Türkiye ve Suriye, 2012 yılına kadar, hem Erdoğan’ın hem de Beşşar Esed’in gayretleriyle dostluktan da öte iki kardeş devlet olmuşlardı. İki lider sık ziyaretler, aile dostluğu ve kardeşlik mesajlarıyla Batılıları kıskandıracak kadar yakın temas içindeydiler. Bu yakın dostluğu ve iki halkın kardeşliğini çok gören İsrail’in ve Batılıların gayretiyle 2011 yılında Suriye’de iç savaş çıkarıldı. Asıl amaçları Suriye’nin kuzeyinde İsrail benzeri bir terör devleti kurdurmaktı. Öyle de oldu. Şu anda Kuzey Suriye’de uluslararası seviyede ilan edilmemiş olsa bile ekonomik ve askerî yönden ABD tarafından desteklenen, Türkiye ile muharebe etmek için çok sayıda silaha sahip olan ve devlet gibi hareket eden bir yapı söz konusudur.
Bu noktaya gelene kadar neler oldu, bir hatırlayalım: ABD ve Batılı müttefikleri Kuzey Suriye’de bir terör devletini kurmak için adım adım ilerlediler. Önce Irak ve Suriye’de faaliyet gösterecek DEAŞ adlı İslâmî görüntülü bir terör örgütü kurdular. Ardından Suriye’de bir iç karışıklık çıkararak DEAŞ’a faaliyet alanı açtılar. Asıp, kafa kesen bu örgütün hareketleri, beklendiği gibi Batı başkentlerinde infial oluşturunca ABD ve Batılı müttefikleri DEAŞ’la savaşmak için ittifak kurdular. Erdoğan’ın Suriye elçisi Ahmet Davutoğlu Amerikan ajanları tarafından aldatılınca Erdoğan, hayatının en büyük hatasını yaparak Suriye iç savaşında Beşşâr Esed’in yanında değil karşısında ve Batılıların yanında yer aldı. Üstelik “İlerde tekrar dost olabiliriz” ihtimalini göz ardı ederek Beşşar Esed’e karşı çok sert bir dil kullanmaya başladı.
Sayın Erdoğan bununla da kalmadı, içerde Esed’e karşı savaşan Suriye Milli Ordusunun kuruluşuna destek verdiği gibi onların eğitimini ve donanımlarını da üstlendi. Esed Erdoğan’ın bu hamlesine karşı, düşmanın düşmanı dosttur kuralından hareketle PYD ve PKK güçlerinin kendi topraklarında güçlenmelerine ses çıkarmadı; hatta Suriye’nin doğusunu ve kuzeyini tamamen onlara bıraktı. Üstelik onları Deyrü’z-Zor ve Kamışlı petrollerine ortak yaptığı gibi PYD’li memurların maaşlarını Şam’dan gönderiyordu.
Davutoğlu’nun sözüne güvenerek, “Artık Esed’in Suriye yönetiminde yeri yoktur. En kısa zamanda Şam Emevî Camisinde namaz kılarız” diyen Erdoğan belli ki Rusya’yı hiç hesaba katmamıştı. Rusya ise, Suriye merkezî hükümetine tam destek vererek Esed’in savaşı sürdürebilmesine yardımcı oldu. Bu arada 2012 yılından başlayarak yerlerinden edilen Suriyeli muhalifler Türkiye’ye doğru göç etmeye başlamışlardı.
Sayın Erdoğan’ın, “Ey ABD ve Müttefikleri, gelin birlikte DEAŞ’le mücadele edelim, alanda bize de yer verin” şeklindeki ısrarcı teklifine rağmen ABD ve müttefikleri Türkiye’yi ittifaka almadılar. Amaçlarının DEAŞ’le mücadele olmadığını, asıl amacın İsrail benzeri bir devlet kurmak olduğunu fark eden Erdoğan Suriye iç savaşı konusunda kandırıldığını ve göç sebebiyle ağır bir fatura ödeyeceğini anlamıştı. Aslında zararın neresinden dönülse kardı ama ne yazık ki Erdoğan bu konuda öngörülü olamadı ve yanlışı sürdürmekte ısrar etti. Milli Suriye Ordusunun ve göçmen masrafının Türkiye’ye ağır geleceğini biliyordu ama artık iş işten geçmişti.
ABD ve Batılı müttefiklerinin Suriye iç savaşını çıkarmaktaki tek amaçları Türk Arap kardeşliğini baltalamaktı. Bu yüzden iki ülke arasında gerginliğin daha da artması için ellerinden geleni yaptılar. Amaçları Türk Arap kardeşliğini engellemek ve iki ülke arasında bir terör devletini kurmaktı. Suriye’den gelen göç dalgasının sadece maddi değil, sosyal sonuçları da olacaktı kuşkusuz. Her şeyden önce Türkiye içindeki fitneciler “Biz Suriyelileri istemiyoruz. Bunları en kısa zamanda ülkelerine gönderelim” demeye ve Suriyeli göçmenleri provoke etmeye başladılar. Suriyeliler tarafından işlenen suçları abartarak provoke etmeye fırsat kolladılar.
Suriye iç savaşından bu yana 12 yıl geçti; hem Erdoğan hem Beşşâr Esed iki ülke arasındaki gerginliğin İslam düşmanlarına yaradığını, fitnecilere gün doğduğunu, Türk Arap kardeşliğinin zarar görmesi halinde Kuzey Suriye’de İsrail benzeri bir terör devletinin kurulacağını ve Suriye’nin parçalanacağını öğrendiler. Her iki lider de eski barış günlerine dönme kabiliyetinin var olduğunu karşılıklı beyanlarla ifade edince ABD ve müttefikleri bu durumdan çok rahatsız oldular ve hiç fırsat kaybetmeden olayları provoke etmeye başladılar. İlk fitne ateşini Kayseri’de yaktılar. Ardından Suriye Milli Ordusunun kontrolündeki bölgede Türk Bayrağına saldırı haberleri yayınlandı. Artık fitne ateşine odun taşımanın mazereti de vardı. Konya Ereğli’de vatandaşlar Suriye’deki olayı protesto ederek Suriyeli göçmenleri istemediklerini yüksek sesle haykırdılar. Bu olaylar devam edebilir; şu var ki, artık Türk ve Arap halkı bu işin farkındadır. Olayların fitneciler tarafından çıkarıldığını biliyorlar.
Umarım iki lider, fitnecilerin fitnelerine aldırmadan barış ve kardeşlik için ellerinden geleni yapar ve yakılmak istenen ateşi söndürürler. Bunun için Sayın Erdoğan ilk etapta Suriye Milli ordusunu dağıtarak Barış taraftarı olduğunu göstermeli, ardından Suriyeli göçmenlerin ülkelerine dönüş programı, her iki ülkenin marifetiyle hazırlanmalıdır.