Alaeddin Başar Abi’yi 1975 yılında, Erzurum’da İslamî İlimler Fakültesinde okumaya başladığımda tanıdım. Kendisi İşletme fakültesinde doçent idi. Ben o zamana kadar hayatımda böyle mütevazı bir doçent görmemiştim. Güler yüzlü, sevecen ve samimi… O sadece bir üniversite hocası değildi, aynı zamanda bir mütefekkirdi. Risale-i Nur gözüyle bakan ve Risale-i Nur aklıyla düşünen bir mütefekkir. Sofrada oturup çay içtiğimiz zamanlarda bile sürekli nükteli konuşan, bazen de mizaha nükte katan bir mütefekkirdi. Büyük İslam davasının büyük adamlarından biriydi. Ülkesini ve milletini düşünen bir vatanperver, gençlerin geleceği için çırpınan fedakâr üniversite hocasıydı.
Depremin hemen ardından onun vefat haberini aldığımızda hakikaten derin üzüntü duyduk. Onun gibi bir iman ve tefekkür âliminin aramızdan ayrılması âlem-i İslam için bir kayıptır. Umarım İnd-i ilahide deprem şehitlerinin safına iltihak ile ve depremin manevi neticelerinden istifade ile şehit sevabına nail olur. Rahim olan Allah’ın, onu rahmet ve gufran deryasına gark etmesini niyaz ediyoruz.
Kendisini ilk olarak merhum Mehmed Kırkıncı Hoca’mın sohbetlerine katılan ve elinde bir teyp ile onun yanı başında oturan bir zat olarak gördüm. Hoca ders yapıp konuşmaya başladığında o da teybin düğmelerine basar ve sesini kaydederdi. Bu işi bazen Necati Kurşunoğlu Abi de yapardı. Kendim önceleri Kırkıncı Hoca’mın konuşmalarından hiçbir şey anlamadığım için neden hocanın sesini kaydediyor diye buna bir anlam veremedim. İçimden, “İnsanlar Hocanın kasetlerinden bir şey anlamazlar ki…” diye düşlündüm. Sordum soruşturdum; meğerse Alaeddin Abi bu kasetleri çoğaltmak ve yaymak için yapmıyormuş. Onları tek tek çözüp Hocamın sözlerini yazıya döküyor ve kitap haline getiriyormuş.
Kırkıncı Hocamın sohbetlerine ilk katıldığımda gerçekten sözlerinin çoğunu anlamıyordum. Hoca hem Erzurum şivesiyle konuşuyor hem dilinde biraz da rekâket vardı. Nükte içeren mizahi öykülerle sohbetini süslediği için çevremdeki arkadaşlar onun bazı sözlerine gülüyorlardı, ancak ben hiçbir şey anlamıyordum. Bir gün sohbetin sonunda arkadaşlarıma, “Bu kadar güldüğünüze göre Hocanın sözlerini anlıyorsunuz demek. Ben şahsen bir şey anlamadım” dedim. Onlar, “Önceleri biz de anlamakta güçlük çekiyorduk. Sabret; alışırsın; onun şivesi böyledir. Birkaç gün devam edersen anlamaya başlarsın. Alışırsan onu dinlemekten çok lezzet alırsın” dediler.
Gerçekten birkaç sohbetine devam ettikten sonra yavaş yavaş onu anlamaya başladım ve derslerinin müdavimlerinden oldum. Kırkıncı Hoca Erzurum şivesiyle konuşurdu ama çok güzel ve hakikatli cümleler kurardı. En büyük özelliği Uslu-Fıkıh, mantık ve münazara ilminin bütün konularına hâkim olmasıydı. Muhatabını dinlemesini çok iyi bilirdi. Karşısındaki şahıs ne kadar menfi konuşursa konuşsun önce onu dinler, konuşması bittikten sonra onu ikna eden veya susturan cevaplar verirdi. Eğer muhatabı, ilim öğrenmek için değil de haddini aşacak şekilde soru soracak olursa, onu dahi sakin bir şekilde dinlerdi. Hoca genelde soru soranın halet-i ruhiyesine uygun cevaplar verirdi.
