Güneydoğunun bir ilçesinde, mahkemede mübaşirlik yapan İsmail, sıkıntısız görevine devam ediyordu. Her gün mahkeme koridorlarında avazı çıktığı kadar, duruşmalara katılmak için mahkeme önünde bekleyen vatandaşları bir bir çağırıyor ve hiçbir sorun görünmüyordu.
80 darbesinden sonraki yıllarda bir gün ilçeye aksi mi aksi bir hâkimin tayini çıkmıştı. Hâkimin gelmesiyle işler bir anda karışmış. Adam kıyafet konusunda çok titizmiş. Hatta çarşıda, kanunlara uygun kıyafetle dolaşmayan vatandaşlara bile müdahale etmek istiyormuş. Kısacası tarihinden, kültüründen ve medeniyetinden bihaber olan yeni hâkim, korkunç bir kâbus gibi çökmüş ilçe halkının ensesine. İlçede yedi ay yaz havası egemen olduğu için köylü vatandaşlar ceketsiz olarak şehre geliyor, şehirde dolaştıkları aynı kıyafetle duruşmalara da katılıyorlarmış
Bu durum yeni hâkimin canını çok sıkmış. “Kanunlara bu kadar saygısızlık olmaz. Herkes kanunlara uyacak ve ceketsiz duruşmalara katılmayacaktır” diye kükremiş. Ardından mübaşir İsmail'i çağırmış ve: "Bak İsmail, ben bundan böyle uygun olmayan kıyafetlerle ve ceketsiz olarak duruşmalara katılan hiç kimseyi görmek istemiyorum. Duruşmaya gelenlere söyle; herkes aklını başına toplasın. Uygun olmayan kıyafetler içinde olanları, hele hele ceketsiz gelenleri içeri almayacaksın. İçeri giren de ceketin önünü iliklesin" şeklinde kesin emir vermiş.
İsmail’in işi zorlaşmıştı kuşkusuz. Bir tarafta hâkimin can sıkıcı emirleri, diğer tarafta Güneydoğunun ateşsiz bir cehenneme benzeyen sıcaklığı. İsmail titreyen parmaklarla saçını karıştırdı. Meçhul bir matem ruhunu sarmış gibiydi. Çünkü köylü insanları ikna etmek o kadar da kolay değildi. Köylüler, yaz hararetinden yanan omuzlarına bir de ceket atmak istemiyorlardı. Mübaşir İsmail bunu bildiği için ne yapacağını kara kara düşünmeye başlamıştı.
Ama emir ciddi bir yerden geliyordu. Nihayet Mübaşir İsmail duruşmalara gelen köylülerle konuşmaya başladı: “Abiler, yeni gelen hâkim çok sert ve aksi birisi. Hâkim Bey’in emridir: Kimse ceketsiz duruşmaya gelmeyecek” diyerek yalvara yakara köylüleri ikna etmeye çalıştı. İsmail’in ricası üzerine eski-püskü de olsa ceketle gelenler çoğalmaya başlamıştı. İsmail buna çok sevinmişti. Fakat bu kez başka bir sorun vardı; birçok ceketin önünde düğme yokmuş. İsmail, “Herhalde düğmesi olmayanlara bir şey demez” diyerek ceketi ilikli olmayanları da duruşmaya almaya başlamış.
Ancak hâkim bey tekrar İsmail'i çağırmış ve: "Bak İsmail, bu sana son sözümdür. Bundan böyle önü ilikli olmayan kimseyi duruşmaya almayacaksın. Bunlar terbiye-edep öğrensinler" demiş. İsmail ne yapacağını şaşırmış. Ümitsizce etrafına bakmış; duruşmaya gelen köylülerin üzerinde düğmesi olmayan ceketler görüyordu. Kelle kulak sallayan bozuk bir makine gibi resmi bir görev mecburiyetiyle çaresizce sağa sola baktı; ne yapacağını bilmiyordu. Etrafı sanki kalın bir ümitsizlik bulutuyla kaplıydı. Nihayet aklına bir fikir geldi: "Acaba cebime düğme koyup iğne-iplikle, düğmesi olmayan ceketlere düğme mi diksem" diye düşündü. Ama bu zor ve dolambaçlı fikrinden vazgeçti. Öğle arası oldu; bir lokma yemek yiyip namaz kıldıktan sonra aklına daha parlak bir fikir geldi: Çamaşır mandalı neden kesin çözüm olmasın ki?
Mübaşir İsmail hemen çarşıya gidip bir düzine mandal almış ve cebine koymuş. Duruşmaya gelip de ceketinde düğme olmayanlara çamaşır mandalı takmaya başlamış. Hâkim bey sarı, kırmızı, beyaz, mavi ve turuncu renkte çamaşır mandallarıyla duruşma salonuna giren köylüleri görünce kendini gülmekten alamamış; sonra da verdiği anlamsız emirlerden pişmanlık duyarak bu sıkı kuralcılıktan vazgeçmeye başlamış. İşte medeniyet köklerinden habersiz olan bir idarecinin tuhaf tavırları ve mübaşir İsmail’in, zekâsıyla ona verdiği cevap.