Dr. Ahmed Yılmaz Hoca’dan dinlemiştim. Nizip’te Müftülük yaptığı sıralarda ilçede görevli Cudi Hoca isminde bir imam vardı. Doğu vilayetlerinden birinde köy imamlığı yapıyordu. Köyde imamlık yaparken başından geçen bir öyküyü Ahmed Hoca’ya nakletmiş; o da bize anlatmıştı.
Köyde imamlık yapan Cudi Hoca kendi halinde, gariban sayılabilecek kişiliğe sahip bir insandı. Güneydoğu’da görev yapan tüm hocalar gibi o da köy camisinde namaz kıldırır, kendi köyünde veya çevre köylerde meydana gelen ihtilafları barışçıl bir şekilde çözmeye çalışır, yazın çocuklara, diğer zamanlarda öğrenmek isteyen herkese Kur’an dersi verirdi.
Cudi Hoca’nın hayatı bu şekilde sürüp giderken 1971 askeri muhtırasından sonra sıkıyönetim ilan edilir. İllere de askeri disipline sahip valiler atanır. Bir gün maaşını almak üzere İl Müftülüğüne gittiğinde müftülük kendisine önemli bir bilgi verir: “Hocam bir hafta sonra sayın valimiz, incelemelerde bulunmak üzere sizin köyü ziyaret edecektir. Ben de kendisine eşlik edeceğim. Vali beyin öğle yemeği için köyde kalıp kalmayacağını bilmiyorum, ama siz yine de hazırlıklı olun. Aman gözünü seveyim, dikkatli olun. Sayın valimize karşı bir hatamız olmasın.”
Köy imamı Cudi Hoca Müftü Bey’den aldığı bu emir üzerine heyecanla köye döner ve vali Bey’in geleceği gün için hazırlıklar yapmaya başlar. Hocanın eşi, “Hocam, bizim bu yörede perdeli pilav meşhurdur. Belki sayın valimiz böyle bir yemek yememiştir. Ben kendisi için perdeli pilav pişireyim, ne dersiniz?” der. Perdeli pilavın içine isteğe göre ya tavuk ya da kuzu eti konulur. Dolayısıyla masraflı ve uğraş isteyen bir yemek sayılır. Pilav fikri Cudi Hoca’nın aklına yatar, durumu müftü beye de bildirir. Müftü bey de memnun olur. Valinin geleceği gün için hazırlık yapılır. Hocanın evinde hummalı bir faaliyet başlar.
Derken vali bey köyü ziyaret eder. Gerekli incelemeleri yaptıktan sonra Müftü Bey, “Sayın Valim, köy hocamız Cudi bey bizim için yemek hazırlamıştır. Buyurun yemeğe gidelim” der. Vali bey kabul eder ve Cudi Hoca’nın evine gidip yemek yerler. Vali Bey perdeli pilavı o kadar beğenir ki, teşekkür ettikten sonra yemeği kimin yaptığını sorar. Cudi Hoca, perdeli pilavı eşinin yaptığını söyler. Vali Bey ve arkadaşları köyden ayrılırlar. Yolda Müftü Bey’e, “Hocam, bu imamınızın hazırlamış olduğu perdeli pilavı çok beğendik. Bu mütevazı insanın eşine bir ödül vermeyi düşünüyorum, ne dersiniz?” der. Müftü Bey, “Çok yerinde bir iş olur Sayın Valim. Cudi Hoca sadece bu yemek için değil ama gerçekten ödül hak edecek kadar görevine de bağlı bir insandır. Ödül düşünceniz çok makbule geçer Sayın Valim” der.
Aradan 10 gün geçer Müftülük vasıtasıyla Cudi Hoca’ya bir yazı ulaştırılır. Yazı şöyle: “Sayın Cudi… Köyünüze yapmış olduğum ziyaret esnasında, görev bilinciyle göstermiş olduğunuz misafirperverlikten, heyet olarak çok memnun kaldık. Bu samimi ve gösterişten uzak hizmetinize karşılık valilik olarak eşinize bir ödül vermeyi kararlaştırmış bulunuyoruz. … tarihinde, valiliğin önünde yapılacak bir törenle ödülünüz sizinle birlikte eşinize takdim edilecektir. Durumun bildirilmesi, gereğinin yapılması ve anılan tarihte Valilik önünde hazır bulunmanız konusunda bilgilerinizi rica derim. … Valisi.”
