Arap devrimi diye adlandırılan toplumsal hareketler ilk başladığında müsbet hareket tarzını benimseyerek dahilde cihadı kılıç ile yapmayanların muvaffak olacağını belirtmiştik.
Sonradan bu toplumsal hareketler Libya ve Suriye’ye sıçrayınca Arab Devrimi diye nitelendirilen hareketleri ikiye ayırmıştık:
Bir, Mısır ve Tunus’ta tamamen barışçıl demokratik tepkiler ile başlayan hareketleri “müsbet hareketler”, diğeri ise, Libya ve Suriye’deki ilk başlarda bile silaha ve güce dayanan hareketleri ise menfi hareket olarak nitelendirmiştik. Bu hareketler demokratik tepki hareketleri olarak başlamadı. Libya zaten silahlı bir toplumdu, Suriye’de muhalif gençler anında silahlandırıldı.
Geçen süre zarfında Suriye’de zülüm ile beslenmeyi şiar edinmiş Esad Rejimi yıkılmadı ve hala da uzatmaları oynuyor. Libya’da ise Kaddafi görüldüğü ilk yerde sorgusuz sualsiz bir biçimde ve yargılanmadan öldürüldü.
Suriye’deki olaylar kolay kolay durulacağa benzemiyor. Dahası tüm bölgeyi içine alacak şekilde büyük bir toplumsal kuşatmayı da körükleyecek gibi duruyor.
Suriye’deki menfi hareketin oluşturduğu toplumsal tahribatı iyi anlamak için Suriye’nin toplumsal yapısına bakmamız lazım.
Suriye, Osmanlı’nın yıkılmasından sonra birinci dünya savaşı sonrasında Fransa tarafından işgal edildi. 1946 yılına kadar Fransa bu bölgeyi yönetti. Suriye 1946’de 2. Dünya savaşının getirdiği koşullar sonucunda bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlık sonrasında bir dizi darbe yaşandı. Bu süre zarfında Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurmak için Mısır ile birleşme girişiminde bulundu. Bu yıllarda Arap milliyetçiliğini körüklemek için Osmanlı düşmanlığı tavan yapmıştı. Sonraki yıllarda bile yaşadıkları her sorunun nedenini Osmanlı’da arayan Abdurrahman Kavakiri gibi düşünürler Arap milliyetçiliğini alevlendirmek istemişlerdir. Esasen yaşadıkları her sorun Osmanlı’nın eseri olmadığı gibi kurtuluşları da Arap milliyetçiliğinde değildi. Ama ulus devlet olmak için milliyetçiliği temel enstrüman olarak gördüler.
Suriye 1960’lı yıllarda Arap milliyetçiliği ve sosyalizm arasında mekik dokudu. Sonunda 1970 yılında Sosyalist Baas Partisi Üyesi Hafız Esad çok kanlı bir darbe ile siyasal gücü eline geçirdi. Bugüne kadar baba Esad-oğul Esad ikilisi ülkeyi demir balyoz ile yönetti.
Suriye nüfusunun büyük bir çoğunluğu Araplardan oluşuyor. Yüzde 7 oranında Kürt nüfusu, yüzde 6 oranında Türk nüfusu, yüzde 2 oranında Ermeni nüfusu var.
Suriye’deki nüfusun yüzde 74’ü Sünni iken, yüzde 12’si Nusayri, yüzde 10 Hristiyan, yüzde 3’ü ise Dürzi’dir. Ülkede az sayıda da olsa hem Caferi, hem Yahudi hem de Yezidi var.
Yani inanç yönünden oldukça zengin bir toplum var Suriye’de. Ama bu toplum, çok rahat kutuplara ayrılabilen birbirinden ayrılmış bir toplum. En ilginç mezhep ise Nusayrilik.
Nevi şahsına münhasır bir mezhep. Adını On Birinci İmamHasan El Askeri'nin öğrencisi Abu Şu'ayb Muhammed BinNusayri’den alıyor. Caferi’liğe benzeyen ama Anadolu Alevîliğinden inanç yönünden ayrılan bir mezhep. İçerisinde İsmâilîyye, Dürzîlik, Hıristiyanlık ve Suriye'deki diğer inançlardan parçaları içermesi ise en ilginç yönleri. Kitâb el-Mecmû’yu adeta kutsamaları diğer Şii mezheplerinden en önemli farklarından biri. Nusayrîler kendilerini Alevî olarak kabul ederler. Fakat, Nusayrîlerde cem yoktur. Kadınlar ibadetlere alınmaz. Kendi usullerine göre genellikle cami dışında namaz kılarlar, oruç tutarlar. 16 kutsal duaları vardır. Ali, Hasan, Hüseyin sevgisi ilahlaştıracak derecededir. Ay'a kötü söz söylemek, Ay'a gidildiğine inanmak, Nusayrîler için günahtır.
