Geçenlerde hanımın anneannesi vefat etti, bu vesile ile taziye evinde bir-iki gün kalmak durumunda kaldık. Kadın sekseni devirmişti, yani yaşı kemale ermiş bir kadındı o nedenle cenaze evindekiler rahattı. Kadınlar da sakindi yüksek sesle ağlayan ahu enin eden de yoktu.
Herkes mütevekkil bir şekilde adet üzere taziyelerini sunuyor veya taziyeye gelenler cenaze sahipleri ile birlikte Fatihalarını okuyor ve ardından kısa bir sohbetten sonra kalkıp gidiyordu.
Doğunun güzel bir geleneği var. Cenazenin durumuna bakılmaksızın mutlaka üç gün yas tutulur. Cenaze yakınları evde oturur eş ve dostun taziyelerini kabul eder.
Bazen bu taziye uzayabilir. Şayet ölen genç ve ailenin değerli bir elemanı ise gelenlerin çokluğundan veya geç duyanların gelmesine de fırsat tanımak amacıyla üç gün bazen bir haftaya çıkabilir veya haftalar aldığı da vakidir.
Bu aslında İslami bir gelenektir. Ve bu geleneğin en güzel tarafı cenaze yakınlarına ilk günlerini yalnız geçirmemelerini sağlamasıdır.
Bu da onların kendilerini dinlemelerini ve psikolojik olarak çökmelerini engelliyor. Taziye boyunca gelenlerin Fatihalar okuması ve kısa da olsa önemli mesajlar vermesi adeta bu kişiler için bir terapi şekline dönüşüyor. Geçirme ihtimali olan sinir krizlerinden kurtulmuş oluyorlar. Daha sonra da olay ilk günkü sıcaklığını yitirdiğinden nispeten günlük yaşam rayına oturmuş oluyor.
Bu tür taziye evlerinde mutlaka bazı kısa metrajlı tartışmalar da olmuyor değil. Taziyeye gelenlerin hepsi sağlam imana sahip insanlar olmayabiliyor. Toplumun her kesiminden insanların geldiği de bir vakıadır.
O nedenle bazen aynı anda bir Nur Talebesi ile birlikte ateist bir başka kişi de olabiliyor. Türkiye’nin hürriyet ortamı böyle durumlara imkan tanıyor. Bu kabil durumlarda bazen güncel konular tartışmaya açılabiliyor. Hatta bazen imani meseleler bile tartışılabiliyor. Bu tartışmaların güzel tarafı taziye evi olması nedeniyle münakaşadan uzak fikir teatisi şeklinde sürüyor olmasıdır.
Kişi ateist de olsa durumun nezaketi gereği sesini yükseltemediği gibi dini bir törende olunduğundan uluorta da konuşamıyor.
İşte cenaze evinde geçirdiğimiz süre içinde cenazenin yakınları arasında ateist derecesinde olmayan hatta inançlı diyebileceğim yaşlı biri vardı. Ama belli ki, kafasında hayli sorular birikmişti, yaşının neredeyse kemale ermiş olması bu sorularına cevap bulduğu anlamına da gelmiyordu. Aksine soruya dönüştürdüğü fikirlerin kendisinde fikri sabit haline dönüşmüş olduğunu da söyleyebilirim.
Konuşmalar Somali üzerineydi, yapılan yardımlar ve onların malum durumu bir bir sayılıyordu. Hemen herkes onlara mali yönden destek olunması gerektiğinde ittifak halindeydi ve mümkün olduğunca yardım edilmesi gerektiği hususunda birleşiyordu.
İşte konuşmalar bu minval üzere giderken bu abimiz üstü kapalı da olsa içinde biriktirdiklerini söyleme ihtiyacı duydu;
Şöyle başladı “Dünya’da 7,5 milyar insan var. Bunların sadece 1,5 milyarı Müslüman diğerleri farklı dinlerden oluşuyor ve dünyadaki terörün çoğunu Müslümanlar yapıyor, hem dünyanın en fakir insanları yine Müslüman toplumlar. Sadece bunlar mı cennete gidecek, böyle şey olur mu?” diyerek içindekileri bir anda ortaya dökmüş oldu. Yani Cenab-ı Allah bunları sadece Müslüman oldukları için cennete alsın da diğerlerini Müslüman değiller diye veya ibadetlerini yapmıyorlar diye cehenneme atsın, (yani onlar daha dürüst ve daha zengin ve her türlü teknolojiyi de onlar icad ediyor) böyle şey olur mu? Anlamında soru ile karışık bir fikir ortaya atmış oldu.
Bir an kendimi onun yerine koydum ve olaya onun cephesinden baktım söyledikleri gayet makul görünüyordu. Yaşadığımız asırda Müslümanlar hem çok fakirdi hem de çok geri kalmış ülkelerdi, üstüne üstlük her türlü terörün kaynağı gibi görünüyorlardı. Ama ben onun cephesinden bakamazdım. İlk bakışta durum böyle görünse de her şeyin göründüğü gibi olmadığını biliyorduk. Soru kısa da olsa konu derin idi ve uzunca anlatılması gerekiyordu. Ama o ortamda sözü fazla uzatamayacağımı da biliyordum. O nedenle her şeye rağmen gerçekleri bir bir sıralamak ve meseleye açıklık getirmek adına söze girmiş oldum.
Önce şeriatın iki olduğundan bahisle tekvini şeriata uyanların dünyada zengin olacağını ancak meşhur şeriat dediğimiz Kur’an’ın emirlerine uyanların ise yaptıklarının karşılığını ahirette alacaklarını izah ettim.
Ardından tarihe baktığımızda aslında Müslüman toplumların saldırgan toplumlar olmadığını aksine her zaman onlara saldırıların olduğunu ve onların her zaman savunmada olduğunu, Çin Seddi gibi setlerin de bu saldırıları engellemek için yapıldığını misalleriyle anlatmaya çalıştım. Avrupa’nın ve kuzey toplumların her zaman silahşör ve saldırgan tolumlar olduğunu, oysa güneydeki sıcak iklimde yaşayan toplumların hem halim selim hem de mazlum milletler olduğunu dilimin döndüğünce ifade ettim.
Benim böyle mantıklı yaklaşımım bir anda ortamı lehimize çevirmiş oldu. Zaten dediğim gibi manevi bir atmosfer olmasından diğer misafirlerin de desteğini alıyordum.
O nedenle soruyu soran amca ilzam oldu gibi ve anlattıklarımı mantıklı bulmuş gibi bir tavır içine girdi. Zaten taziyeye yeni gelenler de dikkatleri dağıtınca tartışma bir anda kapanmış oldu.
Sonuç olarak o abimiz kabul etti veya etmedi bilemiyorum. Ama orada bulunan diğer misafirlerin hayli istifade ettiklerini söyleyebilirim. Bu da o tartışmanın hedefine ulaştığı anlamına geliyordu.
Taziye evleri bu yönüyle de hayli faydalı bir gelenektir. Yaşatılmalı diye düşünüyorum.
Not: Bu vesile ile Ramazan bayramınızı en içten dileklerimle tebrik ederim. Geçen mübarek üç aylarda ve mübarek gecelerde yaptığınız ibadetlerin dergâh-ı İlahiye de kabulünü niyaz ederim. Nice bayramlara kavuşmanız dileği ile…