İslam’ın önem verdiği özgürlükleri dört ana başlık altında incelemek mümkündür:
1-Yaşama Hak ve özgürlüğü: Kur'an insanları, kendileri gibi insanların hakimiyetinden kurtarmak için nazil olan bir kitaptır. Bu yüzden insanın en kutsal ve devredilmez hakının yaşama hakkı olduğunu açıkça ilan etmiştir. Kur'an şöyle der: (مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الْأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا) “Kim haksız yere veya yeryüzünoe bozgunculuk yapmanın karşılığı olmadan bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.”[1] Bu konuda başka ayetler de vardır.[2] Hz. Peygamber (s) de (منْ قُتِل دُونَ مالِهِ فهُو شَهيدٌ، ومنْ قُتلَ دُونَ دمِهِ فهُو شهيدٌ، وَمَنْ قُتِل دُونَ دِينِهِ فَهو شهيدٌ، ومنْ قُتِل دُونَ أهْلِهِ فهُو شهيدٌ) “Nefsini, malını, ırzını, ya da ehlini kurtarmak uğrunda öldürülen kimse şehid hükmündedir.”[3] buyurarak insan hayatının ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Diğer taraftan Allah insanın kendi nefsini öldürmesini[4] ya da tehlikeye atmasını[5] da yasaklamıştır.
2- Şahsi özgürlükler: İslam’a göre insan özgürdür. İstediği yerde ikamet edebilir, istediği yere seyahat edebilir ve istediği işte çalışabilir. Meşru bir yolla ve başkasının hukukuna tecavüz söz konusu olmadıktan sonra insan istediği kadar mal-mülk sahibi olabilir. Hangi memlekette yaşamak isterse orda ikamet edebilir. Meskeni dokunulmazdır, aleyhte bir delil olmadıkça hiçbir zaman ikametgahı araştırılamaz. Özgürlüğü kutsaldır, suç unsuru olmadıkça özgürlüğü kısıtlanamaz.
3-Dini özgürlük: İslam dini özgürlüğü sağlamak için önce insanın aklını cehalet ve taklit esaretinden kurtarmak istemiştir. “Ey akıl sahipleri! Düşünün” buyurarak insanı tefekküre, ta'akkule ve tedebbüre davet etmiştir. İslam’ın amacı insanı kainatla bütünleştirmektir. Kur'an insanı tefekküre davet ediyor ki, kainattaki ilahi sırları keşfederek mutlak hakikatı idrak etsin.
İslam, farklı dinlere mensup olan aykırı inanç sahiplerine bir baskı uygulamamıştır. Muhalif din mensupları, genel ahlak esaslarına aykırı olmamak ve toplumun dokusuna zarar vermemek kaydıyla kendi inançlarını ifade etmekte ve dinlerinin icaplarını yerine getirmekte serbesttirler. Bin dört yüz yıllık İslam tarihi buna şahittir.
İslamiyet hiçbir zaman muhalif fikirleri boğmak için ya da İslam’dan ayrılanları kökten yoketmek için girişimde bulunmamıştır. Oysa diğer dinlerde durum çok farklıdır. Mesela, kiliseden ayrılan ya da başka bir dinin Hiristiyanlıktan daha iyi olduğunu söyleyen bir erkek veya kadının akibeti oldukça kötüydü. 1521 yılında 5. Şarl, kiliseden ayrılanların idam edilerek mallarının müsadere edilmesini emretmişti.[6] İngiltere'de yahudiler her türlü işkenceye tabi tutulur, sonra idam edilirlerdi. İspanya'da, Endülüs İslam devletinin yıkılmasıyla sahipsiz kalan müslümanlar yakılarak öldürülüyorlardı. Daha dün, hiristyan Avrupa'nın ortasındaki Bosna-Hersek'te, hiristyan sırplar tarafından müslüman Boşnaklara uygulanan mezalim akıllara durgunluk verecek bir düzeydeydi. Günümüzde 8 Ekim 2023’ten beri 15 aydır Gazzeli Müslümanlara katliam uygulayarak 50 bin insanı katleden ve on binlercesini yaralayan Yahudi İsrail’in zulmü Arş-ı alayı titretecek bir düzeye ulaşmıştır.
