Müslümanın emekliliği ölümledir

Geçtiğimiz yılın son aylarında aramızdan ayrılan merhum Prof. Dr. İbrahim Canan'ın Yağmur dergisinin sorusu üzerine "Müslümanın emekliliği ölümledir" dediği ortaya çıktı

Yüsra Mesude Aslan'ın röportajı

Merhum İbrahim Canan hoca, Kırktan fazla kitabı, yayımlanmış çok sayıda makale, konferans ve bildirileri olan bir insandı. Aynı zamanda Türkiye’de yaşayan büyük bir kitlenin kütüphanesinde uzun bir rafı teşkil eden on sekiz ciltlik Kütüb-i Sitte isimli o muazzam ve muteber eseri Türkçeye kazandırmış. Bütün eserlerini Bediüzzaman’dan öğrendiği Kur’ani ve Nebevi bakışla kaleme alan Canan hoca, 2009’un bir ekim gününde Hakk’ın rahmetine kavuşarak bu kendisinin de sıkça dile getirdiği ‘ömür sermayesini’ tamamlamıştır.

Prof. Dr. Suat Yıldırım Zaman gazetesinde kaleme aldığı “Canan Ki Bir Melekti, Uçtu” isimli yazısında onu “Sabırlı, azimli, ümit dolu idi. İbrahim Canan, pek sade yaşayan, öyle mütevazı, çevresindekilerle ilgilenen, mütebessim bir insandı ki, kendisini ilk defa görenleri onun yapısı hayrete düşürür, ardından bu his, hayranlığa dönüşürdü.” şeklinde tanımlamıştır. Ben de böyle kıymetli bir âlimle, ölümünden tam bir yıl önce Burç FM’de yaptığımız programdan dolayı kendimi talihli addediyor, o sohbeti yazıya alarak bu talihi okurlara da paylaştırmak istiyorum. İşte, İslam’da Zaman Tanzimi kitabı çerçevesinde gerçekleştirdiğimiz o sohbet; tüm zamanların sahibi olan Zat’a biraz daha yakınlaşabilmek için.

Zaman nedir?

Âlimlerimiz zaman için ‘ömür sermâyesi’ demişlerdir. Ancak ömür sermayesini belli bir maksatla kullananlar için zaman, hakiki önemini taşıyor. Demek ki zaman asıl, onu iyi değerlendirebilenler için önemlidir. Hayatımız baştan sona kayıt altına alınmaktadır ve her anımız için hesap vereceğiz. Dolayısıyla Müslüman nazarında en kıymetli şey zamandır. Dilimize yerleşmiş olan, menşeini bilmesek de kullandığımız bir söz vardır: “Vakit nakittir.” Orijinali, “Time is Money.”

Vakit gerçekten nakit midir?

Batı dünyası değerli şeyleri hep maddeci espriyle değerlendirir. Onlar için madde esastır, nakit esastır. Bu bakımdan zamanı da bu şekilde değerlendirmiştir. Ancak bizim açımızdan bu çok geçerli değil, İslam uleması zamanı ömür sermayesi diye değerlendirmiştir. İnsan kaybettiği zamanı nakitle telâfi edemez. Ağzımızdan çıkan her söz, her fiilimiz artık ‘mazi’ olmuştur. Dünyanın bütün nakdi bize verilse onu geri getiremeyiz.
Ancak bütün varlığımız elimizden gitse, iflas etsek, vakitle nakiti kazanabiliriz. Ama kaybolan vakti, dünyanın bütün nakdini de ortaya koysak geri getiremeyiz. Vakti nakitle değerlendirmek de bir değerdir ancak belki de vakit için biçilecek değerin en düşüğüdür. Sözgelimi bir antika eşyayı demirciler, hurdacılar çarşısına götürseniz beş para eder, fakat antikacılar çarşısına götürseniz orada paha biçmekte zorlanırlar. Biz de ahirette saniye saniye hesaba çekileceğimizi bilirsek o zaman ‘zamanın’ nakitle değerlendirilemeyecek kadar büyük bir şey olduğunu anlarız.

Batı ile doğunun zaman anlayışı arasındaki fark nedir?

20. yy.’da zaman üzerine araştırmalar yapılıyor ve teknolojisi gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkelerin arasındaki farkın ‘zaman anlayışından’ kaynaklandığı kanısına varılıyor. Ve bu konuyu tahlil eden çalışmalar, geçmiş medeniyetlerin günümüze eser bırakanlarının takvim sahibi olan milletler olduğunu söylüyor. Araştırmalar, gelişmiş batı milletleriyle geri kalmış dünya milletleri hususen doğu milletleri- arasındaki farkın zaman anlayışından kaynaklandığını söylüyorlar.

