Bediüzzaman, insanı bir saraya benzetir. Sarayın her katında, her kademesinde vazifedarlar vardır ve kendilerine uygun vazifeler ile meşgul olmaları gerekir. Eğer bu insan bir mü’min ise; sarayın idarecisi olan kalb en yüksek dairede daim Rabbi ile haberleşmektedir. Daha alt katlarda bulunan bütün cihaz ve latifeler de kendi işleri ile meşguldürler. Nefis ve heva, gadab ve şehvet kuvveleri ise sarayın kapısında bir kapıcı ve it hükmündedirler.
En büyük vazife en dar dairede olduğundan her insan evvela kendi vücud (mevcudiyet) sarayından mes’uldür. Ve kendi iç âlemini, kendi sarayını nasıl idare ettiği; akrabaları, ahbapları, çevresi, insanlık ailesi ve varlık âlemi ile olan ilişkilerini etkiler, belki de belirler.
Peki kendi sarayımızı idare ederken müsbet hareket etmek ne demektir? Ve bu en küçük dairedeki müsbet hareket, en geniş dairedeki müsbet hareket ile ilgili midir? Hatta onun çekirdeği midir?
Müsbet hareket; asayişi muhafazayı netice veren harekettir. Eğer bir ihtilal, karışıklık, anarşi var ise, kaba tabiri ile vurdu kırdı, şiddet, kavga varsa orada müsbet hareketten bahsedemeyiz.
Bununla beraber insan elbette nefsi ve şeytan ile daimi bir mücadelededir. Âdeta harp meydanındadır. Fakat bu; insanı diri tutan ve Rabbisine ilticaya yönelten tatlı bir gerilimdir. Yoksa ortalığı yakıp yıkan cinsten bir muamele değildir. Yani; normal şartlar altında işin o kerteye gelmemesi beklenir.
Müsbet hareket; sabır ve rıza ile mukabele etmektir. Bu, o kadar kolay olmamakla beraber atom bombası kadar da etkilidir. Başka hiçbir güç hiçbir kuvvet, hiçbir ordu ile yapılamayacak olan müsbet hareketle yapılabilir. İnsanın iç âlemi için değerlendirdiğimizde o güne dek yaşadığı ne varsa hepsinden razı olmak ve “bu da mukadder imiş” demek ferahlığını yakalayabilmektir. Kadere iman etmişliğin kedersizliğinde yüzmektir.
Müsbet hareketteki sabır, dişlerini sıkarak soğuk terler dökmek değil ulvî maksadı için gereken zahmetleri bilerek ve severek çekmektir. Her zahmeti ulvî maksada ulaştıracak bir basamak gibi görmektir. İbadete devamda sabır, günahlara karşı sabır ve musibete karşı sabır; mükafatı ancak Rabbimiz tarafından bilinebilendir.
İnsanın iç âleminde kendini hayra teşvik etmesi, şerlerden alıkoyması yolunda yapıp edecekleri hep müsbet harekettir. Bunun için elbette kendini bilmesi ve tanıması gerekir. sınırlarını, sinir katsayılarını, dayanabileceklerini ve dayanıklılığını arttırma yollarını bulabilmesi gerekir.
Yeni durumlar karşısında ferdin tahripkâr olmayan bir tamir edici yolu tutturabilmesi beklenir.
Eğer kişi iç âleminde bunları yapmaya muvaffak olabiliyorsa insanlık ailesi ve kainat ile muamelâtında da müsbet hareket edebilir. Kendi ile sürekli kavga eden ve menfiliklerden yakasını kurtaramayan biri başkalarına nasıl faydalı olup hayırlarına çalışacaktır? Onlara olan muamelesi nasıl müsbet olabilecektir?
Müsbet hareket; şeytanı ilzam etmek, nefsini ikna etmektir. Müsbet hareket eden bir insan iç âleminde şeytandan istiazenin yanı sıra onu ilzam edecek ilmî delilleri bulur. Nefsine itimad etmemenin yanı sıra nefsini ulvî gayesinde kendisine yardım edecek şekilde ikna eder. Nefis ve şeytanın hilelerini fark etmeye çalışır ki onlardan geleni kendinden zannedip de ye’se kapılmasın.
Toplum hayatında müsbet hareketin olmazsa olmazları olan insaf, adalet, kavl-i leyyin, vicdanın sesine kulak vermek, menfilikten uzak kalmak, empati kurmak, hiçbir unsuru dışlamamak ve yok saymamak, kötülüğü iyilikle savmak gibi esaslar, insanın iç âleminde de müsbet hareketin temellerindendir.
Nasıl ki insan mesela nefsini yok saysa ve onu ilmî deliller ile ikna etmezse o nefis anarşistlik eder; toplumda da yok sayılan; kendisi, dili ve kimliği ötekileştirilen unsurlar anarşistliğe kadar gidebilirler.
Müsbet hareketin hem insanın iç âleminde hem de toplum hayatında kucaklayıcı, hak ve hakikat etrafında kenetleyici, her hak sahibinin hakkını gözeten bir yapısı vardır.
Bu dehşetli tahribât zamanında tamire güç yetirebilecek olan da ancak müsbet harekettir. Hem iç âlemimizde hem dünyada hem de kainatta…