İnsan iki boyutlu bir varlıktır. Bir yönüyle insandır, bir yönüyle de hayvandır. Başka bir ifade ile, insanda iki cihet vardır. Biri enaniyet (benlik) ciheti, diğeri ubudiyet (kulluk) cihetidir. İnsan enaniyeti itibariyle sadece dünya hayatına bakar; ama ubudiyeti itibariyle ahiret hayatına müteveccihtir. İnsan benliği cihetiyle çok biçare ve aciz bir mahluk, sermayesi kıl kadar bir cüz-i ihtiyari, hayatı çabuk sönen bir ışık ve ömrü geçici bir andan ibaret iken, kulluğu itibariyle büyük bir kapasiteye sahiptir. İnsandaki acizlik ve zayıflık onu Allah'ın tecellilerine mazhar bir ayine şekline sokuyor.[1] Zira eğer insan aczini anlayıp kudreti sonsuz bir varlığa yönelir, fakirliğini idrak edip hazinesi bol olan bir yaratıcıya tevekkül ile istinad ederse insanlığın zirvesine yükselir.
Ancak insan her iki yönüyle de bazı hak ve özgürlüklere sahiptir. Yemek, içmek, uyumak, güzel elbiseler giymek, cinsel hayat sürmek, şehvet, intikam, hırs ve öfke... İnsan bu yönleriyle daha çok hayvana benzer. Düşünce, tefekkür, bilgi, nefsin bazı arzularına gem vurmak, iman, vicdan ve adalet gibi duygular itibariyle de insan hayvandan ayrılmaktadır. İnsan dünyaya geldiği zaman hayvanî ve insanî bir takım özellikleri de beraberinde getirir. Bunlar insanda yetenek halinde mevcuttur. Yani insan vücudu bir çok insanî ve hayvanî değerlerin yuvası hükmündedir. Vücud geliştikçe o yetenekler de gelişmeye başlar. İnsanın hayvansal yönünü ilgilendiren özellikler, onun bu dünyada yaşaması için gerekli olan özelliklerdir. Ancak bu özelliklerden hiç birisi onun “insan olma” özelliğini ölçmeye yetmemektedir.
Diğer taraftan, öldükten sonra yeniden başlayacak olan ahiret hayatı, hayvani özelliklerle değil, insani özelliklerle değer kazanan bir hayat tarzıdır. İnsanın insan olduğunu gösteren özellikler daha çok akıl, kalb, ruh ve vicdan gibi duyguların hayırlı işlerde kullanılmasıyla kendini gösterir. İnsanın bu iki yönü arasında önemli bir fark vardır. O da eğitimdir. Hayvansal duyguların gelişmesi için eğitime ihtiyaç yoktur. Sözgelimi eğlenmek, dans etmek ve yemek için tahsile lüzum yoktur. Zira en ilkel hayvanlar bile bu konularda insandan daha ilerde sayılırlar. İnsani özellikler ise ancak ilim ve terbiye ile kemal noktasına erişebilir. İnsanlığın kemal derecesi melek olmanın bile üstündedir. Bu itibarla denebilir ki, insanın melekten üstün ve hayvandan aşağı, birbirine zıt iki derecesi vardır.
İşte gündelik hayatta modern insana medya aracılığıyla telkin edilen özgürlük insanın hayvansal yönüyle alakalıdır. Gerçekte buna özgürlük bile denmez. Bu olsa olsa, kişinin arzu ettiği herşeye ulaşmasının önündeki engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Başka bir deyimle ulaşmaya engel gibi görünen bütün ahlakî kuralların bertaraf edilmesi hedefine dönük ve özünde sadece cinsellik yatan biyolojik içgüdü veya mücerred bir hayvanî dürtüdür. Her türlü behimî hisleri tatmine yönelen bu hayvansal özgürlük, ahlak dışı olduğundan sonunda arzuların bizzat sönüp yokolmasına da yol açar. Burada sözünü ettiğimiz ahlakî kuralları, katı müeyyideler anlamında değil, insan fıtratının duyarlı dengesi anlamında ele almak lazımdır. Zira her şeyde denge olduğu gibi bu alanda da duyarlı bir denge mevcuttur. Dengelerin bozulduğu her alanda mutlaka sapmalar başlar. Sapmalar da insanı kaosa sürükler.
Hayat Hakkı ve İnsan
Yaşamak tüm canlıların olduğu gibi insanın da en kutsal hakkıdır. Ancak insanca yaşamak ayrı hayvan gibi yaşamak ayrıdır. İnsanca yaşamak, insanın kendi yaratıcısını tanımasıyla mümkündür. Bu açıdan denebilir ki, hayata hayat veren, yaratıcıya imandır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Onu tanıyan zindanda dahi olsa bahtıyardır. Onu tanımayan saraylarda da olsa betbahttır.”[2] Yine denebilir ki, düşünmeyen, nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmeyen, ya da düşündüğü halde doğruyu yanlıştan ayıramayan, bunun sonucu olarak batıl putlara tapmaktan kurtulamayan insanlar insanca yaşamıyorlar.
Çünkü yemek, içmek, uyumak, cinsel hayat arzusu ve bunun gibi faaliyetler insan hayatının gayesi olamaz. İnsanın hayvansal yönüyle alakalı olan bu haklar, insanî yönün altyapısını oluşturur. Yemeyi, içmeyi ve cinsel hayatı insanoğlunun gayesi olarak telakki edenler hayvansal hayat mertebesindedirler.
Kur'an-ı Kerim böyleleri için şöyle der: (وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا أُولَئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُولَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ) “Andolsun bu cinler ve insanlardan bir çoğunu cehennem için varatmışızdır. Onların kalbleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”[3] Kur'an'a göre hayvanlar, dünyada her türlü arzu ve isteklerinin yerine getirilmesini hayatının gayesi kabul eden insanlardan daha doğru bir yoldadır. Kur'an bunların hayvanlardan daha şaşkın ve sapık olduğunu ifade eder.
Evcil bir köpek düşünün; sahibinden aldığı eğitim gereği emanete hiyanet etmez. Çünkü bir sorumluluk altına girmiştir. Yavrularını korumakla görevli bir tavuk düşünün; onda şefkat ağırlıklı bir annelik duygusunu ve yüksek bir fedakarlık ruhunu müşahede ederiz. Zira yavrularını korumak uğruna başını canavara kaptırır fakat yavrularını asla feda etmez. Misalleri çoğaltmamız mümkündür. Eğer bir insan, emanete hiyanet etmemek ve sorumluluğunu müdrik olmak konusunda bir köpek kadar olamıyorsa; ya da fedakarlık, ferağat, şefkat, diğergamlık ve başkasını düşünme konusunda bir tavuk kadar olamıyorsa o insan “insan” ismine layık değildir. İşte “Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar”[4] ayeti bu manaya işaret etmektedir.