Bismillahirrrahmanirrahim
Ne zamandır içim acıyordu! Suriye’yi, Sudan’ı Yemen’i Libya’yı düşünüyor, nice insanların gözleri ufuklarda “acaba Türkiye ne zaman bize el uzatacak” diye baktıklarını biliyordum! Cezayir’de Türk olduğumu söylediğim zaman yüzüme bakıp “Müslüman mısın?” diye sormaları kanıma dokunuyor, ittihad-ı İslam için daha ne kadar çok çalışmamız gerektiğini görüyordum! Alem-i İslamın dünya siyasetine yön veren ülkeler arasında bir şemsiye edinmeden hiç bir zaman gerçek bir hamle yapamayacaklarını anlıyor, bu şemsiyenin Türkiye olabileceğini fısıldamak için fırsat gözlüyordum!
Bir yandan da Kürt kardeşlerimin şimdi de bizi ittihad-ı İslamla mı kandıracaksınız diyeceklerini düşünüyor, korkuyordum! Ben gönülde esecek ince bir rüzgardan sakınırken nihayet başlarımız üzerinde tuttuğumuz kristal vazoya amansız sert bir gülle fırlatıldı! Eyvah binler eyvah! Va hasreta! Va esefa!
Bu acının ancak edebiyatını yapmaktan korkuyorum. Bunun için “Alem-i islama gelen musibetleri en evvel ben göğsümde hissediyorum!” diyebilen asrın Garibüzzaman’ı lazım! Bu fitnelere ancak “binler gözüm olsa beraber ağlayacaklar!” diye bilen ve öyle yaşayan zatların göz yaşları engel olabilir!
Has oda’nın 40 hadimi
Ömür yarım asrı geçince insanın gönlünde hatıralar ağırlık kazanır, ben de onları anlatacağım! Türk milletinin topluca kader birliği ettiği son tarihi olay, 1912 Balkan savaşı ile başlayıp 1922 Milli Mücadele büyük taarruzu ile biten devredir. Bu süreçte milletin fertleri et ile tırnak gibi kaynaşmıştı. Savaştan sonra her ferdin inancını, namusunu, tarihini, dilini, kültürünü, geleneklerini koruyan ve insanları birbirine karşı saygı ve sevgi ile besleyen bir nizam kurulabilseydi bu kardeşliğimiz kıyamete kadar gidecek, alem-i İslam bugün yaşadığı problemlerin hiç birini yaşamayacaktı.
Ama öyle olmadı batı medeniyeti adına hareket eden tek parti kadroları önce milli mücadeleyi gasbettiler. Bütün kahramanlıkları kendilerine mal edip ülkeyi kendi çiftlikleri haline getirdiler. Bununla kalsaydı iyiyidi. Bin yıllık medeniyetimizin bütün kurumlarını ve ürettiği eserleri yok ettiler. Tarihi eserler yıkıldı, kitaplar meydanlarda yakıldı. Kitabelerimiz balyozlarla karıldı, ezanımız yasaklandı, Ayasofyamız putlarla dolduruldu! Nice insanlar istiklal mahkemeleri önünde kurulan dar ağaçlarında can verdi!
Hal böyle iken alıp başını Mekke’ye Medine’ye gidebilecek bir kaç adam, -sayıları zaten çok değildi- “Mekke’de de olsak Türkiye’ye gelmek lazımdı” deyip duaya durdular. Öyle bir duaki elleri yakan ateşti o! Delilerden, canı cananı bir vefa uğruna terk eden gönülsüzlerden başka kimse onların yanına yaklaşmıyordu. Dağlarda, mağaralarda ders okudular, risale yazdılar, izbelerde zikir çektiler, Hu dediler Ya Hu işittiler. Zindanlardan zindanlara sürüklendiler. Merdiven altlarında, erzak depolarında namaza durdular! Köy köy dolaşıp “Kur’an elden gidiyor ey ahali” diye ağlayıp talebe pansiyonu adı altında gizli Kur’an kursları açtılar.
Talebe evleri, ışık evleri dediler, ömür boyu evini ailesini terk eden talebe abilerin kanatları altında Allah dediler!
