Ölüm ve Kabir Hayatı

Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: Kişi kabre konduğu zaman o panik içinde öyle bir haykırışla haykırır ki; feryadı arşa kadar yükselir. İnsanlar ve cinler hariç herkes o haykırışı işitir.[1]

İşte o panik anında düşünüyorsunuz ki, dünyada iken hoca efendilerin söyledikleri doğruymuş. Demekki ölüm toprağa karışıp yok olmak değilmiş. Hocaların dediği gibi yok olmamışız. Sadece dünyadaki hayatımız sona ermiş, fakat bizim için yeni bir hayat başlıyor.

Hocaların “Öbür hayat için kendinizi hazırlamazsanız pişman olursunuz! Kabirden sonraki hayat için çalışınız. Kabirdeki sorgu-sual meleklerinin sorularını cevaplandırmaya şimdiden alışmalısınız” şeklindeki ikazları hep size ulaşmıştı.

Artık mezardan geri dönüş yok. Dünya ve dünyevilerle alakalı her şey bitmiş, her şey son bulmuştur. Sizi mezara koyan yakınlarınız ve dostlarınız evlerine geri dönüyorlar. Onların giderken “Allah rahmet etsin, iyi bir insandı. Demek buraya kadarmış” şeklindeki sözleri ve gürültüleri son kez kulaklarınızda çınlıyor.[2] O kadar ki, mezarınızdan dönenlerin ayakkabılarının çıkardıkları sesleri bile duyuyorsunuz.[3]

Tam o sırada ilk menziliniz olan kabrinize iki misafiriniz iniyor. Yani iki melek size, “Rabbin kim, Peygamberin kim, kitabın nedir, Kıblen neresi?” gibi sorular soruyorlar.[4] Siz o panik halinizle ne derece cevap verebilirsiniz, bilinmez. Sorulan sorulara kolayca cevap vermek veya apışıp kalmak kişinin imanı ile alakalı olan bir durumdur.

Daha önce dersini çalışan öğrenciler öğretmenin sorularına kolay cevap verdikleri gibi, imanı, peygamberi, kitabı, kıbleyi, namaz ve zekâtı bilenler sorulara kolaylıkla cevap verirler. Hayatında camiyi, mihrabı görmemiş, başı secdeye gitmemiş, Kur’an’dan bihaber, Kâbe’nin, kıblenin ne olduğunu bilmeyenler, bu sorulara nasıl cevap verebilirler?

Sonra aradan zaman geçiyor, yılan ve çıyanlarla baş başa kalıyorsunuz. Resul-i Ekrem (sav), (القبرُ روضَةٌ من رياضِ الجنَّةِ أو حفرةٌ من حُفَرِ النَّارِ) “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da ateş çukurlarından bir çukurdur” buyurmuştur.[5] Fakat bu hadisin sened bakımından zayıf olduğunu söyleyen bazı âlimlere göre kabirde fiziksel bir azap size ulaşmıyor veya cennet bahçesinde fiziki olarak değil manevi olarak yaşarsınız.

Azaba duçar olacaklar için bu durum, tıpkı rüyada görülen kâbusa benzer. Rüyanızda size gelen baskıları, birtakım hayvanların size verdiği zararı veya bir uçurumdan düşüşünüzü, göğsünüze birinin oturup boğazınızı sıktığını, ya da ateşin içine atıldığınızı düşünün… Kabirde de fiziksel bir olay yok, ama dünyada iken gördüğünüz kâbuslara benzer çeşitli azaplar olacaktır. Bir farkla ki, dünya hayatındaki rüyadan uyanmak kâbusun sonu oluyor. Fakat kabirde öyle bir kâbusun içine düşüyorsunuz ki, kâbustan uyanmak ve geri dönmek yok. İşte böylesine ilginç bir Ölümden sonraki hayat, yani Berzah âlemi sizin için başlamış oluyor.