Miladi 637'de Hz. Ömer (RA) Kudüs'ü fethettiği zaman patrik sopronios'la birlikte şehrin eski eserleri hakkında konuşmuş ve birlikte şehre girmişlerdir. Namaz vakti girdiği zaman Hz. Ömer Kostantin kilisesinde namaz kılmayı redetmiştir. Patrik bunun sebebini sorduğu zaman Hz. Ömer, orada namaz kıldığı takdirde müslümanların kendisini taklid edeceklerini, böylece antlaşmanın şartlarını bozarak izinsiz kiliseyi camiye çevirebileceklerini söylemiş ve namazını kilisenin merdivenlerinde kılmıştır.[7] Halbuki hiristyan haçlılar Kudüs'ü işgal ettikleri zaman küçük çocukların beyinleri çıkarılarak duvarlara sürülmüştür. Mini mini yavrular çiğnenmiş, müslümanlar yakılmıştır. Birçok insanın karnı parçalanarak altın yutup yutmadığı tesbit edilmek istenmiştir.
4-Siyasi özgürlük: Genelde “özgürlük” kavramı tek başına kullanılmaz. Sadece “özgürlük” tabirini kullandığımız zaman bile çoğu kez siyasi özgürlüğü kasdetmiş olabiliriz. Siyasi özgürlük, devlet idaresinde kanun ve kurumların özel kişilerin zulümlerine üstün gelmesidir.[8]
İslamiyet, prensip olarak halk idarecilerini seçim yoluyla tesbit eden, seçim geleneğini başlatan ve bir şahsın veya bir zümrenin halk üstündeki baskılarına son veren ilk dindir. Kur'an müslümanların vasıflarını anlatırken, (وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَمْرُهُمْ شُورَىٰ بَيْنَهُمْ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ) “Onlar ki Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar”[9] buyurarak müslüman topluma ilk seçme ve eiçilme şuurunu vermiş oluyor. İslam toplumunda her vatandaş istediği adaya oyunu verip fikrini açıklayabilir. Bu hususta “topluma yararlı olma” kaydı dışında hiçbir sınırlama sözkonusu değildir. Allah tarafından hem peygamber hem devlet başkanı olarak tayin edilen Hz. Muhammed (S) bile, idarî konularda eshabiyle istişare etmesi için Allah tarafından uyarılmıştır.[10]
Her müslüman, kişiyi tahkir ya da dinî bir temeli tezyif etmedikten sonra istediği şahsı tenkid etme hakkına sahiptir. Hülefa-i Raşidinin seçimi, modern seçim sistemlerini aratmayacak şekilde demokratik bir niteliğe sahipti. İlk seçimde Hz. Ali’nin (RA) halife olarak seçilmesini arzulayanlar olsa da cumhur-u müslimin onu değil Hz. Ebû Bekir’i seçmiştir. Nihayet dördüncü sırada seçilebilmiştir. Ama denilebilir ki Hz. Ali, kanun ve otoritenin hakimiyetine karşı değil fakat idarecilerin hatalarını düzeltme hususunda çok ciddi bir muhalefet örneğini sergilemiş, deyim yerindeyse, ilk üç halifeye Şeyhu’l-İslâmlık yapmıştır. Başta Hz. Ömer (RA) olmak üzere ilk üç halife, onun bu ciddi ve faydalı muhalefeti sayesinde birçok hatalarını düzeltmişlerdir. Hatta bir defasında zina eden deli bir kadın Hz Ömer’e getirilmiş, Hz. Ömer recmedilmesi gerektiği yolunda fikir beyan etmişti. Tam o sıra Hz. Ali o meclise gelmiş ve Hz. Ömer’e, “Ey Müminlerin Emîri, deliden, uykuda olandan ve çocuktan kalemin kaldırıldığını bilmez misin?” demiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer, (لولا عليٌّ لهلك عمرُ) “Eğer Ali olmasaydı Ömer helak olurdu” diyebilecek bir tevazu örneğini göstermiştir.[11]
İslâm siyaset geleneğinde tartışma serbesstir. Allah, (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا) “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ulü'!-Emre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz-Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasul'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice itibariyle daha güzeldir.” [12] buyurarak müslümanların kendi aralarında tartışabileceklerini, ancak gerçek çözüm merciinin Allah ve onun Resul'ü olduğunu vurgulamıştır.
[1] Maide, 5: 32.
[2] İsra, 16: 33.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, TI, 221
[4] Nisa, 4: 39.
[5] Bakara, 2: 195.
[6] Emir Ali, Ruh-i İslam, 1924, İstanbul, s. 191.
[7] Emir Ali, a.g.c., 5.194
[8] Safa Mürsel, a.g.e. 5.335.
[9] Şura, 42: 38.
[10] Âli İmrân, 3: 159.
[11] Hadis için bkz. İbn Teymiye, Minhacü’s-Sünne, 6/45; Beyrut, 2003. Ayrıca bkz. Buharî, Sahih, Hudud, 22.
[12] Nisâ, 4: 59.