Gün geldi acele edenler meydanlara taştılar, siyasete girdiler, acı çektiler, bedelini ödeye ödeye ihtilalden ihtilale sürüklendiler! Gün geldi Anadolu’nun alnı ak gençleri askeri hapishanelerde sadece hakim karşısına çıkabilmek için yıllarca işkence gördüler!
Gün geldi işi, eşi ve dini arasında amansız bir çarkın içine düşen asker ve akademisyenler fişlenmemek için -sadece zamanı gelince Allah diyebilmek için- kaç kez suret değiştirdiler.
Ancak rejimin gözü üzerlerindeydi. Onları aynı ırmakta buluşturmamak için binlerce hileli tuzak hazırlıyordu. Her şeye rağmen gözü ittfakta olan hamiyetli insanların çabalarıyla merhum Özal’ın etrafında ilk büyük halka teşekkül etmişti. Gönlü yanık yüzbinler bunu gerçek bir bahar sayıp, bütün çekilen acıları, küskünlükleri unutup, rejimin bütün suçlarını affedip milletin bütün fertlerini kucaklaştırmaya hazırlanmışlardı.
Ancak olmadı çatının mimarı çatıyı kendi elleriyle parçaladı. 28 Şubat denilen kara kışın en karanlık simalarına milletin emanetini teslim etti. Bu süreçte çok acılar çektik. -En az zararı ben gördüm, buna rağmen ailemin tamamı 5 tam yılını kaybetti. Son hamle imdadımıza yetişmeseydi çocuklarımın hiç birini okutamayacaktım!-
Gerçi çok çekmiştik ama önemli bir şey öğrenmiştik, artık nifak ehlinin yalanlarına kanmayacak, müminlerin ittihadını bozmayacaktık. Sonrasını hepiniz biliyorsunuz 15 yıldır Alem-i islam’in ilk baharının ilk çiçekleri görünmeye, bin beşyüz yıllık çınar yeniden çiçek açmaya başladı.
Bütün bunları şunu diyebilmek için anlattım: Allah cc “sizi ve yaptıklarınızı yaratan benim” kelamıyla insanları “ben yaptım, ben ettim” derken dikkatli olmaya çağırır. Bu gün gelinen noktayı herhangi bir cemaat ya da siyasî yapının kendine mal etme hakkı yoktur. Bu sütun, müslümanların ittifakını taşıyan bu çatı- bütün müminlerin kalplerinden çıkan nuranî sütun- yukarıdan beri saymaya çalıştığım müminlerin 90 yıllk alın terini yoğuran kudreti ilahiye tarafından halk edilmiştir.
Siyaset Cemaat İlişkisi
Gül gönüllü kardeşlerim, hiç birinizin gönül ayinesine en ufak bir tozun konmasına taraftar değilim! Binler ayrı ayrı bahar çiçeklerinin herbirisini Allah şahit seviyorum! Ancak bir mesele var ki çözülmesi gerekiyor! Hikayesi çok ama bir ikisine işaret edeceğim!
Belh’in manevi sultanı Melana’nın babasına Horasan Padişahı şehrin anahtarlarını gönderir ve “bir ülkeye iki sultan çoktur” der! Gönül sultanı ailesini toplar, bir hak ehlinin tabiriyle “ırmak önde derya arkada” Anadolu’ya kadar akar gelirler!
İkinci hadiseyi hepiniz bilirsiniz! Osmanlı Sultanına “Hacı Bayram-ı Veli bir buçuk milyon mürid topladı sultanım devletiniz tehlikede” denilir. Sultan telaşlanır. Bir ferman ile Hacı Bayram Veli’ye sorar kaç müridin var? Hazret cevap verir “benim bir buçuk müridim var!” (şimdi koyun ve çadır hikayesini anlatamam –bunu bilmeyen bilenlerden öğrensin.)