Böylece ölümün ne olduğunu tadıyorsunuz. Tatmış olmak sizde bir şey değiştirmiyor. Herhangi bir şeyi tattığınız zaman nasıl şuurunuzda, idrakinizde bir değişme olmuyorsa, sadece o şeyin ne olduğunu anlıyorsanız, “ölümü tatmak” demek, bedeninizi kumanda edemez hale gelmeniz demektir. Siz ölmüş olmakla bedeninizi kumanda edemez hale geliyorsunuz. İşte “ölümü tatmak” budur.

Kabir ile başlayan ve kıyamete kadar devam edecek olan hayata berzah hayatı diyoruz. Berzah âleminde sizin için yeni bir hayat başlıyor. Durumunuz tıpkı annesinin karnındaki hayatı sona erip dünyaya gelen bir çocuğun durumuna benziyor. O bebek de, hiçbir zaman ana karnındaki rahat yerini bırakıp dışarı çıkmak istemez. Onun için dışarı çıkış bir ölüm iken, gerçekte dar bir yerden geniş bir âleme çıkmaktır.

Size sorsam, “Bir aynaya baktığınız zaman ne görüyorsunuz?” desem, hemen şu cevabı verirsiniz. “Aynaya baktığım zaman kendimi görürüm.” Kuşkusuz bu tam doğru bir cevap değildir. Çünkü aynada gördüğümüz şey ruhun binası olan bedeninizdir. Ruh âlem-i emirden gelen ve hariçte bir vücuda sahip olmayan bir varlıktır. Yani bizler karmaşık yapılı bir bedenden ibaret değiliz.

Evet, bedenimiz, Ruh denen varlık için yaratıcı tarafından bina edilmiş bir saraydır. Gözlerimiz, ruhun bu âlemi seyretmesi için açılmış iki penceredir. Ruh bu âlemi o pencerelerden seyrediyor.[6] Yani asıl konuşan ve etrafı seyreden ruhtur. Ruh bedenden çıkınca kendisine mahsus bir örtüsüne bürünüp öyle uçmaya başlar. Bizler belli bir süre için bu bedenle birlikte var olan, fakat bir süre sonra bu bedeni terk edip, bedensiz olarak yaşamaya devam edecek olan varlıklarız. Beden fanidir ve çürümeye mahkûmdur. Tıpkı efendisi tarafından terk edilen bina gibi, bir müddet sonra yıkılır, gider. Fakat bütün ruhlar gibi bizim ruhumuz da bakidir.

İşte bu yüzden İslamiyet insanı beşikten mezara kadar takip ediyor. Şu anda her ne kadar bu madde dünyasında yer alıyorsak bile, belli bir süre sonra, bu madde dünyasıyla tüm ilişkimiz kesilecek, paramız, koltuğumuz, karımız, kocamız, çocuklarımız, anamız, babamız v.s tüm varlığımız geride kalacak, tek başımıza yepyeni bir hayata başlayacağız.

Sözün ustası Bediüzzaman ölümü ve kabir hayatını o kadar nefis ifadelerle anlatmış ki, okuduğunuzda adeta Kevser suyunu içer gibi okuyor ve artık bir mümin olarak ölümden ve kabir hayatından korkmuyorsunuz. Şöyle diyor: ölüm hiçlik değil, yokluk değil, failsiz bir inidam değil, bir tebdili-i mekândır. Hayat zahmetinden bir terhis teskeresidir. Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur. Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabya kavuşmak için bir vesiledir. Hem hakiki vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir. Hem Hâlık-ı Rahîm’in fazlından kendi hizmetine mukabil ücret almaya bir nöbettir.”

Bediüzzaman, (بِيَدِهِ الْخَيْرُ)Hayır onun elindedir” kelimesini tefsir ederken bu kelimenin insana manen şöyle dediğini ifade eder: Ey bîçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, “Eyvah! Malımız harap olup, sa’yimiz heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik.” demeyiniz, feryad edip me’yus olmayınız… Çünki sizin herşey’iniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelal, sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki; hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almağa gidiyorsunuz.”

Bediüzzaman kabrin insanın ilk menzili olduğunu ve mümin olan bir kimsenin bundan ürkmemesi gerektiğini şöyle ifade eder: “Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil, nurani âlemlerin kapısıdır. Dünya da, bütün şaşaasıyla, ahirete nispeten bir zindan hükmündedir. Elbette, zindân-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müz’ic dağdağa-i hayat-ı cismâniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayerân-ı ervaha geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahman’a gitmek, bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.”