Başarılı insanların zamanı planlı kullanan, dakik insanlar olduğunu; başarısız insanların da bir zaman endişesinin olmadığını, zuhurata tabi olarak ömrünü rastgele tüketen insanlar olduğunu söyleyebiliriz. Avrupa’da zaman üzerine yapılmış bir çalışmada şöyle ilginç bir bilgi var: Güney Amerika’da dakikliği ifâde etmek için ‘İngiliz saati üzerine’ tabiri kullanılıyor. “Yarın filan yerde 15:00’te buluşacağız ama İngiliz saati üzerine.” deniyor. Bu aynı zamanda şu manaya geliyor: “Saat 15:05’te gelirsen ben yokum.” Hakikaten İngiliz milleti dakik bir millettir, İngilizlerin sembolü saat kulesidir, bütün şehirlerde saat kuleleri var. İngilizler gerçekten birçok meselede ilk buluşu yapan insanlardır. Terakkinin ilk meselesi zaman tanzimidir.

Zaman tanzimi deyince aklımıza bazı kavramlar geliyor; gün, ay, yıl gibi Kur’an-ı Kerim’de geçen zaman kavramları nelerdir?

Kur’an-ı Kerim, zaman meselesini köklü bir şekilde ele alan bir kaynaktır. Öncelikle Kur’an-ı Kerim’de takvime yer verilir. Mesela Tövbe suresinin 36. ayetinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Allah’ın gökleri ve yerleri yarattığı günkü yazısında Allah’a göre ayların sayısı 12’dir. Bunlardan dördü haram aydır. Bu dosdoğru bir nizamdır. Öyleyse o haram ayları içerisinde nefsinize zulmetmeyin.” Cenab-ı Hak bir plan ve program yapmış. Yani Kur’an-ı Kerim bize on iki aylık bir takvim veriyor. Tabi sadece bununla sınırlı değil, Kur’an-ı Kerim’de zamanla ilgili pek çok tabir yer alır. Bu kitap çerçevesinde yaptığım araştırmada benim en çok karşılaştığım kelime 405 sayısını bulan ‘gün’ kelimesidir. Gece kelimesi 117 sefer geçiyor. Gündüz kelimesi 106, ebed kelimesi 117 kez geçiyor. Demek ki ay, yıl, çağ, her birisiyle ilgili değişik rakamlarda kelimeler zikrediliyor. Bunların Kur’an-ı Kerim’deki dağılımına baktığımız zaman, her on sayfada bir mutlaka zaman ile ilgili bir tabir geçiyor. Bunun krokisini, şemalarını kitabımızda çıkardık.

Peki Efendimiz’in hayatında zaman tanzimi nasıl olmuş?

Batılıların tahlilleri, İslam âlimlerinin beyanları ve Kur’an-ı Kerim’in rakamları arasında bir uyum var. Zaman tanziminde en önemli husus, günlük plandır. Diyelim ki ziyaretlerimiz var, on dakikalık bir ziyareti bir saate yayarsanız, elli dakikayı gereksiz yere doldurmuşsunuzdur. Bu arada boş konuşmuş, kalb kırıcı sözler söylemiş de olabilirsiniz.

Peygamberimiz son derece dakik. Mesela ikindi namazından sonra Efendimiz hanımlarıyla ayrı ayrı görüşüp, problemlerini dinliyor. Bir seferinde bir gecikme oluyor. O da bir validemizin bal şerbeti ikram etmesinden dolayı. Efendimiz bal şerbetinden hoşlandığı için onun hatırına sohbet biraz uzuyor. Bu arada diğer hanımlar, “Niye gecikti acaba?” diye aralarında konuşuyorlar, hadise büyüyor ve bunun üzerine Tahrim suresi iniyor.Resulullah’taki dakikliğin önemine bakın.

Bir başka örnek: Efendimiz, dışarıdan gelen heyetler için zaman ayırıyor. Onlara belli saatlerde belli bir müddet içerisinde ilgi gösteriyor. İslam’ı anlatıyor, onların meseleleriyle uğraşıyor vs. Bir gün önemli bir sebepten dolayı Efendimiz gecikiyor. Ani bir durum ortaya çıkıyor. Geldiği zaman heyet, “Ya Resulullah, siz gecikmezdiniz, bugün neden geciktiniz?” diye soruyorlar. Resullullah, günlük hayatını tanzim etmiş, ona göre uyuyor. Kesinlikle bu programdan önce davranmak, müddeti uzatmak diye bir şey söz konusu değil. Resulullah’ın belli zamanlarda belli insanları ziyareti vardır. Bu insanlardan birisi Hz. Ebubekir’dir. Hicret zamanında Resulullah hicrete karar verdiği zaman Hz. Ebubekir’e haber vermek üzere gidiyor. Hz. Aişe validemizin anlattığına göre, “Resulullah bir gün bize doğru gelmeye başladı. Şaşırdık, bu saatte peygamber gelmezdi.” diyor. “Gelince babama hicret edeceğimizi haber verdi.” diyor.

