Bediüzzaman Hazretlerinin tesis ettiği iman ve Kur’an hizmetinin esasını ve ruhunu meydana getiren “Müsbet Hareket Metodu” 1-3 Ekim 2017 tarihlerinden İstanbul’da icra edilen bir sempozyum ile dünyanın dört bir yanından katılan bilim adamlarının bildirileri ile detaylı bir şekilde konuşuldu ve tartışıldı.
Bu sempozyum İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından yapılan Bediüzzaman Sempozyumlarının on birincisi olarak kayıtlara geçti. “Kur’an ve Sünnet Rehberliğinde bir İman Hizmeti; Müsbet Hareket” başlığı altında yapılan sempozyumun açılış toplantısına katıldık ve binlerce davetlinin bu çağrıya uyarak Haliç Kongre ve Kültür Merkezinin büyük salonunu tıklım tıklım doldurduğunu ve birçok kişinin de bu konuşmaları ayakta büyük bir merak ve heyecan ile takip ettiğini müşahede ettik.
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı, bu sempozyum yolculuğuna 1991 yılında başladı. Aradan geçen 26 yıl içinde çok büyük ve ciddi hazırlıkların ardından, uluslararası katılımı çok önemli bir orana ulaşan bu on bir sempozyumun yapılmış olması büyük bir azim ve başarının ifadesi olarak tebrik ve takdir edilmeyi hak ediyor.
Müsbet Hareket Sempozyumuna, aralarında İngiltere, Cezayir, Suudî Arabistan, Rusya, ABD, Nijerya, Hindistan, Filipinler, Ukrayna, Pakistan, Bangladeş, Mısır, Fas, Brezilya, Arjantin, Peru, Ürdün, Irak, Kenya, Malezya ve Endonezya’nın da bulunduğu 40’a yakın ülkeden 600 akademisyen tebliğ gönderdi. Ciddi ve zorlu bir hakemlik sürecinin ardından bu tebliğlerden 120 kadarı sempozyumda tartışılmak üzere programa alındı.
Tebliğlerde, özellikle Kur’an ve Sünnet merkezli hizmet metodları, müsbet hareket kavramı, cihad-ı manevi, terör ve şiddet, ihtilaf ahlakı, sosyal problemlere çözümler, vb. gibi pek çok konu tartışmaya açıldı ve bu konularda uygulanabilir bir hizmet modelinin esasları konuşuldu. Sempozyum icra edilirken, sunum ve tartışmalar simultane tercüme ile Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak katılımcılar tarafından takip edildi.
Sempozyumun açılış toplantısı, TBMM’nin açılış gününe denk gelince, hükümet yetkililerinden kimse bu önemli sempozyuma iştirak etme imkânı bulamadı. Fakat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı İsmail Kahraman ve Başbakan Binali Yıldırım’ın göndermiş oldukları mesajlar, çok önemli noktalara temas etmekle birlikte, devlet yetkililerinin Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine olan samimi bakışlarının da en yüksek seviyeden bir ilanı hükmüne geçti.
Kafa karıştırmaya dönük ve ‘’algı operasyonunun’’ bir parçası olduğu şüphe götürmez yalan ve iftiralara hiç kimse ve hele hiçbir samimi Nur Talebesi, bu önemli mesajlardan sonra asla prim vermemelidir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, devletin başı ve 15 Temmuz’da FETÖ tarafından yapılmak istenen alçak ve hain darbenin birinci derece muhatabı olarak kullandığı ifadeler, şapla şekeri karıştırmak isteyen dessas ve hannas cephenin yüzüne tam bir Osmanlı şamarı olarak inmiş ve bence tereddütleri bütünü ile izale etmiştir.
‘’DEAŞ’tan FETÖ’ye kadar masum insanları katleden, bölgemizi kan ve gözyaşına boğan terör örgütlerinin en büyük istismar aracı, cihat, dava, hizmet, hayır gibi dinimizin mukaddes kavramlarıdır. Dine hizmet için ortaya çıktığını iddia eden ve birçok ülkede zemin bulan bu sapkın yapıların ana hedefi, bizatihi Müslümanların kendisidir. Son yıllarda yaşadığımız acılar, bize dinimizin sahih kaynaklardan ve muteber âlimlerden öğrenilmesi gerektiğini göstermiştir. Yaşadığı onca sürgüne ve baskıya rağmen “Hakk’a, Halka, Kur’an’a hizmet davası”ndan asla taviz vermeyen Bediüzzaman Hazretlerinin hayatı, bu bakımdan önemli bir örnektir. Üstadın dediği gibi “Sevdası büyük olanın imtihanı da büyük olur. ”İnşallah elbirliği içinde çalıştığımız, Mevla’ya güvenip, hakikate ram olduğumuz sürece üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir imtihan yoktur.’’
FETÖ ile mücadelede ‘’at izinin it izine karışması sonucu’’ mağdur edilen insanların da mağduriyetleri peyderpey giderilmekle birlikte, halen mağduriyetleri devam eden insanların da mağduriyetlerinin bir an önce giderilmesi hayati bir öneme haizdir. FETÖ ile sürdürülen bu büyük mücadelede ‘’hakkaniyet’’ meselesine azami dikkat ve itina gösterilmesi şarttır. Mağduriyetler üzerinden sürdürülen ve adeta büyük bir yalan ve algı kampanyasına dönüştürülen propagandanın tesirini en aza indirmek için kılı kırk yararcasına ve çok büyük bir özen ve dikkat ile bu mücadelenin sonuna kadar sürdürülmesi gerekir.
TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın mesajında kullandığı şu ifadeler de, bazı kişilerde bulunan kafa karışıklığına bir cevap mahiyetindedir: ‘’Hayatı manevi ve maddi boyutuyla anlayıp, istikamet üzere kalmamız için başvurmamız gereken ana kaynaklarımız olan Kur’an ve Sünnetin manasından uzaklaşmak, İslam dünyasının, bugünkü sorunlarının temelini teşkil etmektir. Ana kaynaklarımızda, iki cihanda saadete ermenin formülü en sarih şekilde ifade edilmiştir. Said Nursi gibi İslam’ın sözcüsü münevverler de insanlığa bu konuda doğru rehberlik etmek için gayret sarfetmişlerdir.’’
Tarihe bir not düşmek bakımından Başbakan Binali Yıldırım’ın da mesajına değinmekte yarar vardır. Başbakan Yıldırım mesajında Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin “Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur” sözünü hatırlatıp, "bu söz İslam’a ve Kur’an’a adanmış bir ömrün en açık ifadesidir" diyerek şöyle devam etti: "Bu nedenle bu senenin sempozyum konusu olan; “Kur’an ve Sünnet Rehberliğinde Bir İman Hizmeti; Müsbet Hareket” başlığı belki de Üstad’ın fani ömrünü en iyi şekilde özetlemektedir. O, hayatını Kur’anı’ı anlatmaya, Kur’an’ın taşıdığı evrensel mesajları tüm insanlığa iletmeye vakfetmiş bir dava adamı, bir mütefekkirdi. Bugün, bölgesel ve küresel ölçekte; İslam’ın, Kur’an’ın ve Sünneti Seniyyenin yanlış yorumlarından kaynaklanan çatışmalar ve mezhep kavgalarına üzülerek şahit oluyoruz. Hak ve batıl kavgasında safımızı belli etmek durumundayız. İslâm davasına sahip çıktığını iddia eden bu çarpık ve bozuk yapılar; farklı isimlerle, değişik maskelerle ümmetin sırtında adeta birer kambur olmuştur. DEAŞ Ortadoğu’da, FETÖ Türkiye’de nice canlara kıymış, bunu da sözde yüce dinimiz adına güttükleri bir davayla ilişkilendirmeye çalışmışlardır. Dini duyguları ve imani hassasiyetleri istismar ederek palazlanan bu örgütler şerre hizmet etmişlerdir. Bizler, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kıyamete kadar sürecek hak ve batıl kavgasında, safımızı belli etmek, hak deryasında bir katre olmak adına bu gayreti göstermek durumundayız.’’
İstanbul Müftüsü Hasan Kamil Yılmaz’ın sempozyum açılış toplantısına katılarak yaptığı konuşma da Diyanet camiasının genel yaklaşımı konusunda önemli bir ipucu niteliğinde oldu. İstanbul Müftüsü Prof. Yılmaz’ın şu sözleri, vicdan ve sağduyunun bir ifadesi olarak takdirle karşılandı: ‘’Bediüzzaman'ın talebelerinden anarşiye katılan, bozgun çıkaran hiç kimse çıkmamıştır. Hep müsbet hareket ederek, sürekli ihtilaf ve kavgadan uzak tutmuştur. Devletin, milletin aleyhinde olmamıştır. Bir terör örgütünü Nur cemaatinin içinde çıkmakla algı oluşturmaya çalışanlara şunu hatırlatalım. 1980'li yıllarda Nurculuk kendi içinden atmıştır. FETÖ üzerinden Said Nursi ve Risale-i Nur'a bakmak fitnedir. Bu yapı üstünden nurculuğu okumak, cemaat ve tarikatları aynı kefeye koymak büyük bir yanlıştır.’’
Bütün bu beyanlar, devlet ve hükümet yetkililerinin Risale-i Nur ve Üstad Bediüzzaman Hazretleri hakkındaki görüş ve yaklaşımlarının gayet açık, net, müsbet ve müstakim olduğunun en açık işaretidir. Başka da algı ve yalanlara kapılmanın da hiçbir anlamının olmadığı kanaatindeyim. Buradaki mesele, belli, bazı kesimlerin Risale-i Nur ve talebelerini de hedef haline getirmek için gösterdikleri bir gayretten öte hiçbir anlam taşımaz.
Yöneticilerimiz, FETÖ ile Nur Talebelerinin birbiri ile hiçbir münasebetinin olmadığını gayet iyi biliyorlar. Risale-i Nur ve Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ‘’Müsbet Hareket’’ metodunun, FETÖ gibi bir şer örgütü ve cinayet şebekesi ile hiçbir benzerliğinin olmadığını ve olamayacağını aklı zerre miktar başında olan ve art niyetli olmayan herkes anlar ve bilir. Zaten ‘’dessas’’ ve ‘’hannas’’ tiynetli ve niyetli insanlar için her türlü yalan ve iftiranın bir sınırı olamaz.
Bu muhteşem sempozyum ile çok kritik dönemde çok büyük bir vazifeyi başarı ile ifa eden İstanbul İlim ve Kültür Vakfını tebrik ediyor, bunun gibi nice muhteşem sempozyum ve faaliyetleri beklediğimizi ifade ediyor ve yazımızı Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerine verdiği en son derste geçen şu sözleri ile noktalıyorum: ‘’Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.’’