Bir başka risalede Kur’an penceresinden kabre bakmayı şöyle dile getirir: “Ammâ, Kur’ân’ın cadde-i nurâniyesi ise… Kabrin âlem-i rahmete ve dâr-ı saadete ve bağıstan-ı cinâna ve nuristan-ı Rahmân’a açılan bir kapı olduğunu ispat etmekle, beşerin en müthiş korkusunu izale edip, en elîm ve kasavetli ve sıkıntılı olan berzah seyahatini en leziz ve ünsiyetli ve ferahlı bir seyahat olduğunu gösterir. Kabir ile ejderha ağzını kapatır, güzel bir bahçeye kapı açar. Yani, kabir ejderha ağzı olmadığını, belki bağistan-ı rahmete açılan bir kapı olduğunu gösterir.”

Bütün bunlar gösteriyor ki, ölümden ve kabirden söz etmek insanı bunalıma ve umutsuzluğa sevk etmemelidir. Ölümden söz eden birisine, “Ya hocam sen de hep ölümden bahsedip moralimizi bozuyorsun” denmemelidir. Çünkü Allah’ın Resûlü “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok hatırlayın” buyuruyor.

Doğruyu söylemek gerekirse eğer kabirden sonraki ahiret hayatı için kendimizi hazırlayamadıysak, bu konuda Kur’an’ın buyruklarına uyma gereğini duymadıysak, makam ve mevkiimiz ne olursa olsun o ortamda çok büyük bir sıkıntıya, azaba düşeceğimiz muhakkaktır. Er veya geç denize düşecek olan insan yüzme öğrenmek mecburiyetindedir. Yüzmeyi öğrenmediyse, o denizin içinde boğulur. Boğulmamak için yüzme öğrenmekten başka çare yoktur. O halde kabrini cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirmek isteyenler namaza, oruca, zekâta, helal ve harama dikkat etmelidirler. Bunlara dikkat etmeden kurtulmak kolay olmayacaktır.

Abdullah b. Ömer’in ölümü hatırlamak ve ölümden sonraki hayat için hazırlık yapmakla ilgili rivayet ettiği hadis şöyle:

وعَن ابْنِ عُمَرَ أَنَّهُ قَالَ كُنتُ معَ رسولِ اللَّهِ صلَّى اللَّهُ علَيهِ وسلَّمَ ، فجاءَهُ رجلٌ منَ الأنصارِ ، فَسلَّمَ علىهِ ، ثمَّ قالَ : يا رسولَ اللَّهِ أيُّ المؤمنينَ أفضلُ ؟ قالَ : أَحسنُهُم خُلقًا ، قالَ : فأيُّ المؤمنينَ أَكْيَسُ ؟ قالَ : أَكْثرُهُم للمَوتِ ذِكْرًا ، وأحسنُهُم لما بعدَهُ استِعدادًا ، أولئِكَ الأَكْياسُ:

Ben Resûlüllah’ın (S) yanındaydım. Ensar’dan bir adam yanına geldi ve ona, “Ey Allah’ın elçisi, en faziletli mümin kimdir? diye sordu. Resûl-i Ekrem (s), “En güzel ahlak sahibi olandır” buyurdu. Ensar’lı adam, “Peki, en yiğit mümin kimdir ey Allah’ın elçisi? diye sordu. Resûl-i Ekrem (s), “En çok ölümü hatırlayan ve ölümden sonraki hayat için hazırlık yapanlardır. Gerçek yiğitler onlardır” buyurdu.”[7]

[1] Buharî, Cenaiz, 67; Ebû Davûd, Sünnet, 34.

[2] Buharî, Mağazî, 8; Müslim, Cenaiz, 26.

[3] Müslim, Cennet, 71.

[4] Buharî, Cenaiz, 67.

[5] Tirmizî, Kıyame, 36.

[6] Bediüzzaman, 6. Söz.

[7] İbn Mâceh, Zühd, 31.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.