Ali, Muhammed, Salmân-ı Fârisî isimlerinin baş harflerinden oluşan Ayn-Mim-Sin harfleri inanç şifreleridir. Ali, Hasan, Hüseyin dışındaki imamlara fazla ilgi göstermezler.
Hafız Esed ve ailesininde mensubu olduğu Nusayrîler, Suriye'de toplam nüfusunun yüzde 12'sini oluşturmalarına rağmen uzun süredir tüm diğer mezhepleri egemenlikleri altında tutuyorlar. Aslında tam da Nusayrilere dayanmıyor bu kanlı rejim. Ülkedeki tüm kesimleri karınca gibi gören elitist bir aile şirketi havasındaki Baas partisine dayanıyor.
Bu rejim şimdi param parça oldu ama henüz tam olarak yıkılmadı. Kendisi giderken mümkün olduğunca çok kişiyi beraber götürmek istiyorlar. Gözleri kendi iktidarlarından devamından başka bir şey görmeyen bu zalimlere karşı ayaklanan halk, menfi hareketin cezasını çok büyük bir bedel ile ödüyor.
Aslında bölgede var olan Şii nüfusunun büyük bir çoğunluğu Suriye’de, Irak’ta ve İran’daki mevcut rejimleri desteklemiyorlar. Mevcut rejimler büyük bir oranda halktan kopuklar. Suriye’de Baas Rejimi, 1969 yılından beri ülkedeki tüm grupların hakkını, hukukunu ve haysiyetini çiğnedi.
Ama şii-sunni gerginliği artınca bu rejimlere muhalif olan şiilerin de sunnilere karşı mevcut rejimlerin safına idhal olma durumunda kalıyorlar. Burada Türkiye’nin son 9 ayda takip ettiği dış politikanın da büyük bir cürmü var. Türkiye, Libya’daki geç kalmışlığını Suriye’de erken davranarak kapatmak istedi. Bu uğurda bir çok menfiliğe de destek verdi. Doğrularını hep savunuyoruz ama yanlışa da yanlış demek boynumuza borç.
Müsbet hareketin en önemli özelliklerinden biri sürecin ve sonucun en az zararla atlatılmasını sağlamasıdır. Menfi harekette ise daha kısa sonuca gidilecekmiş gibi görünse de aslında sahili selametten oldukça uzaklaşılır.
Gidilen yol, yol olmayınca maksud menzil kaf dağınan arkasında kalıyor. Elini uzatıp kavuşacak gibi yakın duran bir yere yaklaştığınız oranda uzaklaşırsınız. Tüm sokakları kuşatsanız, başkanlık sarayının tüm odalarını ele geçirseniz de ülkeye hakim olamazsınız. Çünkü müsbet hareket etmeyerek açtığınız yol, kan ve göz yaşı ile doldurulmuştur.
Ortadoğu’da ve Müslüman coğrafyasında masada silah varsa insanlar ya aşiretini ya da devleti seçer. Böyle bir coğrafyada silahlar konuşurken kimse demokrasiyi ya da insan haklarını düşünmez. Düşünenler olsa bile azınlıkta kalırlar. Böyle bir iklimde insanlara silah dağıtmak cinayettir. Silaha destek vermek çözümün yolunu tıkamaktır. Bu yanlışa düşünler eğer iyi niyetliler ise menfi hareketinin cezasını er ya da geç bu dünyada öderler. Ama niyetleri de kötü ise bu dünya cezalarını ödemeleri için yetersiz olur.
Menfi hareketin sebep olduğu toplumsal travmaların sterilizasyonu için en az üç neslin geçmesi gerekir. Bu süreye kadar tüm aktörlerin farklılıkları bir kenara bırakmaları ve bu travmayı bir an önce atlatmaları için güç birliği yapmaları gerekir ki Suriye’de bunun işaretleri görünmüyor. Tam tersine kurtlukta düşüne yemek üstüne kuruluyor tüm pozisyonlar. Yazık. Rahmet-i İlahiyeden bu kabusun bir an önce sona ermesini ve Rahmeti ile tecelli etmesini bekliyoruz.