Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir diyen Bediüzzaman Şahsi hataların ve ferdî günahların genel ve umumî musibet ve belaları celbetmez. Musibet-i âmme ekseriyetin hatasına terettüp eder buyurmaktadır. O zaman Müslümanlar ne gibi umumi hatalar işlediler ki musibet-i âmmeye kadere fetva verdirdi?
Bediüzzaman birinci dünya savaşında yaşanan sıkıntıların sebeplerini sayarken bu felakete sebep olan hususların başında İslamın şartlarından namaz, oruç ve zekâtın terk edilmesi olduğunu söyler. Şöyle açıklar: Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrikle bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik, O da bizden müterakim zekâtı aldı. El cezâü min cinsil-amel. (Sünuhat, 1996, s. 63)
Allah cezayı amelin cinsinden verir. Mal ile işlenen günahların cezası maldan mahrumiyet, orucu terk etmenin cezası hastalıklar, açlık, kıtlık ve ibadet konusundaki ihmalin cezası ise meşakkat ve sıkıntı çekmektir. Günümüz İslam dünyasının çektiği sıkıntının sebeplerini başka yerlerde aramaya gerek yok. Bediüzzamanın bundan yüz sene önce tespit etmiş olduğu sebepler günümüzde de aynen devam etmektedir. Çareleri de Bediüzzamanın gösterdiği Kurânî çarelerdir. Başka yerlerde aramak samanlıkta iğne kaybedip bahçede aramaya benzer.
Biz burada sosyal sıkıntı ve bunalımların sebebi olan faiz ve zekât konusu üzerinde duracağız. Zekât, İslamın şartlarından biridir. Hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Farzıyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olup inkârı küfür ve terki büyük günahtır. Yüce Allah Kurân-ı Kerimde 32 ayette zekâtı namaz ile beraber emreder. Peygamberimiz (sav) de İslam beş şey üzerine kurulmuştur. Kelime-i şahadet, namaz, oruç, hac ve zekât (Buhari, İman, 1; Müslim, İman, 19; Tirmizi, İman, 3) buyurmuşlardır. Yine Allah zekât vermeyenin namazını kabul etmez. Çünkü Allah zekâtı namaz ile berber zikretmiştir; siz de bu ikisi arasında ayırım yapmayın buyurmuştur. Zekâtı namaz ile beraber zikretmesinin sebebi ve hikmeti namaz insan hayatını, zekât ise toplum hayatını düzene koymasındandır. Peygamberimiz (sav) Namazı dinin direği, zekât ise islamın köprüsü (Münziri, Terğib ve Terhib, 1:517) olduğunu söyler. Namaz müminin miracı zekât da Allah için müminler arasında yardımlaşma aracıdır. İslam dininde salih ameller bedeni ve mali ibadetler olmak üzere ikiye ayrılır. Namaz bedenî ibadet, zekât ise mâlî ibadettir.
Yüce Allah Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Ben rahmetimi Allahtan korkanlara, zekâtını veren ve âyetlerimize iman edenlere yazacağım (Araf, 7.156) buyurur. İnsan Allahın rahmetini istiyorsa bunu hak etmek için şartlarına uyması gerekir. Rahmeti celp etmenin yolu ise Allahtan korkmak, zekâtı vermektir.
Yüce Allah mala Hayır adını vermiştir. O insan malı çok sever (Adiyat, 100:8) buyurur. Mal hayır vasıtası olduğu için mala hayır demiştir. Malı artıran husus malı hayırda ve insanların yararına harcamaktır. Nitekim yüce Allah Mallarınızın çoğalmasını isteyerek verdiğiniz faiz artmaz; ama vermiş olduğunuz zekât malınızı ve sevabınızı artırır. (Rum, 30:39) buyurarak bunu bize haber vermiştir.
Yapılan yardımlar Allah için olmalıdır. Dünyada karşılığını almak için yapılan bir yardımını ve hediyenin ahirette hiçbir sevabı ve karşılığı yoktur. Şerefli ve faziletli insanlar Biz ancak Allah için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık ve de bir teşekkür beklemiyoruz derler. (İnsan, 76:9) Karşılık bekleyerek, daha fazlasını arzu ederek iyilik yapma (Müddessir, 74:6) ayeti bunu bize emretmektedir.
Zekât, Allah rızası için, Allah emrettiği için ve muhtacın hakkı olduğundan dolayı vermek ve yardımcı olmaktan ibaret mali bir ibadettir. Zekât mal ile yapılan ibadetlerdendir. Belli nisaba ulaşmış olan para, ticaret malı, ürün, altın ve gümüş, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlardan belli bir nispette alınarak müstahak olanlara verilen sadakalara zekât denir. Zekât Allahın emri olarak senede bir defaya has olmak üzere belli oranda belli mallardan, verilmesi emredilen yerlere verilen mal ve paradır. Sadaka ise her zaman her türlü yapılan hayır ve yardımların genel adıdır.
Zekât fakir ile zengin arasında kurulan bir köprüdür. Yardımlaşma aracıdır. Bu bakımdan zekâtla vergiyi birbirine karıştırmamak gerekir. Vergi devletin halkını korumak ve işlerini takip etmek amacı ile mükelleflerden belli oranda aldığı paradır. Zekât ise fakirin hakkı olup zengin olan Müslümanlara farz bir ibadettir.
Zekâtın ferdî, ailevî ve sosyal pek çok faydaları vardır. Her şeyden önce zekât ve sadaka, mal ve servetin amaç değil bir araç olduğunu öğretmektedir. Sadece kişisel çıkarlar ve şahsî menfaatler için değil, toplumun ve insanların yararına kullanılması gerektiği dersini vermektedir. Çalışmanın ve kazanmanın amacının akrabaya, komşuya ve topluma hizmet etmek olduğunu fiilen öğretmektedir.
İnsan mal kazanmak ve biriktirmek için çalışmamalı, ancak kazancı ile şerefli bir şekilde yaşamak ve akrabaya, komşuya, yetime, yoksula ve topluma yardımcı olmak için çalışmalı ve kazanmalıdır. Yüce Allah Kurân-ı Kerimde Altını ve gümüşü biriktirerek Allah yolunda harcamayanları elim bir azap ile müjdele (Tevbe, 9:34) buyurmuştur. Zekâtı verilen mal kenz, biriktirme sayılmaz. Abdullah b. Ömer (ra) zekâtı verdiğim ve kendisi ile Allaha itaat edip yaklaştığım müddetçe yanımda Uhut dağı kadar altın olmasına aldırmam demiştir. Malının zekâtını verdiğin zaman üzerindeki borcunu ödemiş olursun. (Rudanî, Cemul-Fevâid, 2:9 H. No: 2679) buyuran peygamberimiz (sav) malın zekatı verildiği zaman mal sahibini sorumluluktan kurtaracağını, fazlasının ise kişinin faziletini artırır. Allah katında fazileti artıran hususlar insanlar katında şeref ve itibarı artıran hususlardır.
Bir sonraki yazımızda Zekâtın ferde ve topluma yararları üzerinde duracağız.