Bazen evimin merdiveninden inerken bir 'âmâ’nın nasıl yaşadığını anlamak adına gözlerimi kapatır aşağıya inerim.
Her bir adımda Allah’a şükreder, Rabbimin verdiği göz nimetinin hakkını nasıl veririm diye derin derin düşünürüm.
Sonra görmek ile bakmayı tasavvur ederim.
Sonra bakıp da görmemeyi…
Derken feraset aklıma gelir.
Sonra Resulullah’ın (asm); “Mü’min ferasetli olur” hadisini düşünürüm.
O an İslam âleminin yaşadığı hal takılır belleğime…
Sonra Bediüzzaman’ın; "kurt gövdeye girmiş. Korkarım ki cemiyetin feraseti bunu kaldıramaz” diye sürüp giden konuşması aklıma gelir.
Derken deccal ağına takılır düşüncelerim.
Heyhat! Müslümanlar topyekûn saldırı altında.
Nihayet son iki yüzyıllık mağlubiyet gözlerimde canlanır.
Gerçekten İslam mı yenildi yoksa Müslümanlar mı?
***
Yine öyle bir gün kapıdan dışarı çıkmış, kısa bir süre de olsa içine girdiğim kasavetli hali dışarıdaki atmosferin temiz havasıyla yer değiştirmeye çalışırken kulaklarımda bir sela sesi çınlar.
Sela demek cenaze demektir.
“İnnalillahi ve inna ileyhi raciun” ayeti dudaklarımdan dökülür.
Hemen soruyorum: “Kimdir?" diye…
“Tabutsuz bir cenaze namazı kılınacak” diyorlar.
“Suriye'de şehit düşen bir gencimiz…”
Hemen kim olduğunu anlıyorum.
Çünkü o genci tanıyorum.
Bir sene önce Suriye’ye gitmiş, “özgür Suriye ordusu”na katılmıştı.
Kulağa hoş geliyordu.
Esed zulmüne karşı direnen “özgür Suriye ordusu”…
Demek tekrar gitmiş, şimdi de şehit olmuş.
Beni bir düşünce sardı; gerçekten şehit olmuş mudur?
Oysa Bedir muharebesinde sahabeler ölüm yaraları aldığında Resulullah’a dönüp; “ben şehit miyim?” diye sorarlardı.
Hani Hz. Ubeyd bacağından yaralanıp oluk gibi kanı akarken Resulullah (asm) yüzündeki toprakları siliyordu.
O an hiçbir acı düşünmeden bir tereddüdünü gidermek için sormuştu:
“Ya Resulullah acaba ben şehit miyim?”
Resulullah; "evet sen şehitsin” demişti.
Hakikaten manzara çok düşündürücüydü.
Resulullah’ın (asm) önderliğinde bir savaş oluyor.
Savaşanlar ashap, düşman ise müşriklerdir.
Bunlar şehit olmayacakta kim olacak, diye insan düşünürken, yine de Sahabi “acaba” diyebiliyor.
Peki ya bu savaşta…
Bu genç…
“İnşallah” diyorum.
Zira gencin niyetini çok iyi biliyordum.
Rabbim inşallah niyetine göre kabul eder.
**
Lakin ortada dehşet bir durum var.
Tetiğe basan “Allah-u Ekber” diyor.
Ölen kelime-i şahadet getirerek ölüyor.
Ve Resulullah’ın bir hadisi kulaklarımda çınlıyor:
“İki Müslüman’ın kavgası cehennem uçurumun kenarındadır.”
Ölen de cehenneme düşebilir öldüren de…
İsterseniz bu dehşeti daha iyi anlamak için nazarlarımızı Suriye’ye çevirelim.
Suriye'de yaşanan savaş nasıl bir savaş?
Görünürde sadece Suriye'de savaş var lakin bütün dünya savaşıyor.
Amerika’sından İngiltere’sine, İsrail’den İran’ına, Rusya’dan Çin’ine ve en nihayet Türkiye’ye kadar bütün dünya burada savaşıyor.
Bilfiil içinde olmayan ülkeler ise çeşitli sebeplerle bu savaşla ilişkili…
Ve en garibi de nedir biliyor musunuz?
Dünyanın savaşında vuruşanlar sadece Müslümanlar.
Karşıda inkârı ulûhiyet olduğu halde savaşta yok.
Karşıda Siyonizm olduğu halde savaşta yok.
Karşıda bütün ehli zındıka olduğu halde hiç birisi savaşta yok.
Sadece Müslümanlar vuruşuyor.
Alın işte deccalın gerçek yüzü…
Deccalı gerçekten görmek istiyorsanız Suriye’ye bakın.
Öyle bir savaş ki Müslümanlar ölüyor.
Öyle bir savaş ki İslam zedeleniyor.
Öyle bir savaş ki Kur’an inciniyor.
Oysa Resulullah (asm) şöyle buyurmuştu:
“Müslümanlar arasına nifak girerse kendinize ağaçtan bir kılıç hazırlayın.”
***
Hani cumhuriyetimizin ilk yıllarında, Ankara’da yaşanan gelişmeler ehli hamiyeti galeyana getirmiş, herkes ayaklanmış Ankara’ya isyan bayrağını kaldırmak istemişlerdi de Bediüzzaman engel olmuştu ya:
Şeyh Said’e ve Van eşrafına: "Siz kimi kime kırdıracaksınız. Karşınıza ehli zındıka gelmeyecektir. Karşınıza Müslüman askerler gelecektir. Gidin evinize. Bu çağda maddi cihat kapanmıştır. Maddi cihadın anahtarı cebimdedir" demişti.
Hâlbuki o zaman yaşanan zülüm belki Esed’in zulmünden daha şeditti.
Sadece Bingöl'de yirmi bin âlim asılırken, Egede Menemen hadisesiyle binlerce dindar ölmüş, Trakyada bütün âlimler ağaçlara asılmış ve Dersim'de kan gövdeyi götürmüştü.
Murat nehri günlerce kıpkızıl akmıştı.
Anadolu cayır cayır manevi bir yangında kül olmuştu.
Yine de Bediüzzaman; ”kimi kime kırdıracaksınız?” deyip, belki de bütün Müslümanları manevi bir mesuliyetten kurtarmıştı.
Ve belki çok daha büyük bir felaketi az bir bedelle ödemişti.
Gerçekten aradaki benzerlik son derece şaşırtıcıdır.
O zaman bir savaş çıksaydı da karşıda gerçek failler olmayacaktı ve Anadolu Müslümanları birbirlerini kıracaktı.
Demem şu ki:
Anadolu’daki muhtemel bir iç savaşı Bediüzzaman’ın uyarısıyla, görünürde çok, hakikatte ise az bir zararla geçiştirmiştik.
Dolayısıyla bu Suriye savaşında da uyarılara kulak asmak gerekiyor.
Kaldı ki bu uyarıyı Resulullah (asm) yapmış. Üstelik ibret verici bir uyarı:
"Fırat nehrinin altın bir dağ üzerinden açılması yakındır. İnsanlar bunu işitince ona yürüyecekler ve onun yanında bulunan insanların bundan bir şey almasına müsaade edersek, bunun hepsi götürülür, diyecektir. Müteakiben onun için harb edecekler ve her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecektir." (Müslim, Fiten, 29.)
"İhtimal, Fırat'ın suları çekilecek, kuruyacak. Ortaya altından bir hazine çıkacak, kim orada bulunursa, hiç bir şey almasın." (Buhari, Fiten, 24, Müslim, Fiten, 30.)