Taha Kılınç, Yeni Şafak'taki köşe yazısında 1931'de Katolik bir ailenin çocuğu olarak Aschaffenburg'da dünyaya gelen ve 1980'de İslamiyeti seçen Wilfried Hofmann'ın İslam'a giden yolunun hikayesini konu aldı.
Kılınç'ın yazısı şöyle:
"New York’taki Union College’da yüksek öğrenimini tamamlamak üzere ülkesi Almanya’dan ABD’ye giden Wilfried Hofmann adlı genç, 1951’in baharında, kendi aracıyla Amerika’yı gezmeye çıkmıştı. Seyahatinin Atlanta-Mississippi etabındayken, kuzeydeki Holy Springs kasabası yakınlarında geçirdiği bir trafik kazası, neredeyse canına mal oluyordu. Sarhoş bir şoförün kullandığı kamyon aniden karşısına çıkmış, arabasını ezip geçerek hurdaya çevirmişti. Gözlerini açtığında hastanedeydi. Dişlerinden on dokuzu kırılmış, omzu ve kalça kemikleri dağılmıştı. Şuuru kapalı olarak hastanaye getirildikten sonra arka arkaya ameliyatlar geçirdi. Taburcu olacağında, kendisiyle ilgilenen cerrah, şaşkınlık içinde şunları söylüyordu: “Normal şartlarda, böyle bir kazadan kimse sağ olarak kurtulamaz. Tanrı’nın senin için düşündüğü özel bir şey olmalı, dostum!” 20 yaşındaki Wilfried, vücudu sızılar içinde hastaneden ayrılırken, doktorun söylediklerini düşünüyordu.
Hidayetime vesile olan, Kur’ân’dır. Kur’ân, beni Mekke’ye giden yola sevk etti
New York’tan döndükten sonra Münih Üniversitesi’nde doktorasını bitiren Wilfried Hofmann, 1960’da Harvard Üniversitesi’nde hukuk yüksek lisansı yaptı. Ertesi yıl da Alman Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başladı. Hofmann’ın tayin edildiği ilk ülke, o sıralarda kanlı bir bağımsızlık savaşına sahne olan Cezayir’di. Fransızların uyguladığı katliam ve baskılara Cezayir halkının kararlı direnişi, Hofmann’ı derinden etkilemişti. Yaşadıkları bütün sıkıntılara ve problemlere rağmen, inançlarına bağlılıkları olağanüstüydü. “Onları bu şekilde inanmaya sevk eden kitabı ben de mutlaka okumalıyım” diye düşündü. Kur’ân okumaları bu şekilde başladı. Yıllar sonra, o günleri anlatırken şöyle diyecekti: “Hidayetime vesile olan, Kur’ân’dır. Kur’ân, beni Mekke’ye giden yola sevk etti.”
Kur’ân’ı ilk okuyuşunda, onu yıldırım gibi çarpan ayet şuydu: “Hiçbir günahkâr, bir başkasının günâhını yüklenmez!” [Necm: 38]. Dikkatlice düşündüğünde, bu ayetin iki temel prensibi içerdiğini fark etti: 1) Aktarılan ve tevarüs edilen hata ve günah yoktur, 2) Herkes, kendisinden ve yaptıklarından bizzat sorumludur ve hesap verecektir.
Kalbi tamamen yatışmış ve tatmin olmuş olarak
1931’de koyu Katolik bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Wilfried Hofmann, artık yüzünü İslâm’a dönmüştü, ancak henüz resmen “Müslüman” değildi. Büyük bir aşkla, heyecanla ve merakla sürdürdüğü Kur’ân ve İslâm okumalarının sonucunda, kalbi tamamen yatışmış ve tatmin olmuş biçimde “Ben Müslümanım” dediğinde, tarihler 25 Eylül 1980’i gösteriyordu. Amerikalı doktorun sözünü ettiği o “ilahî sürpriz”, neredeyse 30 yıl sonra, işte gerçekleşmişti.
Annesinin kendisini evlatlıktan reddetmesine, bütün akrabalarının teması kesmesine, arkadaş çevresinden bazılarının tepkilerine hiç aldırmayacak kadar kararlıydı. Yalnızca tek bir soru zihnini meşgul ediyordu: Hâlâ diplomat olarak görev yaptığı için, Alman hükümeti Müslüman olmasına ne diyecekti? Dışişleri Bakanlığı’ndaki müdürlerini, bir faksla kararından haberdar ettiğinde, gelen cevap içini ferahlatmıştı: “İşini etkilemediği sürece, bizi ilgilendirmez.” Tepki göstermek veya engellemek şöyle dursun, Alman devleti, Müslüman bir diplomattan çok yönlü yararlanmak yoluna gidecekti:
İslâm ve Müslümanlar, bundan sonra daha fazla Batı’nın parçası ve istikbali olacak
Federal Almanya Cumhurbaşkanı Karl Carstens, kendisini bizzat ödüllendirerek, göreve devam için teşvik etti. İslâm’a giriş hikâyesini anlattığı “Müslüman Bir Almanın Günlüğü” kitabı, Almanya’nın İslâm ülkelerindeki büyükelçiliklerine bizzat Alman devleti tarafından dağıtılarak, çeşitli dillere çevrildi. Hofmann nihayet 1987-1990 arasında Cezayir, 1990-1994 arasında da Fas’ta büyükelçilik yaptı. 1995’te kendisini tümüyle İslâmî çalışmalara adamak için resmî görevlerinden ayrıldığında, diplomatlık kariyerinde 33 yılı geride bırakmıştı.
Müslüman olduktan sonra “Murad” ismini tercih eden Hofmann, bunun gerekçesini anlatırken, İslâm’ı gönüllü bir biçimde ve kendi özgür iradesiyle murad edişine vurgu yapmıştı. Hayatının sonuna kadar Alman isimlerini de kullanmaya devam eden Hofmann, Batı’da bir Müslüman olarak kalışını da böylece göz önüne sermiş oluyordu. “Üçüncü Bin Yılda, Yükselen Din İslâm” kitabında da anlattığı gibi: İslâm ve Müslümanlar, bundan sonra daha fazla Batı’nın parçası ve istikbali olacaktı.
“İslâm: Gerçek Alternatif”, “Mekke’ye Yolculuk”, “İslâm’ı Anlamak”, “Kur’ân”, “Üçüncü Bin Yılda İslâmî Siyasetin Oluşumu” gibi diğer birçok eseri de Türkçeye çevrilen Murad Wilfried Hofmann, 89 yıllık uzun ve bereketli ömrünü geçtiğimiz pazar günü (12 Ocak), Almanya’nın Bonn şehrinde tamamladı. Arkasında parlak ve kalıcı bir iz bırakarak… Rahmet olsun."