Tarih boyunca siyaset ve cemaat ilişkileri sorunlu olmuştur. Bu gün gelinen noktayı –isim vermeyeyim- bir sevdiğime açmış, “kardeşim dikkat etmek lazım- devlet mi cemaat mi ya da hükümet mi cemaat mi noktasına gelinirse cemaati harcarlar, ülkeye yazık olur” demiştim! Ya da karınca kadarınca derdini çekmiş, diğer cemaatlerin “bulundukları yerde bize hayat hakkı tanımıyorlar” demeye başladıkları günlerde birkaç gönül ehli ile bir büyüğe gitmiş, bu derde bir çare bulunmasını istemiştim(k).
Rivayetler ne olursa olsun, olayın temelinde yatan bu iki problemdir. Zamanın büyük dehalarından biri kabul ettiğim cemaatin, bu iki problem için yeni bir strateji üretmesi zorunludur. Tıkanan yolların açılması ancak bu şekilde mümkün olur.
Evimiz Yakmaya Çalışan Ateşin Tarafları
Bizler müminiz, uyanık olmalıyız. Kendimce şöyle düşünüyorum. Bu yangına ateş atan öncelikle menfaat savaşçılarıdır. Şimdi liderlere yaklaşmanın tam sırası, şimdi rütbe ve ihale kapmanın tam zamanı, şöyle lideri göklere çıkararak, iki beyan patlatır bir iki yazı yazarsak, aday olmamız işten bile değil! Diyenler olabilir. Etrafınıza iyi bakın!
Bir türlü bastıramadığımız cemaatçilik mikrobunun tam uyanma vakti! İntikam almanın sırası –bunlar falan zamanda şöyle yapmıştı zaten! – çeksinler şimdi. Hem biz de tarafımızı belli edelim! Onlar zaten talebe bile değil! Allah için bu gaflete düşmeyin!
Büyüklerin gözüne girmek için hizmet erleri içine karışmış ham sofular böyle zamanlarda öne çıkarlar- Beni de bunlardan biri sayabilirsiniz!- Yalancı bir hamiyetle büyüklere yanlış bilgi verirler. Onlar da aldıkları bu yanlış bilginin etkisi altında yanlış beyanlarda bulunurlar. Bunların zararı amansız bir beladır.
“Bunlar bizim siyasetimize düşmandı zaten! En zor zamanda hocamıza destek vermediler! Gavurlara gösterdikleri hoş görüyü bize göstermediler! Bunlardan intikam almanın tam sırası! Devletin hiç bir kadrosunda barındırılmamaları gerekir!” Bunların şerlerinden Allah’a sığınmanın tam sırası.
Serbest piyasa rekabetinde bir türlü alt edemedikleri cemaat mensuplarını, saf dışı etmek için yıllardır bekledikleri fırsatı yakalayanların bayramı var! Her türlü yalanı üretip servis ediyorlar! Bunlara aldanan müslümanın “mümin Allah’ın nuru ile bakar, O’nun ferasetinden sakınınız” hikmetinden nasipsiz olduğunu hatırdan çıkarmamalı!
Sözü Uzatma Ne Diyorsun!
Müslümanların ittifakına zarar veren herkes günahı kebair işlemektedir! İttihad-ı islama çalışmak her mümin için farz-ı ayındır. Siyasetçilerin her şeyi sahiplenmesi bir haksızlıktır. Müminlerin duasıyla gelen müminlerin duasıyla gider.
Sosyal medyada gördüğüm manzara korkunç! Bir yıl önce mağlup olduğumuz gıybet yine bizi mağlup etti! Aman Allah’ım yazılan şeylerin tamamı gıybet, nasıl İslamî şuur bu! Yarıdan çoğu iftira! Ve bunlar aşırı taraftar, güya İslam’a hizmet ediyorlar! Gıybet ve iftira ile İslam’a hizmet etmekten Allah’a sığınırım!
Hiçbir hadise üzerine -muhataplarımız yüzde yüz haksız bile olsa- ittifakı bozma fetvası verilemez! Biz bir asırlık seher duaları ile yoğrulan göz yaşı ve alın terinin eseri olan ittifakı bozmayacağız! Ancak siyasetçilerin de bizi ikide bir imtihan etme hakkı yoktur.