Peki Batı ile Doğu’nun zaman kavramını algılayışı ne şekildedir?

Kitapta Asya ve Avrupalıyı anlatan bir parçaya yer verdim. “Asya bin bir gece masallarının vatanıdır. Modern Avrupa ise Robenson Kruzo’nun. Servet birine göre tesadüfün, diğerine göre ise insanın ferdi gayretinin eseridir. Biliyorsunuz, Robenson bir adaya düşüyor, gemisi kazaya uğruyor. Orada tek başına bir medeniyet kuruyor. Avrupa edebiyatında da mühim bir eserdir. Bizim Alaeddin’in lambası, Ali Baba’nın Kırk Haramiler’i vardır. Bunlar tesadüflerle gelişen hikâyelerdir. Şarklılar, modern bir Avrupalının ağzından durmadan “Çabuk” kelimesinin dökülmesine gülerler. Asyalıyı en çok şaşırtan hususlardan biri, Avrupalının zaman anlayışıdır.

Avrupalı, varlığın gereği olan hareketlerini tanzim etmek, işlerini ve hatta en faydasız olan eğlenme anlarını bile programlamak için zamana muhtaçtır. Asyalı da zamana muhtaçtır. Ama bir iş gerçekleştirmek için değil, hiçbir şey yapmamak için. Sadece nefes alıp verme hazzını tatmak için zamana muhtaçtır.”

Bu istihzalı metinle Avrupa’da doktoramı yaparken karşılaştım. Pasaj benim aklımda yer etti ve acaba İslam vakte nasıl bakmış diye araştırmak istedim. Vakitle alakalı hatırladığım bizde geçen bir ifâde lisedeki bir hocamın şu ifâdeleriydi: “Çocuklar, günü gününe çalışın, yarına bir şey bırakmayın.” derdi ve bir temsil getirirdi: “Öğrenci ölmüş, karnını yarmışlar, kırk tane ‘yarın’ çıkmış.” Bu makale benim çok dikkatimi çekti. Batının kahvehaneleri bizdeki gibi kaykılıp sandalyelere oturacak gibi değildir. Ayakta, iki dost on beş dakika görüşüp ayrılacak şekildedir. Ama bizimkiler öyle değil. Oradaki Türk kahveleri de aynen buradaki gibi, oturacaksın, kaykılacaksın, atmış altı oynayacaksın, dama oynayacaksın vesâire.

Ömrümüzü tanzim etmemiz hakkında neler tavsiye edersiniz?

Kur’an’da çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık, ihtiyarlık hatta ‘erzelül ömür’ diye geçen bir son safha söz konusudur. Cenab-ı Hakk “Bilirken bilmez olurlar.” diye bir ifâdede bulunur böyle insanlar için. Hafızanın silinme dönemi. Acıktığını bile hatırlayamıyor, yemek yedirmede yakınları zorluk çekiyor. Kur’an’da çocukluk üzerinde tekrar tekrar durulur. Hatta benim ‘Kur’an’da Çocuk’ diye yaptığım ayrıca bir çalışma da var. Kişinin şahsiyeti çocukluk döneminde tahakkuk ediyor. Bu bakımdan çocukluğun değerlendirilmesi ömür tanzimi açısından önemlidir.

İslam’da çocukluk kavramı doğumla buluğ arasını kapsar. Kızsa 9 yaşından, erkekse 12 yaşından itibaren buluğa erebilir. Zamanımızda çocukluk yaşı kanunen 18’e uzatıldı. Bu, çocuklar için zararlı bir durum aslında; çünkü 18 yaşında çocukların zihni tabiri caizse cin gibi işleyebiliyor. Nitekim anarşistler çocukları kullanıyor, polis onları yakalasa da 18’den küçükse salıyor. Eğitim, adab-ı muaşeret, güzel alışkanlıkların kazandırılması çocukluğun nihai yaşına göre planlanması lazım.

Okul sistemimiz çocuğa bir meslek verecek mahiyette değil. Üniversitenin bitimi 20’yi aşıyor. Hâlbuki bu, çocukluk için mahzurlu. Şimdi çocuklara oyun, eğlence, havailik pompalanıyor. Çocukların potansiyeli, zihniyeti lüzumsuz şeylerle yapılanıyor.

Devletin, anne ve babanın çocukluk safhasını iyi değerlendirmesi lazım. İslam, çocukların yetiştirilmesi meselesinde öncelikle anne ve babayı sorumlu kılıyor. Peygamberimiz, “Kişi beş şeyden hesap vermediği sürece Allah’ın huzurundan çekilemeyecek.” diyor. “Bir, ömrü nerede tükettiğinden- İki, gençlikten... Üç, kazancını ne şekilde sağladığından... Dört, kazancını nerede harcadığından... Beşincisi ise bildiğiyle ne derece amel ettiğinden.”

