Musibetler Allah’ın ihtarıdır

Günlük Risale-i Nur dersi…

Bismillahirrahmanirrahim

Birinci Mesele:Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.

Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü'z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nevi, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.

Rivayette vardır ki, "Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor."

Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm, münâcâtında, istirahat-i nefis için dua etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman, ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz, o münâcatla birinci maksadımız, günahlardan gelen mânevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne iltica edilmeli.

Madem Onun rububiyetine razıyız; o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ithamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti itham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış elle intikam almak için o eli istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, musibete giriftar olan adam, itirazkârâne şekvâ ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.

İkinci Mesele: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehâcüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:

Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül. (Lemalar sh. 18)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:


MUSÎBET : Belâ, felâket, hastalık, dert, sıkıntı, ezâ, başa gelen acı durumlar.
MUZIR : Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
MUSÎBET-İ DİNİYE : Dine gelen belâlar.
DERGÂH-I İLÂHİYE : Cenâb-ı Hakkın huzuru.
İLTİCÂ : Sığınma.
İHTAR-I RAHMÂNÎ : Cenâb-ı Hakkın şefkat ve merhametiyle yaptığı îkaz, uyarı.
GAYRI : Başkası, diğeri. Artık.
MEMNUNÂNE : Memnun bir şekilde, memnun kalarak
KEFFÂRETÜ'Z-ZÜNÛB : Günahların keffâreti, mü'minlere, işledikleri günahların affı için Allah tarafından verilen hastalık ve musîbetler.
SÂBIKÂN : Bundan önce, evvelce, az önce geçtiği gibi.
İLTİFAT-I RABBÂNÎ : Terbiye ve idâre eden Cenab-ı Hakk'ın bir lütfu, iltifatı.
TATHİR : Temizleme, yıkayıp pâk etme.
RİVÂYET : Peygamberimizden işittiklerini veya Sahabeden duyduklarını, birisinin başkasına anlatması.
MÜNÂCÂT : Duâ, yakarış.
ZİKR-İ LİSÂNÎ : Allah'ı dille anmak.
TEFEKKÜR-Ü KALBÎ : Kalben düşünme, fikretme, anma.
MÛTERİZÂNE : İtiraz edercesine. Karşı gelerek.
MÜŞTEKİYÂNE : Şikâyet ederek, şikâyet edercesine.
MÜTEZELLİLÂNE : Zelîl olarak, kendi hiçliğini bilir sûrette kusur ve aczini anlamakla.
İSTİMDATKÂRÂNE : Yardım edene yakışır halde yardım istemek.
İLTİCÂ : Sığınma.
RUBÛBİYET : Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı.
RIZA : Razı oluş. Memnunluk, hoşluk.
KAZÂ : Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak; birdenbire olan musîbet, beklenmedik belâ. Kaderde takdir edilenlerin, zamanı gelince meydana gelmesi.
İŞMÂM : Koklatmak, hafif olarak hissettirmek.
ŞEKVÂ : Şikâyet etmek, sızlanmak.
İTHAM : Suçlama.
İSTİMÂL : Kullanma.
TEZYİD : Arttırma, çoğaltma.
LÂKAYD : Karışmayan, kıymet ve ehemmiyet vermeyen, ilgisiz.
TEVEKKÜL : Sebeplere sarıldıktan sonra neticesini Allah'a bırakma, neticeye rıza gösterme.
FERYÂD : Bağırıp çağırmak, yüksek sesle medet istemek.
BELÂ : Afet. Sıkıntı. Tasa, kaygı. Musibet. Mücazat
ENDER : İçinde
SAFÂ : Eğlence; gönül şenliği; gönül rahatlığı ve sevinçli olma hâli.
ATA ENDER : Lütuf içinde
CEFÂ ENDER : Cefâ, içinde.
FENÂ ENDER : Fena içinde.
TEBEDDÜL : Yenilenme, değişme.

Risale-i Nur Haberleri