücüyle sulu tarım yapan vatandaşlar elektrik parası ödemeden yıllardır sulamaya devam ediyorlar. Hali vakti yerinde olan zengin birisine, “Neden elektrik parasını ödemiyorsunuz?” diye sordum. Adam, “Hocam eğer elektrik parasını ödersek pamuk ya da mısırdan bir şey kazanamayız” dedi. “Peki, devlet bu paraları sizden almıyor mu?” diye sordum. Adam, “Yıllardır biriken elektrik borçlarımız vardır, ne devlet borcunu tahsil edebiliyor, ne de biz borcumuzu ödüyoruz” dedi. İşte devleti fakirleştiren dolandırıcılık yollarından birisi daha… Eğer devlet alacağını tahsil edemiyorsa veya popülizm uğruna ses çıkarmıyorsa durum bildiğimizden de kötü demektir.
b) Emeklilere verilen bayram ikramiyeleri tam bir popülizm örneğidir. Emeklilere ciddi bir katkısı olmamakla birlikte 16.5 milyon emekli göz önünde bulundurulduğu zaman hazineye maliyeti çok fazladır. İlk olarak biner TL verildiğinde birazcık faydası var gibiydi. Ama enflasyonla birlikte faydası göze görünmez hale geliyor. Ertesi yıl hükümet fazla arttırma taraftarı değildi, çünkü gerçekten bütçeye ağır bir maliyet getiriyordu. Bu yıl ikramiyeler 3000 TL olarak verildi; ancak emekliler yine de memnun olmadı; en az 5000 TL olmasını istiyorlardı. Buna rağmen iki bayramda 3 bin TL’nin bütçeye maliyeti yaklaşık 200 milyar TL oldu. Kuşkusuz emeklilerimiz daha fazlasını hak ediyorlar. Buna inanan birisi olarak şunu söylüyorum: Hükümetin emeklilere verdiği bayram ikramiyesi rasyonel bir yardım değildi. Hükümet ikramiye konusunda kesinlikle büyük bir yanlışa imza attığını biliyor ve eminim pişman olmuştur.
Sonuç olarak devlet kaynak israfını önlemez, sosyal yardımların yerine ulaşıp ulaşmadığını kontrol etmez ve popülizmden vazgeçmezse fakirleşmeye devam edecek; devlet fakirleşince halk da fakirleşir.