İşte Alaeddin Başar Abi, Hocamın bütün konuşmalarını kayda alır, ses bantlarını çözer ve kitap haline getirirdi. Bu yolla Hocamın ağzından çok sayıda kitap telif edildi. Kuşkusuz Kırkıncı Hocamın her akşam bir semtte dersi vardı. Alaeddin Abi mutlaka onunla beraber olur ve sesini kaydederdi. Bazen esnaf dersine katılırdı; bu kez onun yerine genellikle Necati Kurşunoğlu, bazen de Şener Dilek Hoca kayıt görevini yerine getirirdi.
Alaeddin Abi Risale-i Nur’u çok iyi okumuş, mütalaa etmiş ve kavramıştı. Risale-i Nurun üslubuyla düşünür ve konuşurdu. Risale-i Nurdaki en kapalı tılsımları bile en kolay bir üslupla ve çeşitli misaller vererek izah ederdi. Ona bir soru sorduğumuz vakit, anlayıncaya kadar hiç yorulmadan bize izah eder ve akla yaklaştırmak için misaller getirmeye devam ederdi. Onun güler yüzlülüğü dikkat çekiciydi. O kadar ki, güler yüzlü olmadığı bir zamanını hatırlamıyorum.
Ondaki fedakârlığı hiç kimsede görmedim. Sürekli Kırkıncı Hocamla beraber olunca onun da, geç yaşlarda evlenen Şener Dilek Hoca gibi bekâr olduğunu sanıyordum. Çünkü gündüz üniversitede, gece de Hocamla beraberdi. Hatta Karanlık Kümbette yapılan ikindi derslerinde bile gidiyordu. Sonra evli olduğunu arkadaşlardan öğrenince hayretler içinde kaldım, “Ya bu zat ne zaman evine gidiyor, evine hiç zaman ayırmıyor mu?” dedim. Alaeddin Abi mesailerin tanzimi ve zamanın iktisatlı bir şekilde değerlendirilmesi konusunda çok dikkatli bir insandı.
Onun yaptığı önemli hizmetlerden birisi de Kırkıncı Hocamın direktifleriyle üniversitenin muhtelif fakültelerinde okuyan ve durumu müsait olan öğrencilerle ayrı ayrı ilgilenmekti. Amacı, öğrencilerin fakültelerde asistan olabilmek için yabancı dil kurslarını düzenlemek, ders notlarını ve kitaplarını temin edip onlara vermekti. Kırkıncı Hocam bizzat, üniversitelerde hoca olmak için bizleri hep teşvik ederdi. Bunun için durumu müsait olanların mutlaka yabancı dile çalışmalarını isterdi.
Alaeddin Abi, Hocamın bu arzusuna uyarak dershanelerde ve yurtlarda kalan fakülte öğrencileriyle ile ayrı ayrı toplantılar yapardı. Biz İslâmî İlimler Fakültesinde okuduğumuz için öncelikle Arapça ve İngilizceyi çok iyi bilmemiz gerektiğini söylerdi. Ziraat Fakültesi ve diğer bazı fakültelerdeki hocalardan oluşan bir ekip hafta sonlarında İngilizce kursu veriyorlardı. Bir taraftan da Ahmet Akgündüz’ün başkanlığında Arapça kursları düzenlenmişti. O kurslara katılanların yüzde doksanı daha sonra üniversitelerde hoca oldular. Bazıları benim gibi emekli olmuş, bazıları da hala çalışıyor ve çok önemli hizmetlerde bulunuyorlar. Bu hizmetlerde Kırkıncı Hocamın ve Alaeddin Abi’nin payları büyüktür.
Mezun olduğumuz yıl (1979), bir grup arkadaş olarak [Prof. Dr. Hüseyin Yaşar, Prof. Dr. Ali Bakkal, Dr. M. Zeki Karakaya, Dr. Taha Ağca, Doç. Dr. Sabri Demirci ve bu fakir] İslamî İlimler Fakültesinde yapılan asistanlık sınavlarına girdik. Fakat hem İngilizce hem Arapçada başarılı olduğumuz halde bazı hocaların taraflı davranışları sebebiyle başarısız kabul edildik. Alaeddin Abi böyle bir sonuç beklemiyordu ve çok üzülmüştü; ama yine de “gülerek ağladık” kabilinden yüzünde bir tebessüm vardı. “Üzülmeyin, gençsiniz; çalışır kazanırsınız. Her şeyde bir hayır vardır” diyerek bizleri teselli etti.