Bütün bunları tetkik etsek göreceğiz ki hepsi aslında zaman ile ilgili hesaptır. Her dönemin kendine has öncelikleri var. O önceliklerin yerine getirilmesi, zamanın değerlendirilmesi oluyor. Örneğin Peygamberimiz, “En kıymetli genç, yaşlanmış insanların ağırbaşlılığı içerisinde kamil bir hayat süren gençtir.” şeklinde bir ifâdede bulunuyor.

Şu anda gündüz vaktindeyiz ve zamanımızı faydalı bir şeyle dolduruyoruz. Peki gece için neler söylersiniz? Gece, yalnızca uyumak ve dinlenmek için mi vardır?

Bu, çok önemli bir mesele. Kur’ân-ı Kerîm zamanla ilgili kelimelere ehemmiyeti nispetinde bir fazlalıkla yer veriyor. Gündüz mü daha önemli, gece mi desek ne dersiniz? Gündüz deriz, bu kesin bir şey. Ama Kur’ân-ı Kerîm’de geceyle ilgili tabirler 117 sefer, gündüzle ilgili tabirler 106 sefer geçiyor. Ben bunu şöyle yorumluyorum. Gece, ömrümüzün yarısı, onun da boş geçirilmemesi lazım. Cenâb-ı Hak gecenin önemine dikkatimizi çekmek için geceye daha çok yer veriyor.

60 yıllık bir ömür için 30 yıl uyumak çok fazla.

Kesinlikle. İşte bu dersi vermek için, -eğer hata yapıyorsam Cenab-ı Hak beni affetsin- Cenab-ı Hak dikkatimizi geceye çekmektedir. Ayrıca Peygamberimiz’e gelen sûrelerden üçüncüsü -ulemamızın kanaatinin çoğunluğuna göre- Müzemmil sûresidir. Bu sûrenin muhtevâsı öncelikle geceyle ilgilidir.

Özellikle ilk âyetler geceden bahseder. “Ey örtünüp bürünen! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce kalk ve ağır ağır Kur’an oku.” Burada Kur’ân her ne kadar Peygamber Efendimiz’e hitap etse de aslında bütün insanlığa hitap ediyor. Âyet şöyle bitiyor: “Doğrusu biz sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz.”

Peygamberimiz ve ashabın bir kısmı Allah’ın emrini yerine getirmek maksadıyla gece ne miktarda ibadet edeceğini bilemediği için sabaha kadar gece uyanık kalmış. Sekiz ay bu şekilde geçmiştir, hastalananlar olmuş, ayakları şişmiş. Bu duruma alışılmış ancak ondan sonra gelen âyetlerde bu işe bir kolaylık getiriliyor, hafifletiliyor. Ehl-i kitapla ilgili bir ayette “Kitap ehlinin hepsi bir değildir. Onlardan geceleri secdeye kapanarak Allah’ın âyetini okuyup duranlar vardır. Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Kötülükten meneder, iyiliklere koşarlar. İşte onlar iyilerdir.” Ehl-i kitap bile olsa, gece kalkanın Allah nazarında bir değeri olduğunu, onların da bu bereketten istifâde ettiğini Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Piyasada da kişisel gelişimle ilgili, zaman tanzimine dair pek çok neşir bulunuyor. Bu anlamda kafa karışıklığını gidermek adına neler tavsiye edersiniz?

Piyasada zamanla ilgili değişik çalışmalar, tercümeler, kişisel gelişim denen birtakım kitaplar var. Ben okurlarımıza kendi değerlerimiz çerçevesinde zamanı değerlendirmeye öncelik vermelerini tavsiye ediyorum. Çünkü batının birtakım ifrat tefrit gibi bazı hataları oluyor bu noktalarda. Onlar zaman içerisinde bu yanlışlarını düzeltiyorlar ancak biz onlardan aldığımız bazı hataları düzeltinceye kadar çok zaman kaybediyoruz. O bakımdan mümkün mertebe kendi değerlerimizi, Kur’an’da geçen, Efendimiz’in beyan ettiği esasları öğrenip ona göre hayatlarını tanzim etmelerini tavsiye ediyorum.

Hocam, hakkınızda yazılan biyografilerde emekli olduğunuz yazıyor. Ancak resmen böyle görünse de fiilen emekli olmadığınızı görüyoruz. Kitaplar, çalışmalar devam ediyor. Zaten 36 kitap da tanzim edilmiş bir hayatın ve velud bir ömrün neticesi gibi görünüyor.

Müslüman’ın emekliliği ölümledir.

(Yağmur dergisinin şu an bayilerde bulunan 46. sayısından alıntılanmıştır)

İslam Haberleri