Cudi Hoca mektubu alır almaz hüzünle karışık bir sevinç yaşar. Her şeyden önce bir karşılık beklemek için yemek hazırlamış gibi bir havanın oluşmasından üzüntü duyar. Fakat durum ne olursa olsun, bir amir tarafından takdir edilmek hoş bir duyguydu. Kendisine yarayacak bir ödülün eşine verilecek olması da ayrı bir sevinç kaynağıydı. Cudi Hoca ve eşi kararlaştırılan günü heyecanla beklediler.
Belirlenen gün gelince Cudi Hoca eşiyle birlikte Valiliğin önünde bulunan Atatürk’ün büstü etrafında toplanmış olan resmi zevatın arasına katıldılar. Önce Müftü Bey, sonra Vali Bey, günün önemini anlatan birer konuşma yaptılar. Sonra Cudi Hoca ve eşi anons edilerek bir pakete sarılı bulunan ödülleri kendilerine takdim edildi. Vali bey kendilerini tebrik ettikten sonra resmi tören böylece sona ermiş oldu. Ödül oldukça büyük görünüyordu. Büyükçe bir paket koçaklarına bırakılmıştı. Cudi Hoca paketi görür görmez meçhul bir sıkıntı tüm vücudunu kapladı. Ne kendisi ne eşi ne de yakın dostları, paketin içinde ne olabileceği konusunda bir fikir yürütemediler.
Cudi Hoca ve eşi şehirden ayrılmak üzere köy garajına geldiler. Bir an önce müsait bir yer bulup paketi açmak ve ödülün ne olduğunu öğrenmek istiyorlardı. “Acaba bu paketin içinde ne var?” diye çok merak ediyorlardı. Onlar daha çok para ödülü beklerken böyle büyükçe bir paketin kendilerine takdim edilmiş olmasını garipsediler. Telaş ve endişeyle karışık bir sevinç duygusu içindeydiler. Paketin içinde para olsa işlerine yarayacaktı. Fakat paketin içindeki şey, para gibi durmuyordu. “Acaba paketin içinde ne vardı? Eğer içinde para varsa büyük bir miktar olur. Hayır, hayır… Bu kadar paranın bize verilmesi mümkün değil. Yoksa birer takım elbise mi? Hayır, böyle bir şeye de benzemiyor” dediler. Bu düşüncelerle köyün dolmuşuna binerek eve geldiler. Paketi heyecanla açtıklarında kolinin içine yerleştirilmiş bir Atatürk büstüyle karşılaştılar. Yani köyün ilkokulu önündeki büstten biraz daha ufak bir Atatürk büstü…
Hoca ve eşi gözlerine inanamadılar. Onlar, ödül olarak bir maaş ikramiye beklerken bir büstle karşılaştılar. Vali bey kendisince onlara büyük bir ödül vermişti. Ama onlar bu büstü ne yapacaklardı? Onların ne işlerine yarayacaktı? Vali bey bunu düşünememişti. Üstelik hediye paketinin içinde büstü gördüklerine büyük bir tedirginlik onları çepeçevre kuşatmıştı. Hoca kendi kendine, “Vali Bey bize bir ödül değil, başımıza bir bela sardı” diye düşünmeye başladı. Çünkü o büstü görev yeri olan camiye koyamazdı; evine, köylülerinin sohbet için geldikleri odaya bırakamazdı. Büste ne yapabilirdi? Atsa veya kırsa görevden atılır ve ceza evine girerdi. Çünkü dokunulmazlığı olan bir hediye paketi almıştı. Hâsılı onlar gibi, ödül töreninden haberdar olan bütün dostları da tedirgin olup hayal kırıklığına uğramışlardı.
İşte Türkiye kalkınmada Avrupa ülkeleriyle yarışacağı yerde, maalesef uzun yıllar böyle kısır düşünceli insanlar tarafından yönetilmiştir. Bir köy imamının büstle ne ilgisi olabilirdi? Ya da köyün kalkınmasında büstün ne katkısı olabilir? Bir yönetici nasıl bu kadar düşüncesiz olabilir? Bunlar soru ve sorular soru içinde.