İktisat ilminin genel bir kuralı vardır: Dünyanın hiçbir bölgesinde tüm arzu ve istekleri yerine getirilmiş bir topluluk, hatta bir tek insan bulmak mümkün değildir. Çünkü insanın arzu ve istekleri sonsuz fakat ihtiyaçları karşılayacak imkânlar sınırlıdır. Diğer taraftan, insanın arzu ve emelleri sonsuz, fakat ömrü bu arzuların binde birini bile yerine getiremeyecek kadar kısadır. İşte bu kadar sınırsız arzulara rağmen sınırlı imkânlar ve kısa bir ömür, dünyanın faniliğini anlaması ve ebedi bir ömrü barındıran ahirete yönelmesi için Allah tarafından insanın fıtratına konulan bir kanundur.
Esasen Allah insanı hırslı ve açgözlü olarak yaratmıştır. Şöyle buyuruyor: (اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعاًۙ اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعا وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعاًۙ الا المصلين) “Gerçekten insan pek tahammülsüz bir tabiatta yaratılmıştır. Başına bir fenalık geldi mi sızlanır durur. Ama ona bir nimet nasip olursa kendisinden başkasını yararlandırmaz. Ancak namaz kılanlar başka.”[1] Son ayette, “Namaz kılanlar müstesna, bunlar böyle değillerdir” buyruluyor. Acaba gerçekten de namaz kılanlar arasında böyleleri yok mudur? Evet, gerçekten namaz mümini hayâsızlıktan ve kötülüklerden meneder.[2] Ama namaz kılanlar arasında da böyleleri olabilir. İşte ayet dolaylı olarak diyor ki: “Ey namaz kılanlar, sizler böyle olmamalısınız.”
Gerek Kur’an’ın gerek hadisin böyle dolaylı ve zımnî anlamları vardır. Bir misal daha verelim. Allah, (اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓاءُ) “Kulları içinden ancak bilenler/âlimler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar”[3] Ama öyle âlimler var ki, Allah’ı da bilmez, onun büyüklüğü karşısında heyecan da duymaz. İşte ayet dolaylı olarak şöyle diyor: “Ey âlimler, siz hakkıyla Allah’tan korkmalısınız, onun büyüklüğü karşısında heyecan duymalısınız.”
Diğer bir misal hadisten; Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: (إنَّ بيْنَ الرَّجُلِ وبيْنَ الشِّرْكِ والْكُفْرِ تَرْكُ الصَّلاةِ) “Kişi ile şirk ve kürür arasındaki fark namazın terk edilmesidir.”[4] Hadisin lafzından, namazı terk edenin kâfir veya müşrik olacağı anlaşılmaktadır. Ama mezhep imamları, tembellikten dolayı namazı terk eden kişinin öldürülmesine varıncaya kadar farklı hükümler belirtmişlerse de namaz kılmayanın kâfir olacağına hükmetmemişler. İşte bu hadiste de dolaylı ve zımnî bir mana gizlidir. Demek istiyor ki, “Ey müminler! Namaz kılmamak müminin vasfı olamaz; ancak kâfirler ve müşrikler namaz kılmazlar.”
Bu ara bilgiden sonra konumuza devam edelim: İnsanların ihtiyaçları iki türlüdür: a) Zaruri olanlar, b) zaruri olmayanlar. Zaruri olan ihtiyaçların başında beslenme, giyim-kuşam ve mesken gelir. Eğer bir beldede aç ve açıkta insanlar varsa önce o beldenin yöneticileri, sonra varlıklı insanlar sorumludur.
Dünya ne kadar sanayileşirse sanayileşsin, robotlar ve yapay zekâ ne kadar insan hayatına girerse girsin, her insanın çalışabileceği bir iş mutlaka vardır. Yeter ki bazı insanlar diğer bazı insanları köşeye sıkıştırıp iş sahibi olmalarını engellemesin. Bu da yöneticilerin ve varlıklı insanların sorumlulukları altındadır. Bugün ülkemizde sigortasız işçi çalıştıranlar ya da sigortalı çalıştırıp asgari ücretin altında bir maaşla çalıştıranlar olmasaydı hem sosyal güvenlikteki kara delikler kapanırdı hem de işsiz insan sayısı azalırdı.
Alın Teri ve Onurlu Hayat
Bugüne kadar gelip geçen bütün peygamberlerin, bütün filozofların ve bütün bilginlerin ittifakla kabul ettikleri bir şey vardır; o da şudur: “İnsan için en ideal hayat şekli, haysiyeti ve onuruyla yaşadığı hayattır.” Peki, bu hayat şekli nasıl elde edilir?