Sonra asistanlık sınavında başarısız kabul edilen bizleri bir araya getirip Hocamın başkanlığında bir toplantı düzenledi. Kırkıncı Hocam Hiçbir zaman ümidini kaybetmeyen, her zaman müspet düşünen ve iyimser davranan bir âlimdi. Bize şöyle dedi: “Üzülmeyin; Her şeyde bir hayır vardır. Mülk ve melekût âlemini elinde tutan Allah bunu böyle tekdir etmiştir. Eğer inanıyorsanız, doğru yoldasınız. Doğru yolda olduğunuza göre siz haklısınız. Allah haklının yanındadır. Size haksızlık yapan hocalar isteyerek ya da istemeyerek er-geç pişman olacaklardır. Çünkü her şey kader ile takdir edilmiştir. Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün kazanırsınız. Yeter ki, siz her zaman imtihan için hazır olun. Unutmayın; bir gün mutlaka size bu haksızlığı yapanların temiz kâğıdı sizin elinize geçebilir. Allah’tan ümit kesmeyin.”
Alaeddin Başar öğrencileri geleceğe yetiştirme konusunda yalnız değildi; Prof. Dr. Celalettin Ataman, Prof. Dr. Şener Dilek, Prof. Dr. Mustafa K. Özsoy ve şu anda ismi aklıma gelmeyen birçok hocamız daha, yetişmemiz için gayret gösteriyorlardı. Ama Alaeddin Abi bu işin üzerinde çok duruyordu. Bir gün yine bizleri bir araya getirip şöyle dedi: “Madem Üstad Bediüzzaman, ‘Erzurum Üniversitesi benim üniversitem olacaktır’ demiş, o halde bizler bu üniversitede hoca olmalıyız. Bir zaman gelecek diğer Üniversitelerde de hoca kadroları ilan edilecektir. Eğer bizler yabancı dilimizi halletmiş ve doktoramızı yapmış olarak hazır olmazsak üniversitelere giremeyiz. Bunun için de öncelikle yabancı dilimizi güçlendirmeliyiz.” Onu dinleyen arkadaşlarımızdan birisi ümitsizce, “Hocam gördüğünüz gibi, bazı hocalarımız taraflı davrandılar. Lisans döneminde çok başarılı olan arkadaşlarımızı bile başarısız kabul ettiler” dedi. Alaeddin Abi, “Kardeş, onlar bizi başarısız kabul ettiler diye gerçekte biz başarısız olmayız. Allah kerimdir. Her şey Levhul-mahfuzdaki gibi cereyan ediyor. Bir zaman gelecek, hoca olacaksınız ve artık siz sınavları adil bir şekilde yaparsınız. Çalışmak bizden, Tevfik Allah’tandır” dedi.
Alaeddin Başar hoca İşletme Fakültesinde İstatistik derslerini veriyordu ama sosyal yönü ve edebî üslubu çok güçlü, velûd bir yazardı. İslamî ve imanî konularda tefekkür eder ve tefekkürlerini güzel bir üslupla yazardı. Zaman zaman bizi bir araya getirir ve şöyle derdi: “Arkadaşlar, birer yazar grubu oluşturalım ve her grup mutlaka bir şeyler yazsın. Önce makaleler, hikâyeler yazalım, sonra kitaplar yazalım. Editörlerimiz de vardır. Ancak okumadan yazamazsınız. Yazabilmek için bol bol okumanız lazımdır. Risale-i Nur’u iyice okur ve mütalaa ederseniz çok güzel ve faydalı makaleler yazabileceksiniz. Çünkü Risale-i Nurun, anlam yüklü olmayan, gelişi güzel yazılmış hiçbir cümlesi yoktur. Yazın ki, editörler makalelerinizi okusun. Sonra onları dergilere gönderelim, oralarda yayınlansın.”
Onun bu sözleri ve gayretleri bizi de motive etmişti. Allah gani gani rahmet eylesin; mekânı cennettir inşallah. Eminim sual meleklerine çok mantıklı cevaplar vermiştir. Ruhu şad olsun.