Eskiden beri bazı insanlar bu hayat tarzının parayla elde edilebileceğini sanmışlardır. İnsanlardaki genel kanı da bu yöndedir. Bazıları da bunun makamla, bazıları da bu hayat tarzının şöhretle elde edilebileceğini zanneder. Ancak bunların hiç birisi tek başına onurlu ve haysiyetli bir hayatı insana veremez. Haysiyetli yaşamanın bir tek sırrı vardır; o da alın teridir. (وَأَن لَّيْسَ لِلإنسَانِ إلاَّ مَا سَعَى) “Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur”[5] ayeti bun en açık delilidir ve konuyu tartışmasız bitirmiştir.
Hz. Peygamber’in (sav) (أعطوا الأجيرَ أجْرَه قَبلَ أنْ يَجِفَّ عَرَقُه) “İşçinin teri kurumadan ona ücretini verin”[6] hadisi de onurlu çalışma ve alın teriyle kazanma konusunda önemli bir esastır.
İktisadî sistemlerin ortaya koymak istedikleri asıl sonuç insanları mutlu etmektir, ya da böyle olmalıdır. Nitekim insanları mutlu olan ülkelerde iktisadî denge iyi korunmuş, çalışanların hakkı gasp edilmemiş demektir. Demek mutluluk da alın teriyle doğru orantılıdır. Eğer alın teriniz korunuyorsa mutlusunuz. Kuşkusuz alı teri korunan bir kişi de israftan uzak durarak alın terine saygılı olmalıdır. Çünkü israf eden bir kimse dolaylı olarak kendisine de zarar verir.
Mutluluğun Sırrı
Alın terine saygılı olan bir insanın mutlu olmaması mümkün olmadığı gibi, alın terine saygı duyan bir ülkenin kalkınmaması da imkânsızdır. Bediüzzaman Müslümanların ekonomik hayatlarının zembereğinin üç şeyde gizli olduğuna işaret ederek şöyle der:
"Belki Müslümanlar mesailerinin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur."[7] Bunları kısaca ele alalım:
1) Mesailerin tanzimi: Mesailerin tanzimi iş bölümü ve zamanın israf edilmemesi anlamına gelir. Kim hangi işi yapabilecekse o işte çalıştırılmalıdır. Yani işin ehline verilmesi gerekir. Sadece odun kesmeye elverişli olan bir insanı entrikayla üniversitede öğretim üyesi yaparsanız hem malî yönden israfa hem de zamanın heder edilmesine yol açmış olursunuz. Oysa Resûl-i Ekrem (sav) zamanın israf edilmemesi gerektiğini şöyle ifade buyurmuştur:
(إغتنِمْ خمسًا قبل خمسٍ : شبابَك قبل هَرَمِك، وصِحَّتَك قبل سَقَمِك، وغناك قبل فقرِك، وفراغَك قبل شُغلِك، وحياتَك قبل موتِك.) “Başına beş şey gelmeden beş şeyi fırsat bil; yaşlılık gelmeden gençliğini, hastalık gelmeden sağlığını, fakirlik gelmeden varlıklı olan durumunu, iş başa düşmeden boş zamanını ve ölüm gelmeden hayatını fırsat bil.”[8]
2) Aralarındaki Emniyetin Tesisi: Yani gerek iş hayatında gerek sosyal hayatta güvenliğin sağlanmasıdır. Bir ülkede güvenlik zafiyeti varsa vatandaşların özgürlük alanlarının manevra kabiliyetleri zayıflar. Dolayısıyla iş görülmez ve ülke fakirleşir. Türkiye 40 yıldır (1984’ten beri) ülke güvenliğini sağlamak amacıyla terörle mücadelede 800 milyar dolar zarar etmiştir.
3) Teavün Düsturu: Müslümanlar birbirine yardım etmelidirler. Bir iş kolunda açık oluşmaya başladığında diğer iş kollarından onlara yardım edilmelidir. İş hayatında yardımlaşma olmazsa kalfalar ve profesyonellerin yetişmesi zorlaşır.
Peki, bunlar yerine getirilmezse ne olur? Bunlar yerine getirilmezse ülke keşmekeşlikten, para ve zaman israfından kurtulamaz. Ne var ki, bunları yerine getirmek ancak dinin kutsal emirlerine uymak ve güçlü bir imana sahip olmakla mümkündür.